Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi ‘Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri III kapsamında “Hukukçular Ölüye Saygı ve Adaleti Konuşuyor" paneli, 22 Haziran 2021'de gerçekleştirdi. Gulan Çağın Kaleli kolaylaştırıcılığında gerçekleşen webinar formatlı panelde İHD Eş Başkanı avukat Eren Keskin, Akademisyen-hukukçu Dilek Kurban, avukat Serhad Çakmak konuştular. Bu dosyada üçüncü panelin kayıt çözümlerinden yayımlıyoruz. Kayıttan da dinlemek mümkün.
Cenazelere, mezarlıklara yönelik saldırıları ülkenin aslında yüz yıldır devam eden antidemokratik tepki politikalarının bir yansıması olarak belirtebiliriz.
Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne bu ülkede yaşayan muhaliflere bu uygulama aslında sistematik bir şekilde yapıldı. Ölen muhaliflerin cenazelerinin nereye gömüldüğünün gizlendiği, ailelerine dahi haber verilmeden defnedilmesi gibi bir sürü örnekle karşı karşıya kalmıştı ülke.
Ve bu siyaset bir devlet politikası haline geldi, günümüze kadar devam etti. 90’lı yıllarda hayatını kaybeden örgüt üyelerinin cenazeleri bilinçli bir şekilde kırsal alanlarda bırakıldı, öldürüldükleri ailelerine bildirilmedi. Biz bu ülkede bunları yaşayarak Garzan sürecine geldik. Öldürülen insanların cenazelerinin yol kenarlarına, ormana gömülmesini de gördük.
Osmanlı'dan beri
Garzan Mezarlığı Osmanlı döneminden günümüze kadar mezarlık olarak kullanılan, çoğunluğu sivil vatandaşların defnedildiği, resmi kayıtlara göre de mezarlık statüsünde bulunan bir yerdi. Valiliğin o dönemki açıklamasında bu yerleşim yerinin mezarlık olmadığı iddiası çok da gerçeği yansıtmıyor.
Yani bilinen bir mezarlığa bir saldırı girişimi yapıldı. Burası ilk hukuksuzluğun başladığı noktaydı. Dönem dönem hayatını kaybeden örgüt üyeleri oraya devletin bilgisi dâhilinde defnediliyordu.
Bir kısmının defin ruhsatı da bulunmaktaydı, aileler çocuklarının cenazelerini dini ritüellerine uygun bir şekilde Garzan mezarlığına defnediyorlardı.
Hava saldırıları
2014-2015 yıllarında Garzan'a belli aralıklarla birden fazla hava saldırısı yapıldı. Mezarlığın belli yerleri zaten tahrip edilmişti. Mezarlığın kenarında bulunan bir binaya da zarar verilmişti.
Garzan'daki cenazelerin Adli Tıp'a götürülmeden önceki süreçlerde STK’lar, siyasi partiler saldırıları kınamıştı. O dönem, orada yaşayan vatandaşlar iyi hatırlar, insanlar silahların önüne geçip askerleri aşarak mazarlığa saldırıyı önlemek için ellerinden geleni yapmışlardı. Tabi barış sürecinin bozulmasıyla birlikte sokağa çıkma yasağı uygulaması başlatıldı ve insanlar hiçbir şekilde oraya ulaşamadı. Sokağa çıkma yasakları çok kısa süreli kaldırıldığında insanlar yakınlarının mezarlarını ziyaret edebiliyordu.
Kepçelerle talan
Ta ki 1 Aralık 2017'ye kadar belirli periyotlarla kısmi saldırılar gerçekleştirildi. Aralık-2017'de bir babanın sosyal medyadaki paylaşımıyla olayı öğrenmiş olduk.
Baba, mesajında, elindeki defin ruhsatına rağmen kızının Garzan'daki mezarına gittiğinde kepçelerle bütün mezarlığın talan edildiğini, cenazelere ne olduğunu bilmediklerini yazıyor, yardım çağrısında bulunuyordu.
Babaya ulaştık, sosyal medyadaki paylaşımın gerçek olup olmadığını, fotoğrafları ne zaman çektiğini sorduk. Fotoğrafların ve haberin gerçek olduğunu belirtti, hukuki yardım teklifini de kabul etti.
O dönem Özgür Hukukçular Derneği (ÖHD) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) birlikte Garzan'ı ziyaret etti ve adli tıp uzmanlarından da bir cenazenin ne şekilde mezarlıktan çıkarılacağına dair bilgiler aldıktan sonra; mezarlıklarda bulunan cenazelerin kepçelerle, usulüne uygun olmayan bir şekilde çıkarıldığını gözlemlediler. Mevzuata uygun olamayan bu işlemi de raporladılar.
Hukuka/usule uygun!
Bitlis Valiliği, olayın basında duyulmasının akabinde, tüm işlemlerin Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı'nca hukuka uygun bir şekilde yapıldığını açıkladı. Yine heyet halinde Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı'na ziyarette bulunuldu. Cumhuriyet Savcısı, soruşturma açıldığını , ama neye dayanarak soruşturma başlattığını, kimlerin şüpheli, kimlerin mağdur olduğunu hiçbir şekilde açıklamadı. Gizlilik kararı olan dosya olması nedeniyle dosyanın içeriğine hiçbir şekilde ulaşılamadı. Bu işlerin idari bir tasarruf olduğunu, yani Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı'nın belki haberi olmadan kolluk tarafından yapılma ihtimalini de tartıştık. Çünkü elinde defin ruhsatı bulunan ailelere dahi haber verilemedi. Bölgede diğer mezarlıklara yapılan saldırılar sonrasında soruşturma başlatıldığı ailelere haber veriliyordu.
Aileler devre dışı
Ama Bitlis’te yürümekte olan bir soruşturmanın ailelere bildirilmediğini de gördük. Oysa, mezarlıkta bulunan bir cenazenin çıkarılabilmesi için ilgili kamu kuruluşunun ailelere haber verme yükümlülüğü var. Diğer uygulamalarla birlikte değerlendirilince bir soruşturma dosyasının olmama ihtimalini de düşündük.
Raporların basında yer alması ve olayın duyulması akabinde diğer aileler de ÖHD ve İHD’ye başvurdu ve hukuki yardım talep ettiler. Ellerinde defin ruhsatı bulunan ailelerle birlikte tekrar savcılığa gidip cenaze teslim işlemi talebinde bulunduk. Orada öğrendik ki aslında cenazeler Bitlis’te değil İstanbul Adli Tıp Kurumu'nda tutuluyor ve kimlikleme işleminin de İstanbul Adli Tıp Kurumu'nda yapılacaktı.
Bu işlemlerin tamamının aslında hukuka aykırı olarak yürütüldüğünü, ailelere haber verilmediğini, cenazelerin çıkarılması ve naklinde mevzuatta belirtilen kriterlere uyulmadığı için ilgililer hakkında Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunduk.
Adli Tıp
Cumhuriyet savcılığı yağılan suç duyurusunda hiçbir araştırma yapma ihtiyacı, dahası müşteki sıfatıyla ailelerin ifadesinin alma ihtiyacı da duymadan takipsizlik kararı verdi. Bu takipsizlik kararına itiraz yapıldı, halen de itiraza karşı bir karar verilmedi.
Milletvekilleri ile birlikte Adli Tıp'la görüşmeler yürüttük. Adli Tıp Kurumu başkanı kendilerine sadece kimlikleme işleminin yapılması için talimat verildiğini, kimliklime yapıldıktan sonra ne yapılacağına dair kendilerinin bir bilgisi olmadığını söyledi, "talimat geldikçe, talimatları yerine getireceğiz" dedi.
Adli Tıp Başkanına cenazelerin ne şekilde getirildiğini, durumun mevzuata uygun olup olmadığını sorduğumuzda mevzuata uygun olduğunu belirtip geçiştirmekle yetindi. Sorumluluğu üstlerinden atar vaziyette tasarruf yetkisinin Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı'nda olduğunu belirttiler.
"Tüm cenazelerin kimliklime işlemleri bittikten sonra mı cenazeleri teslim edeceksiniz" diye sorduğumuzda da yine bilgilerinin olmadığını ilk defa böyle komplike bir durumla karşılaştıklarını ve yine savcılıktan yazı gelmediği sürece hiç bir işlem yapmayacaklarını söylediler.
Kimlikleme
Ailelerden bize cenaze teslimiyle ilgili talepler geldikçe başvuru yaptık, sonucu beklemekle zorunda kaldık. Ara ara cenazelerin kimlikleme işlemi bittikten sonra Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan "cenazenizi teslim alabilirsiniz" diyerek bizi arıyorlardı, bazen de tebligat yapıyorlardı. Biz de her kimlikleme neticesinde Adli Tıp'a gidip ailelerle birlikte cenazeleri teslim alıyorduk.
Belli bir süre böyle geçti, yaklaşık 20'ye yakın cenazeyi biz bu şekilde ailelere teslim ettik ve aileler de diledikleri yerde cenazelerini defnettiler.
Adli Tıp kimlikleme işlemi biten cenazelerin tamamının Kilyos Kimsesizler Mezarlığı'na defnedildiğini iletti. Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı'na sorduğumuzda "haberimiz yok denildi" diye geçiştirdiler. Adli Tıp'a sorduk, "Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı'nın tasarrufu olmadan hiçbir işlem yapamayız" dediler.
Kilyos
Burada yine kurumlararası bir karışıklık yani acaba farklı eller mi bu cenazelere müdahale ediyor, ailelerin mevcut ıstırabını, acısını artırmaya çalışıyor şeklinde düşüncelere kapılmadık değil. Çünkü Adli Tıp ısrarla altını çize çize cenazelerle ilgili olarak yetkinin Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı'nda olduğunu belirtiyordu.
Peki, Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı bu tasarruf ve yetkiye sahip olduğu halde cenazenin teslimi için aileyi neden Adli Tıp'a yönlendirdi? Bu da manidar bir durumdu. Aile akabinde Kilyos Kimsesizler Mezarlığına gitti cenazesini teslim aldı.
Aslında aile cenazeyi teslim alırken cenazelerin ne şekilde gömüldüğünü görmüştü ama olayın psikoloji ile ve bir an önce cenazesini alıp defnetme telaşıyla cenazelerin Kilyos Kimsesizler Mezarlığı'na ne şekilde bırakıldığını fark etmemişti.
Yol kenarında
Ta ki, Mezopotamya Haber Ajansı'ndan bir gazeteci arkadaşımızın Kilyos Kimsesizler Mezarlığı'na gidip bu vahşet içeren uygulamayı haberleştirene kadar kimse fark etmemişti bu durumu.
Biz bunu basından öğrenir öğrenmez Özlük için Hukukçular Derneği olarak Kilyos kimsesizler mezarlığına raporlama için gittik ve raporlama için gittiğimiz mezarlıkta dehşeti biraz daha görmüş olduk.
Gerçekten kaldırımın dibine üst üste bir şekilde kanalizasyon borularının geçtiği atık suların sulak bir alan oluşturduğu bir yerde aslında defin de diyemeyiz, "yol kenarına bırakıldı" diyebiliriz bu cenazeler için. Hemen aileler ve kurum adına İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunduk.
Soruşturma izni yok
Uzunca bir süre Mezarlıklar Müdürlüğü ve ilgili yetkililerle iletişime geçmeye çalıştık ama kimse sorumluluğu üzerine alıp açıklamalarda bulunmak istemiyordu. Yapmış olduğumuz suç duyurusunda valilik ilgili kamu görevlileri hakkında soruşturma izni vermedi, biz de buna karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi'ne soruşturma izni verilmemesi kararının iptali için dava açtık. Davamız idarenin savunmasının akabinde aslında idare kendisi de araştırma yükümlülüğüne sahipken tekrar bize valiliğin yaptığı savunmaya karşı bir beyan hakkı verilmeden kısa bir süre içerisinde yapılan tüm işlemlerin mevzuata uygun olduğunu belirtti ve açtığımız davanın reddine karar verildi. Hâlbuki biz orada raporlama yaparken fotoğraf da çekmiştik ve çekmiş olduğumuz fotoğraflarda her şey bariz bir şekilde göstermekteydi. Defin mevzuatı kişinin örgüt üyesi olup olmadığına bakmaksızın ya da kişinin cenaze bütünlüğünün olup olmamasına bakmaksızın bir mezarlıkta bulunması gereken şekil şartları ne ise onlara uyulması gerektiği, mevzuatta buna ilişkin hiç bir istisnai hüküm bulunmadığı hüküm altına alınmış olmasına rağmen raporda tutulan fotoğraflar var olmasına rağmen aslında kendileri gidip bir keşif yapma ihtiyacı bile duymadılar.
Mevzuata aykırı
Bir keşif yapılmış olsaydı aslında her şeyin mevzuata aykırı olduğu çok açık bir şekilde görülecekti. Maalesef İdare Mahkemesi de bu konuda sessiz kaldı, davayı reddetti.
Bu ret kararı kesin bir karardı ve kesin karara karşı Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yoluna gittik. Şu an Kilyos'la ilgili hem kurum adına hem aile adına yaptığımız başvuru Anayasa Mahkemesi'nde ve nihai sonucu orada göreceğiz.
Kilyos ve öncesinde Garzan süreçlerini biz yaşadıktan sonra bunun bu şekilde kalmayacağının devamının da gelebileceğini uygulamalarda görebiliyoruz. 2020'de Kürdistan'ın farklı illerinde Diyarbakır, Lice, Silvan, Bingöl, Hakkâri, Van Erciş’te yine mezarlıklara saldırılar gerçekleşti.
Garzan kadar, Kilyos kadar yoğun bir saldırı olmasa bile mezarlıklardan cenazeler çıkarılmasa bile yine ailelere aynı şekilde aynı acı maalesef hissettirildi. Lice, Silvan, Bingöl, Hakkâri, Van Erciş’te aynı şekilde meslektaşlarımız raporlamalar için gittiler.
Şikayetçi olunursa
Sadece Lice'de biraz farklı bir durum vardı. Lice'de hazırlanan raporda kimliği belirsiz kişiler tarafından mezarlığın tahrip edildiği belirtildi. Lice Cumhuriyet Başsavcılığı'yla yapılan görüşmelerde açılmış bir soruşturmanın olmadığını mezarlığa saldırıyı kimin gerçekleştirdiğini bilmediklerini belirttiler. Ailelerin şikâyetçi olması durumunda ifadelerini alabileceklerini ve soruşturma başlatabileceklerini belirtti.
Mezar taşları
Mezar taşlarının suç teşkil ettiği, propaganda suçunun oluşturduğu iddiasıyla ya kolluk tarafından ya da jandarma tarafından tahrip edildi, ya da köy muhtarları aranarak, aileler zorlanarak "mezarlıklarda bulunan mezar taşlarını kırın fotoğrafları da bize gönderin" şeklinde talimatlar savcılıklar ve ilgili kolluk tarafından ailelere verildi.
Ve bunlar yapılmasa tüm mezarlıkların tahrip edileceği ve cenazelerin dahi oradan kaldırılabileceği tehdidi ile karşı karşıya kaldı aileler. Hazırladığımız raporlarda mezar taşlarında kod isim bulunduğu ve bu iddiayla tahrip edildiği belirtiliyor. Yapılan ziyaretlerde ayrıca mezar taşlarında bulunan yazıların gerek ceza yasasında gerekse idari mevzuatta her hangi bir suç ya da istisnai durum ya da kabahat teşkil eden bir fiil oluşturmamasına rağmen bunlar yapıldı.
Aksine bu yapılan saldırılar kişisinin ölüsünün hatırasına hakaret ve özel hayatın ile özel yaşama müdahale fiillerinin unsurlarını oluşturduğu görülüyor. Arkadaşlarımız hazırladıkları raporlar neticesinde ailelerle birlikte suç duyurusunda bulundular.
Takipsizlik
Kurum olarak ya da aileleler aracılığıyla yapılan suç duyuruları hakkında savcılıklar jet hızıyla takipsizlik kararı verdiler, takipsizlik kararının akabinde yine meslektaşlarımız Anayasa Mahkemesi'ne başvuru sürecini işlettiler.
Şu an dosyalar Anayasa Mahkemesi'nde. Nasıl ki örgüt üyeliğinden yargılanan bir kişiye uygulanması gereken hukuk kuralları uygulanmıyorsa burada da kişi ölse bile hayatla bağı kalmamış olsa bile ceza kanununda kişiye her hangi bir yaptırım uygulama durumu olmamasına rağmen normal hukukta uygulanması gereken kuralların uygulanmadığını görüyoruz. Ve bu aslında teorik ceza yasasındaki karşılığı düşman ceza hukukudur bu uygulamaların. Düşman ceza hukukunda kişilere normal vatandaşa uygulanması gereken hukuk maalesef uygulanmıyor. Bundan en çok etkilenen de maalesef aileler oluyor. Aileler ciddi anlamda yıpranıyor, aileler her cenazeyi gidip teslim aldığında, ya da cenazelere her saldırı girişimi yaşandığında “biz yeniden yakınımızın öldüğünü hissedecek şekilde bir acıya kapılıyoruz.” Diyorlar.
Bunun etkisinden de uzun bir süre kurtulamıyor aileler. Bu ciddi bir şey. Ölen bir insanın hayatla bağı bitmiş ve ardında bıraktıkları insanlar sadece inançlarında belirtilen ritüelleri uygulamaya çalışıyorlar. Maalesef mevzuatta olmamasına rağmen ailelere bu üzüntülerini yaşamalarına dahi izin verilmiyor.
Erciş'te rapor hazırlamaya giden arkadaşlarımızın ailelerden birini dinlerken mezar tahribatı yapmaya çalışan bir jandarma kuran okumak için kullanılan tabureyi göstererek kızgın bir şekilde "bu ne için" diye sorunca biz de dini bayramlarda, kandillerde ve mezarlık ziyaretlerinde kuran okumak için yapılan oturak olduğunu söyledik. Jandarma, alay ederek "bir de bunlara kuran mı okutuyorsunuz, bunlar için dua edilmez, saygı da duyulmaz" diyor. Görüşmenin devamında yaşanan tahribattan dolayı büyük bir ıstırap duyduklarını yıllar sonra oğlunun tekrar yaşamını yitirmesiyle eşdeğer üzüldüklerini, mezarlıkların özel yaşam alanı olmasına rağmen her hangi bir yargı kararı olmamasına rağmen maalesef bunlar yaşanıyor. (SÇ/Lİ/APK/KU)
22 Haziran2021'de webinar olarak gerçekleşen “Hukukçular Ölüye Saygı ve Adaleti Konuşuyor" paneli kayıtlarını Leyla İşbilir yazıya döktü, İnisiyatif 'ten Gulan Çağın Kaleli yayına hazır hale getirdi. Metindeki arabaşlıklamayı bianet yaptı. Manşet görseli ve metin görsellerini Korcan Uğur düzenledi. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi'ne çalışmayı yayımlama imkanı verdikleri için teşekkür ediyoruz. e-posta: [email protected]
Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri III
Ölüye saygı ve uluslararası mekanizmalar/ Dilek Kurban
Garzan Mezarlığı ve sonuçsuz suç duyuruları/ Serhad Çakmak
Levon Ekmekçiyan, Dargeçit, Nahide Opuz, Buse, Maritsa Küçük, Ekin Van/ Eren Keskin
Ölüye Saygı Sözleşmesi oluşturulamaz mı?/ Gulan Çağın Kaleli