Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, Ocak 2021'den bu yana toplanıyor. 10 Nisan 2021'de başlayan panellerin yedincisi “Ölü Bedenlere Yönelik Şiddetin Toplumsal Cinsiyetini Konuşmak" idi.
“Ölü Bedenlere Yönelik Şiddetin Toplumsal Cinsiyetini Konuşmak" paneli 26 Şubat 2022'de gerçekleşti. Mekiye Ormancı moderatörlüğündeki programda Kayuş Çalıkman Gavrilof, Fatoş Hacıvelikızı, Meral Danış Beştaş, Aysel Avesta ve Esmail Fattahi katıldılar. Bu paneldeki konuşmaların çözümlerini yayımlıyoruz, panelleri kayıttan da izlemek mümkün.
"Türkiye'de ölülere yönelik şiddet", "Farklı İnançlar cenazelere ve mezarlıklara saldırıları konuşuyor", "Hukukçular Ölüye Saygı ve Adaleti Konuşuyor" , "Basında Ölülere Yönelik Şiddetin Yeri" ve "Adli Tıp Kurumu Çerçevesinde Ölülere Saygı ve Adalet" , "Yas, Hafıza ve Politika" başlıklı panelleri de buradan okuyup, izleyebilirsiniz.
Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi hakikaten çok güzel bir çalışma yürütüyor. Çokça konuşmadığımız bir meseleyi ayrıntılı bir şekilde tartıştırdığı paneller yapmasının, farkındalık yaratmasını çok değerli olduğunu söyleyerek başlamak istiyorum.
Hakikaten direnen kadınlara yönelikte genel olarak da toplumda kadına yönelik şiddet cinayet sonrası kadın bedenine yönelik işkence kötü muamele, tecavüz istismarın var olduğunu aslında genel olarak birçoğumuz biliyoruz. Farklı kesimlerde de bilinen ama çok yüksek sesle söylenmeyen, tartışılmayan bir mesele yani ölü bedenlere yönelik saldırının birçok boyutu var.
Tabi ki her şeyden önce kadına yönelik düşmanlık bu kadınlara yönelince, bu ırkçılıkla ve sömürge anlayışıyla birleşince çok daha vahşi bir hal alabiliyor. Örneğin şu anda sosyal medya hesaplarında hala ölü kadın bedenlerinin bazı vekillerimize gönderildiğini ya da bilinçli bir şekilde bunun dolaşıma sokulduğunu çok üzülerek paylaşmak isterim ve biz bununla yüz yüze kalabiliyoruz.
Maalesef çok deneyimim var, çok yaşanmışlık var. Hani duyumdan öte, gittiğim taziyelerde ya da ailelerin evlatlarını teşhisi sırasında ya da kadınları defnettiğimiz sıralarda. 90’lı yıllardan bu yana çok meseleye tanıklık ettim. Kürdistan’da Şemse Allak'tan başlayarak direnen PKK militanı, gerillası birçok kadının cenazesinin kadınlar tarafından büyük bir isyanla, öfkeyle kaldırıldığını biliyorum.
Tanıklığım var, katılımım var ve bu çok güçlü bir dayanışma halinde büyüdü aslında kadınlar arasında. Olayın bu boyutunu öncelikle söylemek istiyorum. Çünkü kadınları ikiye ayırmak lazım, bir direnen kadınların cenazelerine yapılanlar bir de kadın olduğu için şiddete uğrayan öldürülen katledilen gerek eşi, arkadaşı işte nişanlısı tarafından sokakta, farklı şekillerde öldürülen kadınlar. Sonuçta ölü kadın bedenlerine kıyaslamak açısından değil hani bir kod olarak söylemek istiyorum.
Cenazelere karşı
Birincisinden başlayayım, direnen kadınların cenazelerine yönelik uygulamalar hakikaten canlılara yönelik düşmanlığı aşan, çok çok aşan, insanlık dışı vahşet boyutunda. Bunu nasıl gördüm?
Mesela bazen ailelerle birlikte savcılıklarda teşhise gittiğimizde, annelerin ya da babaların içeride çıktıktan sonraki ruh hallerini, anlatılarını, çok büyük bir acıyla hep hatırlarım. Tanıdım ama o vücut, vücut değildi, derlerdi.
Ya da istismarı anlatmaya dili varmayan babalara çokça tanık oldum ve hakikaten çok büyük bir acı, bir yandan cenazeye kavuştuğu için, bir mezarı olacağı için mutlu olan ama diğer yandan bu kadar yapılmaz hani bu kadar vahşet olmaz diyen o acılı gözler... Hafızadan hiç silinmiyor tabi ki.
Çok yakın bir örnek geçen aylarda Siirt’e bir taziyeye gitmiştim. Taziyelerimizi sunduktan sonra dışarı çıktım, baba beni çekti "özel konuşabilir miyim" dedi. Tabi ki, dedim, "ben kızıma yapılanların hesabını sormak istiyorum" dedi.
Uzun yıllardır dışarıdaymış, PKK’ye katılmış ve sonra ölüm haberi gelmiş. Söyleyemiyordu baba, 70 yaşında bir babaydı "anlatamıyorum" dedi ve ağlamaya başladı. "Tamam, öldürdünüz anladık, peki kızıma bunları neden yaptınız" dedi. "Bunun peşine düşmek istiyorum" dedi.
"Ben yanınızdayım" dedim, "avukatlarla da görüşelim bunu tabi ki gündeme getirebiliriz". Ama bir yandan da şu kaygısı vardı. Topluma yansıtmak istemiyordu, nasıl ifade edeyim, hepimizin yakından bildiği mesele, bir de toplumda hoş karşılanmayan bir durum olabiliyor. Kızı öldürüldü, bir de istismar edildi, tecavüze uğradı gibi... Kürdistan’da bu biraz aşıldı ama ister istemez ailelerin yapısına göre farklılık gösterebiliyor.
Bu 90'lı yıllarda da vardı ve şu anda da maalesef ölü bedenlere yönelik bu direnen kadınlara dair uygulamalar, işkenceler, istismar, tecavüz, uzuv kesmeler özellikle söz konusu. Mesela kadınların göğsünün kesilmesi çok sık duyduğum bir mesele olarak hafızamdan hiç çıkmıyor.
Özellikle cinsiyetçiliğin artık öyle bir boyuta varması ki insan ifade ederken de bunda zorlanıyor. Çıplak bedenlerin özellikle sergilenmesi, bunun fotoğraflanması ve bunun servis edilmesi başka boyutu tabi ki. Ailelerin vücut parçalandığı için teşhis edemediği için aylarca, yıllarca DNA sonuçlarını beklemesi ayrı bir işkenceye dönüşüyor.
Mesela Kevser Ertürk’te Hekimhan'da kadın kurumlarıyla beraber çok geniş bir heyetle Varto'ya gitmiştik ve hakikaten yine vahim örneklerden birini teşkil ediyor. Sadece örnek olarak veriyorum, Kevser'i. Onun gibi birçok isim maalesef işkenceye, insanlık dışı bu uygulamalara maruz bırakıldı.
Ölüye saygıyı tartışamıyoruz direnen kadınlar söz konusu olunca. Burada yapılabilecek en üst düzeyde insanlık dışı uygulamalar maalesef uygulanıyor. Mesela Seve Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar'a ilişkin, belki çok kişi bilmez ama bizim o zaman teşhise giren avukatlar ve vekillerimiz anlatmıştı, yine aynı uygulama orada da yaşatılmış. Yani sivil olsun, gerilla olsun hani ne olursa olsun direnen kadına da bir düşmanlık var.
Sadece bu olmadı tabi ki, bunun haricinde mezarlıklara düşmanlık bunun akabinde gelişiyor. Saldırılar Garzan Mezarlığı’ndaki cenazelerin götürülüp İstanbul’da kaldırımların altına defnedildiğini hepimiz biliyoruz. Buna ilişkin ailelerin çok büyük bir mücadelesi vardı. Yani kadın bedeni bir savaş alanı olarak görülüyor, fethedilecek bir alan olarak görülüyor ve bu korkunç erkekliğin, erkek egemen yaklaşımın ırkçılıkla birleştiği noktada sözün bittiği yerde oluşuyor.
Buna karşı bir mücadele her zaman gerekliydi, bugün belki bunu daha da büyütmenin zamanı diye söylemek istedim. Diğer bir mesele mezarlıklara yönelik saldırılar ve ölüye saygısızlığın defin hakkına izin verilmediği en kötü dönemi yaşıyoruz aslında. 90'lı yıllarda bile bir müdahale yoktu o dönemi hatırlıyorum.
Aileler cenazelerini alırlardı, yıkarlardı, dini vecibelerini yerlerine getirirlerdi isteyenler ve defin hakkına saygı duyulurdu. Mezarlıklara saygı duyulurdu ama bu dönem AKP-MHP iktidarıyla birlikte değişti; bu da yine insanlık değerleriyle savaşın başka bir aşamasını oluşturuyor.
Bunu maalesef yaşayarak görüyoruz, tanıklığımızla bunu yaşıyoruz. Diğer bir mesele, Kürt Kadın Hareketi ve Kürt halkı aslında bu tutuma karşı da büyük bir direnç gösterdi, direndi. Bununla mücadele etti ve kadınlar aslında bu mücadeleyle topumu da kendisiyle beraber dönüştürdü diyebilirim.
Yani hepimiz öğrendik, birlikte mücadele ettik ve kadınların mücadelesinin çok büyük bir dönüştürücü motor etkiye sahip olduğunu söyleyebilirim. Bunu yaşadık, her yönden mücadele etti kadınlar aslında. Hem aile içinde, hem toplum içinde, hem devlete karşı, egemen sisteme karşı bulunduğu yapıya karşı aslında kendi kimliğini korudu ve bu irade eğilmediğinde tabi ki biz kadınlar övünebileceğimiz bir şey diye düşünüyorum.
Çünkü toplumsal olarak da büyük bir dönüştürücü role sahip oldu. Direnen kadınları böyle özetleyecek olursam bu alanda mücadele de bitmedi. Yaşatılanlar da bitmedi ve tabi ki direniş de bitmedi onu söyleyeyim. Bu birlikte paralel bir şekilde devam ediyor.
Toplumsal yaşam içinde sadece kadın kimliğine yönelik bir de saldırı var. Mesela ben bunu söyleyince Hatun Tuğluk'u söylemeden geçemiyorum. Alevi bir anne, Kürt kadını ve onun mezarından çıkarılmasına varana dek yürütülen ırkçı bir saldırıya tanıklık ettik. Aslında Türkiye’de bile çok eşi benzeri olmayan bir saldırıydı ve onun cenazesini Dersim’de defnettik. O zaman ben de gitmiştim ve o acı katmerlendi şimdi sevgili Aysel Tuğluk acıyla direniyor ve maalesef sağlığından oldu.
Hafızasını reddediyor, bunu hatırlamayı reddediyor ve Aysel hala cezaevinde, bunu hepimiz çok yakından biliyoruz. Şemse Allak cenazesinin defini sırasında ben de oradaydım, Diyarbakır’daydım. Oradan başlayarak aslında birçok cenazeye, bu tırnak içinde namus adı altında, töre altında öldürülen kadınların cenazesine kadınlar sahip çıktılar ve bu o kadar büyük etkiye sebep oldu ki.
Çünkü bu da dönüştü, ilk başta şu örnekleri de hafızamızdadır, ailelerin kızlarının cenazesine sahip çıkmadığı dönemleri de yaşadık. Hala benzer örnekleri görebiliyoruz. Bu konuda ciddi bir ilerleme var ama işte diyelim tecavüze maruz kalan kardeşini, kızını ya da başka bir yakınını kabul etmeyen, bunu ben defnetmem diyenler nedeniyle kimsesizler mezarına defnedilen çok sayıda kadın biliyoruz, dava dosyalarından ya da başvurulardan kadın kurumlarına gelen.
Bu nispeten eskiye oranla ciddi bir şekilde gelişti ve aileler artık sahip çıkıyor. Mesela Bitlis'e Pınar Gültekin’in cenazesine gitmiştim, orada da çok güçlü bir katılım vardı. Kadınlar olarak defnedeceğimizi ifade ettik ve bunun gibi birçok ismi aslında başta Kürdistan'da, Kürt illerinde ve Türkiye'nin birçok yerinde bu adeta kadınların isyanına dönüştü. Aslında mücadelede önemli bir aşama katledildi diyebiliriz.
Tabi bunları anlatmak hakikaten çok can yakıcı ama bunları konuşmamız gerekiyor, yüzleşmeyi sağlamamız gerekiyor. Çünkü hakikatlerin adını koymadan bu mücadeleyi yürütemeyiz; önce hakikati kabul etmemiz lazım, yüzleşmemiz lazım ve bu konuda farklı kimliklerin de birbirlerine karşı duyarlılığın ve mücadelesinin de hayati önemde olduğunda bilmemiz gerekiyor, bunun farkında olmamız gerekiyor.
Mesela Türkiye feminist hareketinin, Kürt kadınlarının yaşadığı bu büyük zulme, bu büyük vahşete karşı amasız, fakatsız itiraz ederek yan yana durabilmemiz gerekiyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele farklı kimlikleri, dilleri, inançları, etnik kimlikleri ayırt etmeksizin, aynı güçle ve kararlılıkla karşı çıkmakla kadın mücadelesi verebiliriz.
Yoksa birbirimizin inancına, kimliğine, diline, farklı özelliklerine takılarak bu mücadelede bir duyarsızlık, bir isteksizlik ya da yan yana durmama hali oluşmasının kadın mücadelesine çok büyük bir aykırılık oluşturur kanaatindeyim. Bu nedenle Türkiye'de yaşayan bütün kadınlarla birlikte biz hiç bir ayrım gözetmeksizin bu mücadeleyi yürütmeye varız diyorum ve bu mücadelenin hepimiz bir yerinden tutabiliriz.
Mücadelenin hepimiz bir yerinden tutabiliriz ve bu şekilde kadın özgürlüğü ve eşitliği tesis edebiliriz diye inananlardanım. Çok şey anlatamamış olabilirim ama tamamen duygularımı ve yaşanmışlıkları aktarmaya çalıştım, ama tecrübelerimi ve yaşadıklarımı çıplak anlatmamaya çalıştım. Çünkü benim de çok sarsıldığım ve sizi o çıplaklıkla açıkçası sarsmak istemediğim hakikatler biraz da ama mümkün olduğunca aktarmaya çalıştım. (MDB/Lİ/APK/KU)
* 26 Şubat 2022'de webinar olarak gerçekleşen “"Ölü Bedenlere Yönelik Şiddetin Toplumsal Cinsiyetini Konuşmak" paneli kayıtlarını Leyla İşbilir yazıya döktü, Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi yayına hazır hale getirdi. Metindeki arabaşlıklamayı bianet yaptı. Manşet görseli ve metin görsellerini Korcan Uğur düzenledi. Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi'ne çalışmayı bianet'te yayımlama imkanı verdikleri için teşekkür ediyoruz. e-posta: [email protected]
ÖLÜYE SAYGI VE ADALET PANELLERİ VII
Ölü Bedenlere Yönelik Şiddetin Toplumsal Cinsiyetini Konuşmak/ Mekiye Ormancı
Fırat suyu ve Ermeni genç kadınları türkülerde/ Kayuş Çalıkman Gavrilof
Kadın cinayetlerinde ve yargılamalarında ölüye saygısızlık/ Fatoş Hacıvelikızı
Kadına yönelik şiddet ırkçılıkla birleşince daha vahşileşiyor/ Meral Danış Beştaş
“3 Fotoğraf, 3 Dönem, 3 Katliam”/ Aysel Avesta
İran'da LGBTİ+ ve kadın, Türkiye'de mülteci olmak/ Esmail Fattahi