Candan Badem’in Aras Yayınları'ndan çıkan “Çarlık Yönetiminde Kars, Ardahan, Artvin 1878-1918” kitabı, örnek bir tarih yazımı niteliğinde.
Badem iğneyle kuyu kazan bir arkeolog hassasiyetiyle Rusya, Gürcistan, Ermenistan ve Osmanlı arşivlerinde çalışmış, karşılaştırmalı belge incelemeleriyle ortaya değerli bir tarih metni çıkarmış. 630 sayfalık hacimli kitabında Badem, 93 harbiyle (1877-78 yılı) el değiştiren bölgenin 40 yıllık Rus işgalindeki tarihini belgelerle, raporlarla, ayrıntılı istatistiki veri ve tablolarla bir kuyumcu titizliğiyle ortaya seriyor.
Döneme ve bölgeye dair şablonlardan, sloganlardan, ezberlerden ibaret ve tarihçilik disiplininden uzak anlayışla inşa edilmiş milliyetçi tarih yazımını altüst eden bu kitap bizlere çok sayıda yeni bilgiler sunuyor.
Kitap olaylarla sınırlı bir kronolojik ve istatistik metnin kuruluğunda değil, dönemin bölgesinin politik ve sosyo-ekonomik yapısının neden sonuç ilişkileriyle olgusal düzeyde ele alındığı zenginlikte bir içeriğe sahip.
Bu bir kitap tanıtım yazısı olmamakla birlikte, kitaptan asgari düzeyde bahsedilmesi bile, çok sayfalı, uzun bir makaleyi gerektirir. Bu bakımdan birkaç nokta üzerinde durmakla yetineceğim.
Kars’ın halini sormayan Ruslar
Ruslar Kars’ı 1878’de işgal ettiler. 1918 yılında ise, terk ettiler. Ruslar 40 yıllık sürede Kars’ı modern şehircilik anlayışıyla inşa ettiler. Şehrin bu tarihsel gerçekliği ile sonraki haline dair bir fıkra anlatılır.
Candan Badem bu fıkrayı kitabının sonuna koymuş.
Karslı yaşlı bir adama gazeteci sorar:
“Amca belediyeden ve valilikten bir şikâyetin var mı?
“Allah devlete zeval vermesin, hiçbir şikâyetim yoktur.
“Nasıl olur? Hiçbir şikâyetin yok mu?
“Benim şikâyetim Ruslardan.
“Ruslar gideli çok oldu. Onlarla ne alıp veremediğin olabilir ki?
“İşte o Rusları bulursam, onlara diyeceğim ki: Bu yolları, bu binaları yapıp gittiniz. Bunca yıldır bu Kars’ın halini niye hiç sormuyorsunuz?” (574)
Bu fıkra (ya da varsayılan diyalog) acı bir gerçekle yüzleşmenin ironisidir. 130 yıl öncesinin koşullarında Çarlık Rusya’sı şehir planıyla, mimarisiyle, yollarıyla, alt yapısıyla, parklarıyla neredeyse Osmanlı’da görülmemiş bir şehir inşa etmişler. Baltık mimarisi tarzında inşa edilen Kars’ın kent planı ve mimarisi, bir garnizon şehrinden daha fazlasını içerir. Öyle ki, Kars’ın kamu binaları olarak bugüne kadar kullanılan binaların büyük çoğunluğu Rusların yaptıkları binalardır. Ama biz, 100 yıldır bu şehri koruyamadığımız gibi, bir kısım binalarını da yıkmışız. Hele o Kars tren istasyonu binasının 1970 yılında yıkılıp yerine ucube bir beton bina yapılması, akıl alacak gibi değil.
Bölge insanı Rus işgali döneminde yalnızca şehircilik imarıyla karşılaşmıyor. Doktorla, demiryoluyla, günün koşullarına göre modern tarım ve sütçülükle, medrese haricindeki okullarla, şose yapımlarıyla da ilk defa karşılaşıyorlar.
Osmanlı ile Çarlık Rusya’sı bir köylü toplumu olarak ve modernleşme süreci itibariyle birbirine benzer özellikler taşımasına rağmen, her iki toplumun gelişmişlik seviyesi birbirinden bir hayli farklıdır. Bu fark mimaride, şehircilikte, sanatta, müzikte kendini çok açık bir şekilde gösterir. Kars’ın 40 yıllık Rus işgali bile, bu alanda önemli bir örnektir.
Elbette her işgal, işgal edilen toplumların hayatına birçok sorunu da beraberinde getiriyor; savaştan dolayı Kafkasya ve Balkanlardaki Rus işgal bölgelerinden yüzbinlerce Osmanlı tebaası yurtlarını terk ederek açlığın, sefaletin, hastalığın hüküm sürdüğü göç yollarına revan olmuşlardır.
Kars, Ardahan, Batum tazminat karşılığında Ruslara bırakılmış
93 Harbi de denilen 1877-78 Osmanlı Rus harbi sonrasında bu bölgelerin Çarlık Rusya’sına tazminat karşılığı bırakıldığı benim için yeni bir bilgi olup Badem’in kitabından öğrendim.
“Savaş sonunda imzalanan 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos Antlaşması’nın 19. maddesi gereğince Osmanlı devleti Rusya’ya bir milyar dört yüz on milyon ruble savaş tazminatı ödemek zorunda kalıyordu. Ancak aynı madde Osmanlı devletinin mali güçlüklerini dikkate alarak bu tazminatın bir milyar yüz milyon rublelik kısmı yerine Kars, Ardahan, Batum ve Bayezid’i Rusya’ya vermesini kabul ediyordu.
“Büyük devletlerin araya girmesiyle 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Antlaşması, Bayezid’i Osmanlı devletine geri verdi.” (56)
Osmanlı maliyesi geri kalan üç yüz milyon rubleyi ödeme güçlüğü çektiği için bu para 100 yıllık taksite bağlanır. 1909 yılında yeni bir anlaşmayla Osmanlı’nın Bulgaristan’ın bağımsızlığını resmen tanıması karşılığında Rusya, geri kalan 74 yıllık taksitin 56 yıllık kısmından vazgeçer. 1911 yılından itibaren de Osmanlı tazminat ödemelerini durdurur. 1917 Ekim Devrimi ile iktidara gelen Bolşevikler de Türkiye’den bu borcu talep etmezler.
Kitapta bir işgal bölgesinin iktisadi ve siyasi açıdan farklı değerler taşıdığına ve bu nedenle yönetici kesim arasında fikir ayrılığına ilişkin ilginç bir bölüm var.
Rusların tazminat karşılığında bu yerleri almasına bizzat savaş bakanı Dimitriy Milyutin ve bazı generaller karşı çıkarlar. Batum limanının Rusya için ekonomik bir değeri olduğunu ve diğer bölgelerin büyük bir ekonomik yük getireceğini rapor eden Milyutin, Batum haricindeki konu bölgelerin Osmanlı’ya bırakılarak Rusya’nın çekilmesini önerir.
Milyutin ve onun gibi düşünenlere göre, gerçekten de ekonomik ve sosyal ilişkiler bakımından Rusya’ya getirisi, götürüsünden çok fazla olmuştur. Fakat bölge işgallerinin bir de stratejik/politik önemi vardır ki, Rus Çarı II. Aleksandr ve hükümeti, meseleye bu açıdan bakarak, geri çekilmemiştir.
Osmanlı’nın doğusunun Rus işgalinden kurtuluşu
Konumuz 40 yıllık Rus işgali olunca, bu işgalin nasıl sonuçlandığına değinmek gereği hasıl oldu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’nın Ruslara karşı kısmen başarılı olduğu yer M. Kemal’in Bitlis ve Muş’u Ruslardan geri alışıdır. Gerçi bu bölgeler kısa süre sonra yine Ruslar tarafından işgal edilmiştir.
Osmanlıların Ruslara karşı en büyük ve en acı yenilgisi ise, Almanların önerisiyle Enver Paşa’nın sebep olduğu Sarıkamış harekatıdır. Sarıkamış trajedisinden sonra Ruslar Şubat 1916 yılında Erzincan’a kadar işgallerini genişletirler.
Okulların tarih kitaplarında Osmanlı’nın Rus işgalindeki şehirleri savaşarak geri aldığı anlatılır. Hatta o bölgedeki şehirler için kurtuluş günleri tertip edilmiş olup her yıl törenler düzenlenir.
Halbuki Rusya’da 1917 yılı şubat ayında başlayan devrim, asıl olarak 1917 yılı Ekim Devrimi ile noktalanır. Devrimci siyasi hareketin meşhur “Bütün iktidar Sovyetlere” sloganı gereğince Çarlık ordusunda da 1917 yılı yaz mevsiminden başlayarak erler ve az bir kısım subaylar tarafından bu slogan atılarak üstlerine karşı gelinir ve emirler dinlenmez olur. Orduda disiplin bozulur ve askerler kimi yerlerde komutanlarını tutuklamaya başlarlar.
Çarlık ordusu geri çekilmeye başlar. Ta ki, 3 Mart 1918 tarihinde imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması ile Ruslar bütün cephelerden tamamen çekilirler.
Rus ordusundaki dağınıklık ve geri çekilme sürecinde Kazım Karabekir komutasındaki Osmanlı ordusu yer yer Ruslarla ve özellikle Rus ordusu içerisinde bulunan Ermeni taburlarıyla çatışır.
Burada Rus işgalini sonlandıran asıl olay Rusya’daki 1917 Ekim Devrimi’dir. Kaldı ki bu durum Rusya’nın diğer cepheleri için de geçerlidir. Birinci Dünya Savaşında Osmanlıların çok büyük toprak kayıplarına karşın, tek kazandığı toprak parçası Kars, Ardahan, Artvin bölgesidir.
Özellikle son yıllarda ülkemizde akademik dünya dahil her tarafta milliyetçi, ırkçı, İslamcı tarihçiliğin üretimine hız verildi. Bilimsellikten, tutarlılıktan, gerçeklikten uzak, hamaset ve propagandist dille üretilen bu literatürün toplumda, eğitim ve kültür alanında kurduğu egemenlik karşısında Badem’in kitabı, çöle çevrilmiş yazın dünyasındaki vaha gibi.
Bir kitabı tanımanın en iyi yolu, onu okumaktan geçer.
(HŞ/EMK)







