Türkiye’nin yakın tarihinin dönüm noktası olabilecek bir seçim dönemini tamamlamış gibi görünüyoruz. Süreç ve sonuçları açısından da yaşadığımız seçim tecrübesi daha önce şahit olduklarımızdan epey farklı bir deneyim olarak hafızalara kazınacak. İktidar partisinin “başarısı” için sahalara Cumhurbaşkanının indiği, seçim güvenliği üzerinde ciddi ve haklı kuşkuların olduğu, özgürlüğün ve kardeşliğin meydanında bombaların patlatıldığı bir seçim bu.
Erdoğan’ın koskocaman bir ülkenin genel seçimlerini kendi niyet ve hedeflerinin gerçekleşmesi için adeta bir referanduma dönüştürmek istediğini ve tüm bu süreçte memleketin yazılı ve yazılı olmayan tüm kurallarını çiğnediğini gördük. Akıllarda onlarca soru vardı ve hemen hemen hepsi AKP ve HDP’nin seçimlerde alacağı oya endeksliydi.
Dolayısıyla bu seçim çok temelde dört parti arasında değil, Erdoğan, AKP ve HDP olmak üzere üç aktör arasında gerçekleşti. İlk ikisi tarihi bir mağlubiyet alırken HDP Türkiye siyasetinin genel seyrini tümden değiştirecek bir başarıya imza attı.
HDP, umuda ortak etmek
HDP’nin parti olarak seçime girme kararı vermesiyle endişeler ve spekülasyonlar havada uçuşmuştu. HDP’yi destekleyenlerin endişelerinin kaynağında yüzde on barajının geçilmemesi halinde demokrasi mücadelesinde geriye düşülebileceğine dair korkular yatıyordu. Öte yandan HDP’nin karşısında, çözüm süreci çerçevesinde AKP ile Kürt siyasetinin kurmaylarının anlaştığını ve bu anlaşmanın “gizli hükümleri” gerçekleştirecek güçlü bir AKP için Kürtlerin seçime asılmayacağını ileri süren hatırı sayılır ulusalcı, milliyetçi aktör mevcuttu. Ancak HDP’nin etkili seçim kampanyası endişeleri de kötü niyetli spekülasyonları da boşa çıkardı. Bu başarıda üç faktörün çok önemli bir yer tuttuğunu söylemek gerekir. İlki Selahattin Demirtaş’ın 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri esnasında kazandığı ivmeyi arttırarak genel seçimlere taşıyabilme konusunda gösterdiği muazzam başarıdır. HDP’ye oy versin vermesin AKP’nin otoriter rejimine hayır diyen herkesin gönlünde Demirtaş’ın sesi yankılandı. Üslubu, siyasi mesajları, insani duruşu ve vicdanıyla Türkiye’nin sağ ve sol vasatında Kürt siyaseti karşısındaki bariyerlerin yıkılmasında çok önemli bir rol oynadı Demirtaş. Üstüne üstlük Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a karşı kerhen İhsanoğlu’na oy veren ve neticede hüsrana uğrayan seçmenlerin bir kısmı Demirtaş’a açık ya da örtük destek verme eğilimine girdi. Kandırıldıklarını düşünenler bu sefer aynı kurgunun içine hapsolmamaktan yanaydı.
Kürt siyasetinin Cumhurbaşkanlığı seçiminde izlenen stratejiyi genel seçimler için de uygulandığını görüyoruz. Demirtaş ve Yüksekdağ dışında siyasi hareketin kamuoyunda bilinen ve bir şekilde tartışmaların odağında yer almış aktörleri bu süreçte çok görünür değildi. Bu stratejinin özellikle Demirtaş-Yüksekdağ çevresindeki olumlu ve net imajın korunması bağlamında tahminlerin ötesinde işlevsel olduğunu düşünüyorum. Partinin yerel örgütleri de aynı dikkati gösterdi ve bu süreçte dışlayıcı dilden, şüpheleri arttıracak adımlardan uzak durdu.
Gezi’nin dilini konuşmak
İkinci faktör HDP’nin siyasi desteğini almak istediği kitleyi genişletme hedefine ulaşmak için Syriza başta olmak üzere uluslararası platformda başarı kazanan sol siyasi oluşumların dilini buranın özgül dinamikleri ile birleştirme yönünde tercih yapmasıdır. Parti programı sunuluş biçiminden içindeki başlıklara kadar geleneksel Kürt siyasi mücadele hattının ötesindeydi. Her şeyden önce umut ve güleryüz üzerine kuruluydu HDP’nin kampanyası. HDP boğulan, kendini iktidarın zulmünden sıkışmış hisseden, isyan eden, arayış içinde olan seçmene ümitli olmak için neden sundu; halayına, türküsüne ortak etti. Tam da bu nedenle Kürt illerindeki kemik kitle ve büyükşehirlerdeki politik Kürtler dışında kentli gençlere hitap etmeyi amaçlayan HDP bu konuda önemli bir ilerleme sağladı. Gezi direnişlerinin dilini sahiplenme tercihi kentli seçmenlerle bilhassa da liberal ve sol liberal isimlerle partinin buluşmasına olanak tanıdı. Fakat daha da önemlisi HDP’ye oy vermeyenlerde dahi partinin kampanyası bir heyecan yarattı. Kentli seçmene aradığı özgürlük ve çoğulculuğun vaadini sundu. Seküler bir hattı takip etmesi ancak CHP’nin çağrıştırdığı “sabıkalı” laiklik politikası yerine demokratik bir sekülerizmi gündeme taşıması sonucunda seküler tabanın teveccühünü kazandı. Hatta muhtemeldir ki Aleviler başta olmak üzere iktidarın Sünnileştirme politikalarından yaka silkenlerin yaşlı değil ama genç kuşağı HDP’yi seçti. Bu yüzden İstanbul’da ve İzmir’de HDP’nin oylarının bu kadar büyük bir artış göstermesi hiç de tesadüf değil. Ve anlıyoruz ki daha önce AKP’ye oy veren büyük illerdeki Kürt seçmen de adresini HDP olarak belirlemiş; hiç duraksamadan oyunu HDP’ye vermiş. Kürt halkının barış talebini sömürmeye kalkan, Ortadoğu’da Kürtlerin özgürlük taleplerine karşı cihatçı örgütleri destekleyen AKP’nin yerine, iradesini tüm bu süreçte itidalini ve sağduyusunu kaybetmeyen HDP’den yana kullanmış. Sadece büyük illerde de değil Türkiye Kürdistan’ında da AKP’nin bu denli oy kaybetmesi sadece Erdoğan’a ve AKP’ye değil; barışın önüne duvar örmeye çalışan ya da barış sürecini kendi siyasi çıkarları için istismar eden tüm aktörlere atılmış bir tokattır. Diyarbakır’da patlayan bombalara cevabı halklar sandıkta vermiştir.
“Seni başkan yaptırmayacağız”
HDP’nin yükselişinin ardındaki üçüncü büyük faktör şüphesiz partinin AKP’ye set çekilmesi doğrultusunda en kilit öneme sahip siyasi oluşum olduğunun kitlelere anlatılmasıdır. HDP bunu görerek “Seni Başkan Yaptırmayacağız” sloganını öne çıkardı. Erdoğan başkanlık sistemi ve Saray üzerinden siyaset yaptıkça HDP’nin kararlı karşı çıkışı Kürt seçmenlerin dışındaki kitleyi de derinden etkiledi ve partiye eklemledi. Kürt siyasetine mesafeli ama AKP’yi geriletmenin yegâne yolunun HDP’ye oy vermek olduğunu düşünenlerin bir kısmı belli ki CHP yerine HDP’yi tercih etti. Bunlarında arasında sosyalistler hatta sayısı çok olmasa da Kemalistler ve Türk milliyetçileri mevcut gibi. Oyların bir kısmı taktiksel olarak verilmiş “emanet oylar” biçiminde olsa da bunu başarabilecek bir ikna kabiliyetine HDP’nin ulaşmış olması azımsanmayacak kadar önemlidir. Bu demektir HDP’nin baraj sorunu kalmadığı gibi inandırıcılık sorunu da çoktan kalmamıştır. Bundan sonra HDP, Türkiye partisi midir “Türkiyelileşmiş” midir soruları tümden anlamsızlaşmıştır. HDP aldığı emanet oyları kendi oylar yapabildiği ölçüde Türkiye’nin uzun soluklu demokrasi mücadelesinin temsil edildiği en önemli odaklardan biri olacaktır.
Muhalefetteyken kaybetmenin adı CHP
HDP böylesine yükselirken CHP ve MHP’ye ne oldu? CHP’nin 2015 genel seçimleri öncesinde sosyal demokrat çizgiye daha çok yaklaştığı ve klasik ulusalcı-Kemalist retorik dışında somut hedefler üzerinden kitleye hitap ettiği doğrultusunda bir genel kabul vardı. Bu kabulün işaret ettiği daha çok nasıl bir CHP görmek istiyoruz üzerine fikir geliştirenlerin iyi niyetli girişimleri. Ötesinde çoktan ıskartaya çıkmış “üçüncü yolculuk” benzeri, sol görünümlü bir liberal parti olma işinin Türkiye’deki seçmende çok da karşılığı yok. Seçim sonuçları bunu bir kez daha gösterdi. Yoksul seçmenin AKP’nin ekonomi politikasının kötü bir koyası gibi görünen CHP’ye yönelmesi için somut bir nedeni yoktu. O da zaten böyle bir hamle yapmadı.
CHP’nin önseçimle sürece girmesinin parti içinde bir heyecan yarattığı inkâr edilemezdi. Önseçim en azından epey bir süredir dar koridorlara sıkışmış parti içi siyaseti daha katılımcı bir çizgiye taşıdı. Ancak tek başına önseçime ve sayısı görece artan kadın ve genç adaylara sırtını dayamak yeterli değildi. Ötesinde bu adayların taban ile daha çok buluşmasını sağlayacak bir organizasyonel akla ihtiyaç vardı ki o devreye girmediğinden parti yerinde saymaya devam etti. CHP, AKP’nin otoriter siyasetine karşıtlık dışında bir demokrasi gündemine sahip değil. Seçim kampanyası bunu çok güzel özetledi. Umudu ve güleryüzü değil bıkkınlık ve yorgunluğu göstererek oy kazanılamayacağı ortaya çıktı. Erdoğan’ın ve AKP’nin bu denli hoyratlaştığı ve gaddarlaştığı bir siyasal atmosferde ana muhalefet partisi büyük bir oy kazancı ile yoluna devam edemiyorsa o da seçimin mağlupları arasındadır.
AKP’den MHP’ye kayan oylar
MHP bu genel seçim süresince de yeni bir şey söylemedi. Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin demokrasi gündemindeki meselelerde alışagelmiş pozisyonunu korudu. Merkez sağ siyasette başka bir gücün olmaması nedeniyle MHP’nin 1990’ların ikinci yarısında olduğu gibi parti politikalarında bir rötuş yapma gerekliliği dahi gündeme gelmedi. MHP açısından en kritik soru son on üç yılda AKP’ye kaybettiği seçmeninden ne kadarını geri kazanacağıydı. MHP’nin bir zamanlar açık ara önde olduğu İç Anadolu’daki illerde denge AKP lehine bozulmuştu. Bu seçimlerde MHP’nin AKP’ye kaptırdığı oyların bir kısmını geri aldığını görüyoruz. Aksaray’da, Tokat’ta, Sivas’ta, Çorum’da, Kütahya’da MHP oylarını büyük ölçüde AKP aleyhine arttırdı. İkinci merak noktası ise partinin Batı illerinde özellikle de sahil kentlerindeki yükselişini koruyup koruyamayacağıydı. İlk sonuçlara bakıldığında Batı illerinde oy arttıramasa da MHP’nin varlığını sürdürdüğünü tespit ediyoruz. Hatta Antalya, İzmir, Çanakkale gibi bazı illerde oyunu dahi arttırmış görünüyor. MHP bugün için istediğini alamasa da CHP’ye oranla bu seçimden çok daha kârlı çıkmıştır diyebiliriz. Ancak bu sonuçta MHP’nin performansı değil AKP’nin kan kaybı etkili olmuştur.
Erdoğan mağlup, demokrasi galip
AKP hiçbir yerde oyunu arttıramadı çünkü iktidarın kibri ve öfkesi kendi seçmenini dahi rahatsız etti. AKP’nin tabanında partiyi destekleyenlerin bir kısmı aslında AKP’den çok Erdoğan isminin arkasına takılmış durumdaydı. Erdoğan bunu gayet iyi bildiği ve AKP’nin seçime hazırlık performansını beğenmediği için meydanlarda esip gürledi. Ancak Cumhurbaşkanı alıcısı olmayan bir malı satmak için çıktığı yolda kitlesini tahkim edeyim derken haddinden fazla zorladı ve yordu. Parti yönetiminin ve tabanın bir bölümü ise Erdoğan’ın cumhurbaşkanı kimliğiyle AKP’nin siyasi kadrolarını bu denli bypass ederek tek adamlık rolü oynamasından çok memnun değildi. Sarayın haşmetinden, dediğim dedik tavrından rahatsızlık duyanlar, yolsuzlukların gerçekliğini Saray’ın ihtişamıyla idrak edenler, “paralel ile mücadele” adı altında yapılan işlerin ve yürütülen propagandanın fazla abartılı olduğunu düşünenler de bu seçimde AKP’den desteğini çekti. AKP seçmeninin bir bölümü, belli ki “iktidar sarhoşluğu” içinde olduğu düşündükleri partiye ve onun dolayımıyla Erdoğan’a sert bir ihtar verdi.
7 Haziran gecesi itibari ile Erdoğan’ın başkanlık rüyası bitmiştir. Ötesinde seçim kampanyasını yürüten Erdoğan siyasi yaşamındaki en büyük yenilgiyi almıştır. Halkın demokratik bedeni, otoriter kibre ve onun zehirli diline sırtını dönmüştür. Bir başka ifadeyle AKP’nin 2011’den bu yana izlediği siyasi strateji ve omurga dağılmıştır; bundan sonra çözülme hızlanacaktır. Gezi’nin ayak sesleri ikinci yıldönümünde sandıkta AKP’nin tahtını devirmiştir. Bugün şu saatlerde HDP’nin oyunun arttığı her yer Taksim meydanıdır. HDP’nin başarısı sadece AKP’nin ve Erdoğan’ın iflasının değil, özgür ve demokratik bir ülkede yaşamak isteyen tüm halkların çığlığıdır. Ancak unutmayalım AKP’nin düşüşü ile bu iş bitmiyor, mecliste ve sokakta birbirimizle dayanışmaya hala çok ihtiyacımız var. Güzel günler göreceğiz diyerek mücadeleye devam! (GGÖ/HK)
Fotoğraf: Sezgin Pancar - İstanbul/AA