Ülkemize CHP’nin Şişli, Beylikdüzü, Konak ve Odunpazarı belediyelerinin davetlisi olarak tam adı José Alberto Mujica Cordano, namı diğer Pepe adlı Uruguay’lı bir siyasetçi geldi. Cumartesi günü Beylikdüzü Kültür Merkezi’nde, Enver Aysever’in ‘aykırı sorular’ konuğu olarak 80 yaşındaki bu ‘genç’ insanı dinledik. Binlerce siyasetçi arasından ve üstelik üç buçuk milyonluk küçük bir ülkenin bir siyasetçisinin ne özelliği var ki diye sorabilirsiniz.
Bir siyasetçiyi, sanatçıyı, sporcuyu, bilim insanını ait olduğu ülkenin nüfus büyüklüğüne göre değerlendirmek, saçmalıktır. Akit ve benzeri yayın organları tam da kendilerinden beklendiği gibi kimsenin bilmediği küçük bir ülkenin siyasetçisi diye hem Mujica’yı küçümsediler, hem de davet sahibi CHP’ye saldırdılar. Mujica’nın “Saraysız Başkan” sıfatı, doğal olarak “Saraylı Başkan” şakşakçılarını rahatsız etmişti! Hâlbuki Akit ve çevresi, örneğin o küçük ülke İsrail’i çok iyi biliyorlar!
Geçelim bu saldırgan ve iftiracı dili!
Mujica’yı ayırıcı kılan nedir?
Bakan olması, senatör seçilmesi, 2010-2015 dönemi boyunca Uruguay Devlet Başkanlığı yapması ya da çıkardığı köklü yasalar mı?
Hayır.
Mujica, 1960’lardan itibaren 30 yıl boyunca Tupamaros gerilla örgütünün bir üyesi ve yöneticisi olarak Uruguay devletine karşı savaş verir. Toplam 14 yıl hapis yatar, 2 kez firar eder, ağır işkenceler görür, tek başına hücrede kalır, çıldırma noktasına gelir. Bütün bunlar bir ayırıcı özellik oluşturmasına rağmen, eski bir gerilla olup da, daha sonra devlette yöneticilik yapan siyasetçi örnekleri var; Nikaragua, Brezilya, Bolivya, Cezayir hatta II. Dünya Savaşı sonrası Fransa, İtalya gibi.
Mujica’yı diğer siyasetçilerden ve özellikle iktidar yöneticilerinden ayıran temel özellik, onun yaşam biçimidir! Mujica, doğru olanın, yaşadığın gibi düşünmek değil, düşündüğün gibi yaşamak olduğunu söylüyor.
Dünyanın en fakir başkanı diye nitelendiriliyor ama kendisi “Bana fakir denmesi yanlış, ben tutumlu bir insanım. Asıl fakirler sürekli yaşamdan talepleri olan ve elde ettikleriyle yetinmeyen insanlardır. Ben elimde hafif bir bavulla dolaşıyorum. Bu bana istediğim yaşamı sürdürmek için yeterli zamanı veriyor. Asıl özgürlük yaşamak için kazandığın zamandır.” diyor. Bir tarafta açlığın hüküm sürdüğü, diğer tarafta silahlanma için dakikada 2 milyon dolar harcandığı bu boktan dünyada devlet başkanlığı maaşının yüzde 70’ni bağışlayan, mütevazı bir hayat süren, kendi küçük çiftlik evinde kalan, eski bir vosvos arabaya binen Mujica’yı bir bakıma “Mandıra Filizofu”na benzettim.
Tam bu noktada, elinde devletin sunduğu büyük imkânlar varken, aynı mütevazı hayatı sürdürmesi onun özgün kişiliğini oluşturmakta. Önemli olan, insanın imkânı olmadığında mütevazılık taslaması, soyguna, yağmaya karşı çıkması değil; bunları yapacak imkânlara sahip olduğunda, bu eleştirdiklerini yapmamasıdır! Tıpkı mazlumken imkânı ele geçirdiğinde zalim olmamak gibi! Mujica’yı değerli ve saygın kılan da, işte bu yapısıdır!
Eklemeliyim ki, Mujica’yı Mujica yapan salt bu tavır da değildir. Bunda ciddi bir siyasal birikimin ve tecrübenin de büyük payı var.
Toplumsal olaylarda ya da tarihte bireyin rolü nedir hususu epeyi geniş bir konu. Elbette birey önemli olmakla birlikte onun içinde yer aldığı toplum ve günün koşulları da çok önemlidir. Bütün bu olanlar ne tek başına Mujica’nın rolüne, ne de bireyin dışındaki ortama bağlanabilir; Uruguay’ın iç ve dış koşullarıyla Mujica’nın kişiliğinin bir kesitte örtüşmesinin sonucudur.
İki Uruguaylı gazetecinin yazmış olduğu kitap Tekin Yayınevi tarafından “İktidarda Bir Kara Koyun - Saraysız Başkan Jose Mujıca” adıyla Ekim ayında yayınlandı. Söyleşi sonrasında Beylikdüzü Belediyesi 260 sayfalık bu kitabı okuyuculara hediye olarak dağıttı. Kitabı okumaya başladığımda, söyleşiden aklımda kalanları yazmak yerine, kitabı bitirdikten sonra yazmanın daha uygun olacağını düşündüm. Zaten Enver Aysever’de soruları daha çok kitaptan sormuştu.
Gördüm ki, yazacak çok şey var. Ancak bunların epeyi bir bölümü gazete ve internet sayfalarında var. Kitapta gördüğüm ilginç bir konuyu burada yazmakla yetineceğim.
Kitabın 95 ila 101. sayfa arası, benim çok önceden beri kafamda bir soru ve itiraz-i kayıt olarak yer alan bir konuya değiniyordu.
Sovyetler Birliği kısa zamanda çökecektir!
Mujica, 1960 yılında Uruguay Milli Parti temsilcisi olarak Sovyetler Birliği ve Çin’i ziyaret eden Latin Amerika heyeti içinde bulunur. Kruşçev ve Mao ile tanışır. Küba devrimi olmuştur ve Mujica, sosyalist dünyaya karşı sempati duymaktadır. Ancak Moskova onun için tam bir hayal kırıklığıdır. İnsanların mutsuzluğunu görür, yöneticileri Korkunç İvan’a benzetir ve Rus toplumunu sınıfsız bir topluma doğru gidişten çok, mafya ile anılabilecek ekstrem tiplerin ülkesi olarak niteler. Bu toplumun ve sistemin, sosyalizmle ilgisi yoktur der.
Ülkesine döndükten sonra daha çok okumaya başlar ve Milli Parti’den ayrılarak genç bir sendikacı olan Raul Sendic’in kurduğu şehir gerillası örgütü Tupamaro’ya katılır. Kitapta yazdığına göre gerek kendisi, gerekse Sendic daha o tarihlerde Sovyetlerin yıkılacağını söyler. Okumalarını daha çok Rosa Lüksemburg üzerine yoğunlaştırır. “Ve Sendic, Rosa’nın kitabını yayımlatmak istediğinde Sosyalist Parti’yle didişmek zorunda kaldı. Çünkü Rosa hakkında hiçbir şey duymak istemiyorlardı.” (Syf. 99)
Sosyalist Blok yıkıldığından beri kendime hep şu soruyu sordum: Sovyetler Birliğini ve diğer sosyalist ülkeleri ziyaret eden solcu insanların hiç değilse bir kısmı, neden bu ülkeler hakkında bir ölçüde de olsa gerçekçi bir gözlem yapamadılar veya yaptılar da bunu biz genç kuşaklara aktarmadılar? Tamam, istedikleri yere gidemiyorlardı, kontrol altında tutuluyorlardı, gittikleri yerler için önceden mizansen hazırlanıyordu vb. Bütün bunlar bile ortada bir sorunun olduğunu göstermez mi? Kendine güvenen bir toplumda, bir sistemde dost ziyaretçiler ne diye kontrol edilsinler ki?
Bizimkiler görmemişler ama Mujica görmüş! Ve 1990 yılında çöken sistemden 30 yıl önce, 1960’larda bu sistemin kurtlanarak çökeceğini (deyim kitaptan alınmıştır) söylemişler! Gerçi bütün bunlar bana Sovyet ve Çin ayrılığını ve onların bizim gibi ülkelerdeki siyasal yansımalarını hatırlattı ama yine de çok ciddi bir ideolojik illüzyonun ve ilkelliğin yaşandığı da inkâr edilemez!
Mujica’nın siyasal görüşlerindeki değişimleri izlediğimizde bir ölçüde liberalizme de vardığını görüyoruz. Ancak o kendini anarşist olarak niteliyor ve tek bir teorinin realiteyi algılamakta yeterli olmadığını söylüyor. Ayrıca iyi de bir pragmatist. Bütün bunların bir sonucu olarak Uruguay için köklü kararlar alabilmiş bir siyasetçi.
Latin Amerika’nın eski gerillaları özellikle 1990’larla birlikte silahlardan uzaklaşmış bir siyaset izliyorlar. Bunda Sosyalist Bloğun çökmesinin (Dolayısıyla ABD’nin darbelerden desteğini çekmesinin – ordunun kulakları çınasın) özellikle Latin Amerika cuntacılarına yargı yolunun açılmasının büyük etkisi var.
En iyisi kitabı okumak! (HŞ/HK)