*Yönetmen Veysel Çelik, festival yolculuğu devam eden Kefaret Yağmuru'nu bianet okurları için 48 saat süreyle erişime açtı, filmi buradan izleyebilirsiniz.
Yönetmenliğini Veysel Çelik’in yaptığı, baş rolünde Alan Ciwan’ın yer aldığı Kefaret Yağmuru (Salvation Rain) filmi acı bir hatıranın peşinde 20 yıl sonra köyüne geri dönen Janya’nın bilinçaltındaki çatışmaya ve yaşadığı suçluluk duygusuna odaklanıyor.
Yanan bir köy ve helikopter sesleri ile açılan filmin ilk sahnesi zamansız ve mekânsız bir Türkiye portresi. Çocukken, köyünde yaşanan bir gece saldırısından kaçarak tek başına hayatta kalmayı başaran Janya, köyüne geri döndüğünde geç kalan yasını tutmaya başlar. Janya'nın dünyasında çocukluk ve yetişkinlik, dün ve bugün, inkâr ve kabul, ölüm ve yaşam iç içe geçer...
Chilliwack Independent Film Festival, Internationale Kurzfilmtage Winterthur, Turkish Film Festival Frankfurt, 8th Human Rights ShortFilm Competition gibi festivallerden ödülle dönen Kefaret Yağmuru’nun yönetmeni Veysel Çelik ve yapımcısı Asiye Alımcı Çelik ile film üzerine söyleştik.
Kefaret Yağmuru yanan bir köy ve helikopter sesleri ile açılıyor. Filmin senaryosunu kurgularken etkilendiğiniz tarihsel bir olay var mıydı? Yapım süreci nasıl başladı ve proje nasıl gelişti?
Veysel Çelik: Filmin senaryosu iki yılda yazıldı. Temelinde bir dönüş hikayesi üzerine çalışırken, Mehmed Uzun’nun “Nar Çiçekleri” kitabında okuduğum bir paragraf beni çok etkiledi. Ermeni katliamı sırasında yaşadığı köydeki tüm yakınlarını kaybetmiş ve şans eseri hayatta kalmış, hayatta kaldığı için kendini suçlu hisseden ve köyüne geri dönemeyen Ape Vardo’nun tutamadığı yasın hikâyesiydi bu.
O dakikadan sonra üzerinde çalıştığım hikâye bu yönde ilerlemeye başladı. Bir katliam sonrası tek başına hayatta kalan kişiler için “Kılıç Artığı” tabiri kullanılırmış. Hatta çekimler bitene kadar filmin adı da bu şekildeydi. Yaptığım okumalarda, yakın tarihimizde bu olayı yaşamış onlarca insanın olduğunu keşfettim. Bu insanların en büyük ortak özellikleri suçluluk duygusu ve tutulamayan yastı. Buradan yola çıkarak yas olgusu üzerine okumalara devam ettim. Bu okumalar sırasında, bir nedenle tutulamayan yas sürecinin insan ve toplum üzerindeki etkilerinin birebir karşılığını yaşadığım coğrafyada, toplumda, çevremde ve özellikle kendimde bariz bir şekilde fark ettim.
Ben de o güne dek yaşadığım hiçbir durum karşısında sağlıklı bir yas süreci geçirmediğimi gördüm. Yazım süreci Ape Vardo’nun 20 yıl gecikmiş yasını tutması üzerine ilerlerken bir yandan da kişisel olarak yaşadığım coğrafyadaki durumlar karşısında kendi yas sürecimi yaşamama neden oldu.
“Bize destek verecek yerel kurum kalmamıştı”
Asiye Alımcı Çelik: Filmin yapım süreci yazım sürecinden daha uzun sürdü̈. Ön prodüksiyonu 2015 yazında Batman ve çevre köylerinde yaptık. Planımız filmi o yıl çekmekti ama güneydoğuda yaşanan olaylar bizi engelledi. Kültür Bakanlığından 2 yıl destek alamadık ve karışık olan siyasi durumlardan ve çatışmalardan dolayı ekibi de bölgeye götüremedik. 2018 yılında prodüksiyon sürecini tekrar, ikinci kez başlattık.
Siyasi durumlar değiştikçe bize destek verebilecek yerel kurumlar da kalmamıştı. Bu nedenle filmin tüm finansmanını kişisel birikimlerimizden karşılamaya karar verdik ve ekibi 2018’in Aralık ayında Hasankeyf’e götürebildik. Politik bir hikaye çekmenin zorluklarıyla karşı karşıya kalmamıza rağmen, ciddi bir çaba sarf etmek zorunda kaldık. Bütçemiz filmin son aşamasında tükendiğinde Bando Post Prodüksiyon Ekibi, Colorist Hakan Palioğlu ve ses tasarımında Umut Döven ile Birkan Tuna değerli desteklerini sunarak filmi 2019 yılında tamamlamamıza yardımcı oldular.
Karakteriniz, adını Renas Jiyan’ın aynı isimli “Janya” şiirinden alıyor ve filmde de “Tanrı ve zaman yanlış hatmedilmiş, kilise çanları sağır, minareler kısa, geç kalmış, geç kalmış yağmurlar” dizelerini tekrarlıyor. Bu şiiri seçmenizin özel bir nedeni var mı?
V.Ç: Filmde Renas Jiyan’ın “Janya” isimli şiirinden küçük bir bölüm kullandım. Bu bölümü̈ özellikle seçtim çünkü yaşadığımız modern toplumlarda yaşanan dehşet verici olaylar karşısında insanların kör ve sağır olması artık dayanılır gibi değil. Dünyada en çok inananı olan iki dini temsilen kullanılan kilise çanlarının sağır oluşu ve minarelerin kısalığı film boyunca Janya’nın ağzından çıkacak tek haykırışa çok yakışıyordu.
Köyün bulunduğu mekan da hem gündüz, hem de gece sahnelerinde önemli bir rol oynuyor. Bu mekanı nasıl belirlediniz? Bildiğiniz bir bölge miydi?
A.A.Ç.: Filmin çekimleri Veysel’in memleketi olan Batman’a bağlı Hasankeyf’te gerçekleşti. 2015 ön prodüksiyonu tamamlandığında aslında dört farklı lokasyonumuz vardı. Kaçış sahnesi için bir asma köprü̈ gerekiyordu ve Hasankeyf’e yakın bildiğimiz böyle bir köprü̈ vardı. Oraya gidince köprünün diğer ucunda eski, terk edilmiş bir köy olduğunu fark ettik. Senaryo için gerekli tüm mekânları tek başına sağlıyordu. Orada gezdikçe o köyün sıradan bir köy olmadığını gördük. Köy, filmde anlatmaya çalıştığımız katliam gecesini tam 20 yıl önce yaşamış ve 1990’lı yıllarda tamamen boşaltılmıştı.
Yerel halkın desteği ile bütün imkanlar sağlandı ve biz yedi gün rahat bir şekilde filmi çekebildik. Yangın sahneleri sonrası köye bir hüzün çökerdi çünkü̈ köylüler bu sahnelerin gerçeğini, tam da orada yaşamışlardı.
"Hayatta kaldığı için suçluluk duygusu yaşamak"
Filmde iki zaman iç içe geçiyor: Janya’nın 20 yıl önceki köy katliamından kaçışı ve geri döndüğünde yaşadığı sanrılar. Kaçınılan travma sonunda ortaya çıkıyor. Öğrenciler ile aynı sıraya oturduğunda çocukların yadırgayan bakışları altında mahcup olduğunu görüyoruz. Janya zamanında tutamadığı yası tutarken aynı zamanda hayatta kaldığı için utançla karışık bir suçluluk yaşıyor diyebilir miyiz?
V.Ç.: Evet tam olarak karşılığı budur. Hayatta kaldığı için suçluluk duygusu yaşamak. Bu durum herkesin empati kurabileceği bir duygu değil. Janya’nın iki farklı zamanı yaşadığı anlar onun kabullenmeyen tarafının baskın geldiği zamanlardır. Sınıf sahnesinde reddeden tarafıyla 20 yıl önceki gibi eski sırasında otururken, sıra arkadaşının 20 yıl büyümüş Janya’ya tuhaf bakışı ile gerçek zaman çatışıyor. Hemen ardından yarım bir kabulleniş ile bu kez o çocukların öğretmeni rolüne geçiyor. Suçluluk duygusu ile arkadaşlarının yarım kalan eğitimlerine devam ediyor.
Janya’nın hayali helikoptere karşı sapanla köyünü korumaya çalışmasından öfkesinin hala bir çocuk öfkesi olarak kaldığını görüyoruz. Karakterin bu yolculuğu üzerinden toplumsal tabloya bakarsak, bir Kürt yönetmen olarak sistematik şiddete maruz kalan halkların toplumsal travmalarıyla ve geçmişleriyle yüzleşme süreçlerini siz nasıl yorumluyorsunuz?
V.Ç.: Sistematik bir şekilde şiddete maruz kalan bir halkın bir bireyi olarak geçmişimle yüzleşme konusunda hangi aşamada olduğumu şu an kestiremiyorum. Yaş aldıkça, olgunlaştıkça travmalarım gün yüzüne çıkmaya başladı. Geçmişim; bugün okuduğum kitapları, dinlediğim müzikleri, arkadaş seçimimi ve bunun gibi sıradan gündelik durumları büyük ölçüde etkiliyor.
Bugün geri dönüp çocukluk yıllarıma bakınca içinde yaşadığım kaosun, bugünümü bu kadar etkilediğini görmek beni gerçekten üzüyor. Ve bu durumla barışık yaşamamı engelliyor. Benden tüm çocukluk hayallerimi almışlar. Tüm inancımı ve umudumu yerle bir etmişler. Bireyin üzerindeki bu etkiyi toplumsal bir etkiyle çarparsak ortaya kuşaklar boyu silinmeyecek bir iz bırakıyor.
Etkileyici görüntülerin yanında ses tasarımı da filmin atmosferini zenginleştiriyor. Filmin işitsel ve görsel dünyasını tasarlarken aklınızda neler vardı?
V.Ç.: Filmin işitsel ve görsel dünyası, hikâyeden önce geliyordu. Özellikle film içinde diyalog veya monologa yer vermemek bunu daha da önemli kılıyordu. Filmin hikayesinin temeli zaten ağır bir dram içerdiği için müzik kullanımı çok riskliydi. Görsel hafızamızdan sonra en güçlü hafızamız sestir. Janya’nın 20 yıl boyunca görsel hafızasında silinen tüm olaylar ses aracılığıyla geri geliyor. Bunun yanında izleyicilerin de sadece ses aracılığı ile karanlık bir gecede yaşanan insanlık dışı durumları resmetmesini istedim.
Resim bölümü mezunu olduğum için filmin görsel dünyası benim için her şeyin önündeydi. Göstermek başlı başına bir sorunsal zaten. Nasıl göstereceksiniz? Çirkin bir durumu estetik kaygılar ile göstermek zorlayıcı bir durumdu. Onu bakılabilir hale getirmek. Sadece ışık ve renk ile duygu aktarmak. Kadraja dahil ederek ve çıkartarak vurgu yapmak.
Görüntü yönetmenimizin Mehmet Y. Zengin olması, bu konuda bir yönetmenin başına gelecek en iyi durum diyebilirim. Teknikten uzak duygu dolu resimler yaratabildik.
Filmin festival yolculuğu nasıl geçti? Seyircilerden aldığınız tepkiler ne yöndeydi?
A.A.Ç.: Filmin festival yolculuğu 2019 yılının Ekim ayında başladı. İlk davetimizi Fas’da düzenlenen ve çok iyi bir seçkinin bulunduğu Tangier Mediterranean Short Film Festival’inden aldık ve Fas’a gittik. Filmin ve sürecin getirdiği heyecanla her şey çok hızlı gelişti. Üst üste ve dünyanın farklı noktalarından gelen festival davetleri filmi farklı seyircilerle buluşturdu. Almanca ve İngilizce çalışabilmem, bize en uzak olan şehir ve ülkeleri yakınlaştırdı.
Şu ana kadar Kefaret Yağmuru 12 farklı ülkede toplam 56 film festivaline katıldı ve 15 ödül aldı. Ödüllerin çoğunluğu Türkiye’deki festivallerden olmasına rağmen, birçok festivalin politik duruşundan kaynaklı olarak filmi seçkilerine almadıklarını öğrendik. Bu ne kadar üzücü olsa da, diğer taraftan Türkiye’nin en önemli seçkisi sayılabilecek Siyad Ödüllerine 5 kısa film arasından aday olabildik. İki farklı yönde tepkiler aldık.
Filmin ambiyansından büyülenmiş olan seyirciler ve filmin politik duruşundan ürkenler. Bu filme hem prodüksiyonda hem de özellikle anlam ve duygu olarak büyük önem verdik. Dolayısıyla, seyircilerimize filmi izlerken hissedebilecekleri ve empati kurabilecekleri bir film oluşturmak istedik.
Özellikle filmin yurt dışında bu kadar festivale katılabilmesini, sadece Türkiye’de değil, yabancı ülkelerde bile anlaşılabilmesini ve kabul görmesini evrensel bir film yapabildiğimizin bir işareti olarak görüyor ve önemsiyoruz. Bu süreçte bir araya geldiğimiz ve uzun sohbetler yaptığımız uluslararası film ekipleri de gelecekteki projelerimiz için değerli kazançlar oldu. (YK/EMK)
Asiye Alımcı Çelik Türkiye ve Almanya'da sinema ve ekonomi hukuku alanında çalışan hukukçu ve film yapımcısıdır. 2017 yılında Istanbul ve Frankfurt’da faaliyet gösteren AVA Arthouse şirketini kurdu. Türk/Alman Sinema Hukuku alanında danışmanlık sağlamanın yanı sıra Türk ve Avrupa ortak yapımları için bir köprü olma misyonuyla çalışmalarına devam etmektedir. |
Veysel Çelik 2005 yılında "Marmara Üniversitesi Resim" bölümünü okuduktan sonra, Fotoğraf ve Plastik Sanatlar gibi farklı disiplinlerde eğitimini sürdürdü. Sanat üretimlerini sinema yolu ile aktarmayı tercih ederek ilk kısa filmi "Tünel"i 2007 yılında yönetti. 2932, Uyuyan Günah İşlemez, Soma 301 adlı kısa filmleri ulusal ve uluslararası film festivallerinin seçkilerine girdi. Kefaret Yağmuru kısa filmi ulusal ve uluslararası 56 festivalden 15 ödül ile döndü |