Her birimizin bizi “biz” yapan, ama başkalarına gıcık gelen bazı özellikleri var. Tembeliz, işkoliğiz, titiziz, pasaklıyız, aşırı sosyaliz aveya tam tersine asosyaliz. Ve sahip olduğumuz bu kişilik özelliklerimiz de kaçınılmaz bir biçimde yaşadığımız ilişkileri etkiliyor.
Bazı çiftler uyumsuzlukların uyumundan doğan bir zarafetle çok iyi kotarabiliyor gıcıklıklardan doğan durumu. İşin aslı, birbirlerinin kusurlarına anlayış gösteriyorlar. Bazı çiftlerse bu gibi durumlarla baş edemeyip ya karşısındakini bir dönüştürme projesi olarak ele alıyor, ya da inceldiği yerden kopsun anlayışıyla hareket ediyor.
Peki ya ilişkinizde az önce bahsetmiş olduğum zarafete sahipseniz ve işler yolunda gidiyorsa, o zaman ne oluyor?
Sevginin ve aşkın gırla gittiği, birbirine destek olan ve hayatı birlikte yaşamaktan keyif alan bir çift düşünün. Ufak tefek şeyler için arada atışsınlar, ama çok ciddi bir kavgaları olmasın. Mesela sadece senede bir kere yüksek sesle tartışıyor olsunlar. Bekar arkadaşları bir yandan onlarla olduğunda çok eğlenirken, bir yandan da o mutlu aşklara duyulan tiksinmeyi hissetsin içten içe.
Mutluluğun açmazları
Örneklem çiftimiz için her şey ne kadar da güzel görünüyor değil mi? "Hayatta böyle bir şey çıkmış karşına, daha ne istiyorsun, dert mi arıyorsun?" diyerek bu yazıyı burada noktalar ve onlara mutluluklarının devamını dileyebiliriz. Hatta bir gün aynı talih kuşunun da bizim başımıza konmasını isteyebiliriz. Oysa içinde bulundukları durumun yani mutluluğun kendi açmazları da var.
Mutlu aşkların sanıldığı kadar mutlu olduğunu düşünmüyorum. Özellikle de belli bir süre geçmiş ve çevrenizdeki kişiler sizi tek başınıza algılayamaz olmuşsa. Mesela bir yere yalnız gitseniz, hemen eşinizi sorarlar ( “Ne olmuştu, hasta mıydı, niye sizinle gelmemişti, ay yoksa –nihayet- aranız mı bozulmuştu” ); bebeklerini sevseniz darısı sizin başınıza derler ( “Bak biz ikinciyi yaptık, siz ne yaptınız bu arada" ).
İşte tam böyle bir noktada, bir çok kişi için nazar boncuğu takılabilecek bir ilişkideyken, rahat bırakılma ve kendi ilişkinizi yaşama sınırını artık maalesef geçmişsinizdir. İlişki artık sizden bağımsız, ötekilerin de söz sahibi olduğu bir şey halini almıştır. Ve bir kere ipin ucu kaçtı mı, onu geriye sarmak çok kolay olmayabilir.
Kimisi mutlaka "çift" olmak istiyor
Ortalık karıştırmakta zaman zaman usta olabilen aileler torun, arkadaşlar eğlence bekler. Şöyle sözler uçuşur havalarda, “Ay, sizin kadar mutlu olsam bir dakika düşünmem…” Neyi düşünmezsin diye sormaksa kaçınılmazdır. Daha yaşın otuz olmamışken demir atmayı mı? Beraberinde gelen sorgulamalarsa iyiden iyiye iç sıkar: Zaten ben demir atmış sayılmaz mıyım, seviyorum seviliyorum, gözümün başkasını gördüğü yok, e daha ne istiyorum hayattan o zaman? Sanki bu gece barda gönlüm hovarda dolaşan biriyim de tutup da bundan korkuyorum. Ama bir yandan da şu duygu içinizi kemirir, ya öyle olursa, ya ben değişirsem, ya o değişirse.
Bazı kişiler bu şekilde onları saran bir üst benlikle yaşamaktan hoşlanıyor. Sanki kendiyle alıp veremediği bir şey varmış gibi, isminin başka bir isimle anılması onun varlığına güç katıyor. Hatta kaza eseri yalnız kalsa, bir anda dünyası şaşıveriyor. Eli ayağına dolanıp, bir yarısı koptuğunda diğer yarısını arayan kertenkele yavruları gibi çırpınıyor.
Anlıyacağınız uzaktan ışıltılar saçan bu gibi ilişkiler bile kendi içinde bir hayli çıkmaza gebe olabiliyor.
Kötü kötü konuşup iç karartmak ve kurtarılmış bölge misali ayakta duran bu ilişkileri gölgelemek değildi niyetim. Ama durum bu. Çaresi nedir deseniz, sadece kendi haline bırakmak diyebilirim. Bırak ki, gidebildiği yere gitsin. Daha iyi bir önerisi olan varsa duymak için sabırsızlanıyorum. (EK/NZ)