Basın Kanunun 26. maddesinin birinci fıkrasına göre "Basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu Kanunda öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının günlük süreli yayınlar yönünden iki ay, diğer basılmış eserler yönünden dört ay içinde açılması zorunludur".
Basın ceza davalarını açılma süreleri konusunda, yasa koyucu diğer kanunlardan farklı ve ayrı bir düzenleme getirmiştir. Günlük süreli yayınlar, örneğin gazetelerde yayımlanan haberlerden, köşe yazılarından dolayı ceza davasının iki ay içinde açılması gerekir. Diğer basılmış eserler, yani haftalık/aylık dergiler ve romanlar için ceza davası açma süresi ise dört aydır. Gazeteler için iki aylık süre ile diğer basılmış eserler için kabul edilen dört aylık süre, kural olarak yayın tarihinden itibaren başlar. Ancak basılan eserlerin Basın Savcılığına teslimi basımcılar tarafından yapıldığı için, bu süre; basılmış eserin basın savcılığına teslim edildiği tarih olarak kabul edilmiştir. Bu durumda Basın Kanunu madde 26 ikinci fıkraya göre, basılmış eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edildiği tarihten itibaren ceza davası açma süresi başlar.
Basılmış eserlerin Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmemesi halinde ise iki aylık veya dört aylık sürenin başlama tarihi, suçu oluşturan fiilin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından öğrenildiği tarihtir. Bu öğrenme tarihi ile bağlantılı olarak bu süreler, Türk Ceza Kanununun dava zamanaşımına ilişkin maddesinde öngörülen süreleri aşamaz.
İşte bu iki aylık sürenin Anayasaya aykırı olduğu iddiası ileri sürülerek iptal başvurusunda bulunulması üzerine, Anayasa Mahkemesi 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan "iki ay" ibaresinin Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline, bu kararının Resmi Gazetede yayımlanmasından itibaren bir yıl sonra iptal kararının yürürlüğe girmesine karar verdi. (28.04.2011 Tarih. Esas 2009/66, Karar 2011/72. RG. 06.07.2011 Sayı 27986)
Anayasa Mahkemesi kararı 6 Temmuz 2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlandığına göre, bir yıl sonra, yani 6 Temmuz 2012 tarihinde iki aylık dava açma süresi hakkındaki yasal düzenleme iptal edilmiş olacaktır. Anayasa Mahkemesinin bu kararından sonra geçecek bir yıl içinde günlük basılmış eserler için iki ay içinde dava açılması zorunluluğu vardır ve yürürlüktedir. Bir yıl sonra yürürlükten kalkacak olan Basın Kanunun 26. maddesinin birinci fıkrasında yazılı "iki aylık süre" yerine, kanun koyucuya Anayasa Mahkemesinin gerekçesine uygun yeniden yasal düzenleme yapabilmesi için bir yıl süre tanınmıştır.
Umarım, yeni düzenleme yapacağız bahanesiyle Basın Kanunundaki basın özgürlüğünü korumaya çalışan haklar geri alınmaz... İleri demokrasinin halleri belli mi olur!
Anayasa Mahkemesi kararında da belirtildiği gibi, Basın Kanununda öngörülen iki ve dört aylık süreler, hak düşürücü sürelerdir, zamanaşımı süreleri olmayıp her hangi bir şekilde uzamaları ya da kısalmaları söz konusu değildir. Ancak, 26. Maddesinin beşinci fıkrası uyarınca, kamu davasının açılmasının izin veya karar alınmasına bağlı olduğu suçlarda, izin veya karar için gerekli başvurunun yapılmasıyla bu süreler duracaktır. Bu takdirde durma süresi, iki ayı geçemeyecektir.
Anayasa Mahkemesi, Basın Kanunundaki iki aylık süreyi ceza usul yasaları ile karşılaştırarak değerlendirmiştir. Basın Kanunun 26. maddesinde "davanın açılması"ndan söz edilmektedir. Basın Kanununun yürürlüğe girdiği 2004 yılında eski 1412 sayılı "Ceza Muhakemeleri Usulü Hakkında Kanun" (CMUK) hükümlerine göre iddianamenin düzenlenip mahkemeye verilmesiyle birlikte "kamu davası" açılmış sayılırdı. Ama yeni ceza usul yasası 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmesiyle bu durum değişti. Yeni 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 175. maddesinin (1). fıkrasına göre kamu davası, bundan böyle iddianamenin Mahkeme tarafından kabulü kararıyla açılmış sayılacaktır. Bu durumda, CMK 174. maddesinde iddianamenin kabul edilmesi için öngörülen onbeş günlük süre, Basın Kanununun 26. maddesinde belirtilen iki aylık dava açma süresine dâhil olmaktadır. Böylece, yeni 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunundaki düzenleme, Basın Kanununda öngörülen iki aylık dava açma süresinin daha çok kısalması sonucunu doğurmaktadır.
"Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlettir. Yasaların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu nedenle yasa koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması gerekir." Anayasa Mahkemesinin iptal kararının temeli bu gerekçedir.
Anayasa Mahkemesi bu gerekçeden hareketle; Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" başlıklı 36. maddesini; herkesin yargı organları önünde davacı ya da davalı olarak sav ve savunma hakkı veren, bireyleri koruyucu güvence olarak kabul etmiştir. Ayrıca Basın Kanunundaki iki aylık dava açma süresini ceza muhakemesi şartı olup yargılama usulüne ilişkin olduğunu ve basın suçlarında "dava açma süresini belirleme" yetkisinin yasa koyucunun takdirinde olduğunu da vurgulamaktadır.
Günümüzde ve hemen hemen "bütün ülkelerin basın kanunlarında, basın davalarında gecikmelerin önlenerek basın özgürlüğünün zedelenmesine engel olmak amacıyla, basın suçlarına ilişkin davaların açılması için özel sürelere yer verildiği" tespitini yapan Anayasa Mahkemesi; basının uzun süre ceza tehdidi altında kalmaması ve basın özgürlüğünü güvence altına almak amacıyla açılacak davalar için belirli süreler öngörüldüğüne kararında değinmektedir. Gerçekten Basın Kanunu taslak çalışması sırasında da amaç buydu. Basını, uzun süre ceza tehdidi altında tutmamak...
Yasa koyucu hangi ölçütlere göre hareket etmelidir ki; yaptığı kanun hak ve özgürlüklere zarar vermesin? Anayasa Mahkemesi'ne göre; "Yasa koyucu basın suçlarında dava açılmasını belirli bir süreyle sınırlama konusundaki takdir yetkisini, Anayasa'da belirlenen kurallara bağlı kalmak ve adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini gözetmek koşuluyla kullanabilecektir. Bir başka ifadeyle, bir yandan basın mensuplarının uzun süre ceza tehdidi altında bulunmalarına engel olunması, diğer yandan da suçtan mağdur olanların hak arama özgürlüklerinin zarar görmemesi amacıyla basın suçlarında dava açma süresinin makul bir süre olarak belirlenmesi suretiyle, basın hürriyeti ile hak arama hürriyeti arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir."
Basın suçlarında Cumhuriyet Savcılığı'nca re'sen dava açılmasıyla korunmak istenen hukuki yarar ile basın hürriyetinin korunmasındaki hukuki yarar arasında da makul bir dengenin bulunması gerekir.
Anayasa Mahkemesi basın özgürlüğü ile hak arama özgürlüğü arasında "adil ve makul bir dengenin" kurulamadığı fikrindedir.
Anayasa Mahkemesi, yeni 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun iddianamenin kabulü için öngördüğü prosedürde onbeş günlük sürenin dava açma süresine dâhil olması, iddianamenin iadesinden sonra yeniden iddianamenin düzenlenmesi, şüphelinin ifadesinin alınması, adli para cezasını gerektiren suçlarda ön ödeme önerisinde bulunulması gibi durumlarda, Basın Kanununda kabul edilmiş olan iki aylık dava açma süresinin fiili olarak kısalması ve buna bağlı olarak sürenin kaçırılması sonucunun da doğabileceği düşüncesindedir. Anayasa Mahkemesine göre; "dava açmanın Cumhuriyet savcısının inisiyatifinde bulunduğu da gözetildiğinde, iki aylık dava açma süresinin yeterli ve makul bir süre olmadığı açıktır."
Bu nedenlerle Anayasanın 2 inci maddesinde düzenlenmiş olan sosyal, laik demokratik hukuk devleti ilkelerine ve Anayasada hak arama özgürlüğünün düzenlendiği 36. maddeye aykırı bulunan 5187 sayılı Basın Kanunun 26 ıncı maddesinin birinci fıkrasındaki günlük süreli basılmış eserler için dava açma süresinin iki ay olarak kabul edildiği düzenleme iptal edilmiştir. (Fİ/ŞA)