Coupling muhteşem bir dizi. İkili ilişkilere dair çok şey anlatıyor; bir yandan gülüyor bir yandan öğreniyorsunuz. Biliyorum bizdeki öğrenmenin ciddi bir davranış olmasıyla çelişiyor bu bilgi, ama dizimiz her karakteriyle içimizdeki başka bir ben’e seslenmeyi başarıyor.
Hiç izlememiş olanlar için Coupling’e kısa bir giriş yapayım: Dizi zaman içinde birbirinin sevgilisi olmuş, 30’larının başlarında üç kadın ve üç erkeğin ilişkilerini konu alıyor. Dizinin ilk bölümünde sevgili olan Steve ve Susan, dizinin son bölümünde çocuk sahibi, yani bir aile oluyorlar.
Son sezonun en hoş yanlarından biri Steve üzerinden çocuk sahibi olmakla ilgili bir çok kişinin duygularına simultane çevirmenlik yapıyor olması. Susan çocuk sahibi olmak konusunda oldukça istekliyken, Steve’in bu konuda ciddi korkuları var. Zaten çocuk yapmak için Steve’den habersiz doğum kontrolünü kesen de o.
Annenin korkuları, babanın korkuları
Steve’in hamilelik süresince her gece bir fetüs tarafından idam edildiği rüyaların yanında, Susan’ın hormonları sebebiyle gece gündüz yaşadığı sorunlar sabun köpüğü gibi kalıyor. Steve’in, kendisinin bir parçası olan bebeği uzun bir süre alien olarak algılaması da hissiyatına dair çok şey anlatıyor.
Burada asıl dikkat çeken 9,5 ay boyunca bebeği taşıyan annenin korkularından ziyade, babanın korkularının önplanda olması. Bir nevi bizlere annelik güçlü olmak, tüm fiziksel ve ruhsal değişimleri yaşamak ve giderek pasifleşen sevgiliyi eğlemektir diyor sanki. Fazla mı abarttım?
Bir de Sex and the City adlı diziyi düşünelim, hani 30’larında dört kentli kadının ilişkilerini konu alan. Kaymak tabakanın üyelerinden olan bu kadınlar karşı cinsle kurdukları ilişkilerde bağlılık ve aile olmakla ilgili çesitli kaygılar taşıyor (evlilik ve çocuk takıntısı olan Charlotte’u saymazsak).
Derken aralarından biri -Miranda- eski sevgilisinden hamile kalıyor. Beklenmedik bu hamileliğe Miranda’nın ilk verdiği tepki kürtaj kararı oluyor. Fakat doktorun ofisinde ilerleyen yaşı ve artık işlevini yitirmiş olan bir yumurtalığını düşününce hayatına yapacaklarını bilerek değil, ama öngörerek bu bebeği doğurmaya karar veriyor. Ve çocuğunu yalnız büyütmeye, yani aile olmamaya.
Roller tersine dönünce...
Hamilelik Miranda’nın hayatını etkiliyor, ama bebek doğduktan sonra o günleri arar oluyor insan. Bir zamanların başarılı iş kadını gidiyor, yerine uykusuzluktan serseme dönmüş ceketlerinin üzerinde bebek kusmuğu olan bir kadın geliyor. Bebeğin varlığı sosyal hayatını da baltalıyor tabii ki; arkadaş grubu artık ona dayanamaz oluyor. Bir bebeğin ritmiyle, 30’larında bekar kadınların ritimleri birbirini tutmuyor elbet. Artık en büyük eğlencelerinden biri olan alışveriş turlarında bile istenmez oluyor.
Ve Miranda tüm bunları öfkeyle, korkuyla yaşıyor. Tıpkı Coupling’de Steve’in yaşadığı gibi. Sex and the City’de roller tersine dönmüş; burada da Coupling’in aksine anne kaygılar taşırken baba bu değişimi rahatlıkla karşılıyor.
Coupling’in de Sex and the City’nin de bizlere anlatmaya çalıştığı hissiyatlarda hakikat payı muhakkak ki var. Elbet, çocuk sahibi olmak hayatta başka hiçbir şeye benzemiyor. Hatta her gün beslemeniz gereken, sizden ilgi bekleyen ve geceleri miyavlayarak sizi uyandıran bir kedi bile yeterli bir egzersiz değil. Çocuk sahibi olduktan sonra siz eskisi gibi olsanız da, hayatınız asla öyle olmayacak. Elinizden kaçıp gidecek bir sürü durum sayabilirim, peki ne katacak ya da ne olacak derseniz, burada sözü doğum anına şahitlik eden Steve’e bırakıyorum:
“… Sonra biraz daha kesme ve kırpma oldu. Kırmızı bir şey tartıların üzerine kondu. Bu konuda bir şey hissetmem gerektiğinden emindim. Hiçbir şey hissetmedim. Sadece eve gitmek, film izlemek ve cips yemek istiyordum. Hemşire onu görmek isteyip istemediğimi sordu. Suzan git ve bak ona dedi. Ben de baktım. Gittim ve baktım. Kırmızı, çirkin ve gürültücüydü. Hissetmem gereken şeyi hissetmedim, hiçbir şey yoktu. Ben epidural adamdım.
Ve sonra o bana baktı. Aman tanrım ben, ben tamamen başka biri oldum.”(EK/EÜ)