Türkiye siyasetinin genel seçimlere erken bir tarihte bu denli kilitlenmesinin anlaşılır nedenleri var. Mevcut siyasal dağılımda AKP’nin kendi içindeki gerilimlere rağmen bir dört yıl daha ülkeyi yönetme ihtimalinin yüksekliğinden ziyade parlamenter rejimin yerine başkanlık rejiminin ikame edilmesi arzusunun olası sonuçları seçimi basit bir oy verme davranışından çok daha önemli kılıyor. Hâlihazırda varolan otoriterleşme dalgasının böylesi bir değişiklikle sınır tanımaz bir hale geleceği aşikâr. Denetimli gerginlik politikasını cemaat ile savaş üzerinden yürüten AKP’nin partide ve tabanda yolsuzluk soruşturmalarının neden olduğu kısmi rahatsızlığı bertaraf etmek için anayasa değişikliğini sağlayacak bir çoğunluğu hedeflediği gözlemleniyor.
Bu süreçte AKP’liler de dâhil olmak üzere AKP dışında en çok konuşulan siyasi aktör ise HDP. CHP’nin ve MHP’nin müesses siyaseti sarsma gücü ve dinamizmi çok sınırlı olduğundan politik denklemde yerleri sabite yakın bir konumda. CHP ve MHP’nin hamleleri ve bu hamlelerin sonuçlarını kestirmek için müneccim olmak gerekmiyor. Ancak Kürt siyasetinin bileşenleri için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Peki ama neden?
Kürt siyasetinin genel anlamda HDP’den daha geniş bir çevreyi kapsadığını düşündüğümden HDP yerine Kürt siyaseti demeyi tercih ediyorum. Kürt siyaseti, bugün için Türkiye’nin genel siyasi atmosferinde kendisinin göz ardı edilemeyeceği kadar etkin ve güçlü bir konuma geldi. Bu konum, oy potansiyelinin çok ötesinde gündemi etkileme ve değiştirme gücüne denk düşüyor.
1990’lı yıllarda büyük bedeller ödeyen Kürt siyaseti, şimdilerde çatışmanın fiilen çok daha sert olduğu o günlere oranla Türkiye’nin tümüne söz söyleme kapasitesini arttırmış durumda. Bu başarının arkasında Ahmet Türk örneğinde net bir biçimde gördüğümüz üzere siyasete 1960’lı ve 70’li yıllarda giren ve uzun süre Türkiyeli sosyalistlerle birlikte politika yapan tecrübeli siyasetçilerin payı olduğu kadar 2000’lerin genç kadrosunun da emeği var. 1990’lı yıllarda doğan ya da ilk gençlik yıllarını yaşayan Kürtleri reel siyasi zemine çekmek bağlamında atılan adımların önemli bir kısmı bugün karşılığını buldu. Sıklıkla reaksiyoner tutum alışa kayma riski yüksek olsa da bu kitlenin siyasi mücadeleyi diri tutma gücü yadsınamaz.
Kürt siyasetinin özgüveni
“Çözüm süreci” olarak tarif edilen periyot AKP’nin ve müesses siyaset bekçilerinin beklediğinin çok ötesinde bir sonuç doğurdu. Devlet aklının bir izdüşümü olarak planlanan “çözüm süreci”, Kürt siyasetini pasifize etmenin ya da en hafif karşılığı ile Kürt siyaseti ile tabanın arasındaki bağı gevşetmenin bir aracı olarak görülmüştü. Çatışmalar durduğunda Kürtlerin mevcut pozisyona bakarak Kürt siyasetinden elini ayağını çekeceği ümit ediliyordu. Fakat genel olarak devletin özelde AKP’nin yaptığı hesap çarşıya uymadı. Devlet içinde çözümü istemeyenler kategorisi bir heyula biçiminde yinelenirken aslında muktedir konumundaki herkesin bu pasifleştirme stratejisinden memnun olduğu gerçeği gizlenmek istendi. Hâlbuki hem sivil hem de askeri bürokrasi, sistem içine çektikleri Kürt meselesini yine sistem içinde sönümlendirme taktiklerini birbirleriyle yarıştırıyordu.
Soru şu neden AKP’nin Kürt siyasetine dair projeksiyonu başarısız oldu? Böylesine bir sorunun onlarca farklı cevabı var ama ilk başta gelen, Kürtlerin siyasi angajmanının ve tecrübesinin iktidar tarafından küçümsenmesidir. İkincisi ise Kürtler arasındaki ihtilafların doğrudan iktidarın yönlendirmesine açık olduğu yanılsamasıdır. Varsayılanın aksine Kürt siyaseti bu süreçte yereldeki bağları sağlamlaştırdı; ama bundan daha da önemlisi özgüven kazandı.
Bu özgüvenin birbiriyle yakından ilişkili iki veçhesi var. Biri doğrudan Kürt siyasetinin denklem dışı bırakılabileceğine dair tüm hesapların iflas etmiş olması. İkincisi de Kürtlerin silahlı güç kapasitesi olarak Ortadoğu’da kazandığı mevzi. Kobane’nin kurtuluşu ile bu aşamada yeni bir aşamaya ulaşıldığı yadsınamaz. Kobane direnişi, Kürt coğrafyasının sınıraşan özelliğini reel zeminde adeta perçinledi. Ezcümle Kürt siyaseti, politik ve de silahlı gücüyle Türkiye’nin ötesine geçen bir etkinlik kapasitesine sahip olduğunun idrakinde. Reel güç ile psikolojik güç arasında bir açı elbette var ancak bu açı düşünüldüğü kadar yüksek olmayabilir.
Kürt siyasetinin halleri
Kürt siyaseti tamlamasını kullanırken siyasetin sahada farklı hallere büründüğünü de söylemek elzem. Genellikle Türkiye sağı ve solu Kürt siyasetini monoblok bir yapı olarak tarif etme eğiliminde. Buradan hareketle de makro analizler ve çıkarsamalar yapma kolaycılığına düşüyor.
Halbuki Türkiye’nin Batısında ve Doğusunda Kürt siyaseti başka hallere büründüğü gibi Kürt coğrafyasında da birbirinden farklı, yerele özgü renklerle şekilleniyor. Hakkari’de olanla Van’da ya da Batman’da tecrübe edilenler çoğu zaman farklı yerel dinamikler üzerinden işliyor. Kürt siyasetinin rekabet etme biçimi de, Kürt olmayan gruplarla ilişki kurma şekli de hatta kendi içinde safları sıkılaştırma yöntemi de farklılık arz ediyor.
Ülkenin Batısındaki Kürtlerin Kürt siyasetiyle ilişkileri de aynı dozda ve yoğunlukta değil. Müesses düzene eklemlenen Kürtlerin bir kısmı Kürt siyasetine belli bir düzeyde sempati de duysa doğrudan aktif örgütlülük içinde yer almıyor. Şehre tutunmaya çalışan, proleter Kürtlerin örgütlülük düzeyi ve siyasete katılımı ise çok daha yüksek. Aralarında mütedeyyin denilebilecek Kürt gençleri de azımsanmayacak kadar çok. Batıda Kürt siyaseti kimlik meselesi olduğu kadar sınıfsal da bir hatta sahip, Kürt coğrafyasında ise kimlik talepleri diğer meseleleri paranteze alacak kadar güçlü. Dolayısıyla Kürt siyasetine neden kimlik siyaseti yapıyorsunuz sorusu nasıl toptancı bir sualse Kürt siyasetinin sınıfsal öğelerini yok saymak da o kadar büyük resmi görmekten uzaktır.
Kürt siyasetinin sınırları
Kürt siyasetinin tüm bunlara rağmen belirli sınırları olduğunu da görmek gerekiyor. Öncelikle reel siyasetin hastalıkları ile malul olan yapı Kürt siyasetine de zaman zaman etki ediyor. Burada altının çizilmesi elzem olan şey, Kürt siyasetinin en azından görünür yüzünün oldukça pragmatik bir siyaset yapma biçimini benimsemiş izlenimi vermesi. Türkiye’nin muhalif unsurları ile kurduğu ilişki, öncelikle Kürt siyasetinin temel önkabullerinin onaylanması şartına bağlıymış gibi bir tavır takınılıyor. Öcalan kültünün ağırlığı ise halen çok belirleyici. Kürt siyasetine dahil olan özneler büyük ölçüde Öcalan kültünü verili ve hatta sorgulanamaz görüyor.
Tabandaki örgütlü gücün dinamizmi ve mücadeleci tavrı, diğer muhalefet unsurlarına nazaran çok daha etkin olduğundan Kürt siyaseti Türkiye’nin muhalif güçleri ile ilişkisinde elini yüksek tutuyor ya da bu yönde bir algı doğuyor. 6-8 Ekim olaylarında tam da böyle bir durumla karşılaştık. Kobane için direnişe katılan sosyalistler, Kürt siyasetinin kendi dinamikleri ile verdikleri karar sonrasında sahadan çekilince haklı ya da haksız kendilerini şaşkın ve güvensiz hissettiler. Böylece yukarıda bahsettiğim özgüven meselesinin Kürt siyasetine dair iki ucu keskin bir bıçak haline dönüşebildiğini de görüyoruz. Bir yandan politik sonuç hasıl edecek ve tabanı hızlı bir biçimde mobilize edilebilecek bir reaksiyon kabiliyeti, diğer yandan özgüvenden kaynaklanan, bağımsız hareket eden bir tavır.
Mesele baraj değil
Kürt siyasetinin genel seçimlere parti olarak girme kararı üzerine Kürt siyaseti dışından epey söz söylendi daha da söylenecek gibi. Reel siyasetin denklemi içinden yapılan tüm bu yorumların ve analizlerin ufku, AKP’nin mukadderatı ile sınırlı. Bir başka deyişle Türkiye’nin müesses siyaseti Kürtleri halen AKP karşısındaki mevzide alacakları pozisyona göre terazi kefesine yerleştiriyor. AKP iktidarını zayıflatma potansiyelini kullanma ya da kullanmama eğilimlerine göre değerli ya da değersiz gösteriyor. Kürt siyasetinin kendi içindeki dengeler ve kendi mücadele hattını belirleme özgürlüğü de yok sayılıyor.
Türkiye’nin muhalefet bileşenlerinin tüm vebalini Kürtlerin kararlarının sonuçlarına ihale etmek istemesi başlı başına tarihi bir yanılgıdır. Aynı tespitin diğer tarafı da Türkiye’nin demokratik muhalefetinin Kürt siyasetinin başarısını kendi başarısının bir neticesi olarak görebilmek adına gerçeğe aykırı senaryolar yazmasıdır. Halbuki çekinilmesi gereken sadece HDP’nin baraj altında kalması durumunda AKP’nin anayasa değişikliğini yapabilecek çoğunluğa ulaşma ihtimali değil. Önümüzdeki büyük risk, iktidarın rahatlıkla içeride ve dışarıda yeni cadı avları ve savaş başlatacak bir noktaya savrulacak kadar körleşmiş olması; demokratik muhalefetin ise halen kendi içinde kavga vermesi. Bu durumda Kürt siyasetine akıl vermenin ötesine geçip özgürlük ve demokrasi mücadelesinde politik hattı tabanda genişletmedikçe rejim tehdidinden çok daha büyük risklerle karşılaşacağımız aşikar. (GGÖ/HK)