Agora, Yunanca'da "çarşı" demek. İnsanların siyasal ve toplumsal anlamda bir araya geldikleri, ticaret yapılan ve politika konuşulan alan anlamına gelir. Bugünkü anlamıyla agorafobi, yani "açık alan korkusu" bu kelimeye bir gönderme yapar. Aynı zamanda, tam anlamıyla güvenli olduğu varsayılan evin dışında, sokağa çıkıldığında hissedilen sıkıntı verici bir kaygının da adı.
Özellikle Amerika'da yapılan istatistiklere göre, kadınların yüzde 80'i agorafobik ve bunların bir çoğu evli kadınlar. Kadınların toplumsal ve siyasal yaşamdan dışlanmalarının bir simgesi sayılan, antik Yunan'dan günümüzün modern dünyasına ulaşan, "agorafobi" kavramı; bugün, insanların başına her şeyin gelebileceği korkusundan değil, hiçbir şeyin başlarına gelmemesi olgusundan korkmalarından kaynaklanır.
Agorafobinin esas kaynağı görmezden geliniyor
Bir çeşit endişe ve kuruntu karışımı olan agorafobi, günümüzde kadınların eve kapatılmaları kadar sadece çalışmak ve evlerine bakmak için sokağa çıkma zorunluluğuna da dayanır. Bugün, bir çeşit hastalık olarak da kabul edilen agorafobi tedavi edilmekle birlikte, sorunun esas kaynağı görmezden geliniyor.
Bundan dolayı da, en uzlaşılmaz agorafobikler sayılan feministler, dış dünyada kendilerine düşman figürü yaratmakla suçlanırlar. Bu muhtemel düşman ise, kendilerini asırlardır ev içine kapatan ve sosyal yaşamdan uzak tutan erkeklerdir.
Tevrat'ta şöyle bir cümle geçer:
"Erkek, karısının pazar yerine gitmesini engelleyerek ona sahip çıkmalıdır, çünkü pazar yerine çıkan her kadının başına eninde sonunda felaket gelir."
Kapitalizm kadını tekrar "içeri" hapsetti
Yahudi- Hıristiyan geleneğinin ürünü "batı" toplumunun kökeninde yatan bu hoşgörüsüzlüğün temelinde, ilerde kapitalizmin de esasını oluşturacak çalışma etiği yatar. İyi bir Hıristiyan, Tanrı'ya yakın olmak için çok çalışmalıdır. Buna göre, bir iş bölümü yapıldığında erkekler, evin dışında çalışan; kadınlar ev içi düzeni sağlayan ve erkek üretiminin lokomotifini oluşturan birer iş gücüne dönüşür evin içinde.
Bu anlamda, modern dünyanın agorafobik kabul edilen feministleri; çalışma koşulları konusunda, erkeklerle eşit hak talep ettiğinde ve tabii ki dışarı çıktıklarında böyle bir suçlamayla karşılaşırlar. Bu, modernleşme adı altında gerçekleşen kapitalistleşme sürecinin, kadın emeğini görünemez kılarak; onları sömürdüğünü ve dışarıdayken tekrar içeri hapsedilen kadınlar konumuna getirdiğine de işaret eder.
Ayrıca, agorafobi kavramının anlamının da çarpıtılmasına sebep olur, çünkü erkekler her sosyo- ekonomik ve politik koşulda kadın emeğinden sınırsızca faydalanmak ister. Bu bağlamda, uzlaşılmaz varsayılan radikal feministlere getirilen ağır eleştiriler de, bir yadsımanın belirtisi.
Dickinson: Agorafobiye kadın perspektifinden bakmak
Agorafobi kavramına gerçekten kadın perspektifinden bakmak için, tarihin en ünlü münzevilerinden biri olan Amerikalı kadın şair Emily Dickinson'ın yaşantısına bakmak gerek. Dickinson, bir şiirin de şöyle der:
"Yazgıysa neden bütün bunlara
Diyarı yok erkek akrabanın
Bir zindandan başka
Hapsettiği –Yalnızca Ev"
Amerika'nın ünlü feminist okullarından biri sayılan Mount Holyoke'de iyi bir eğitim alan Dickinson, tüm yaşamını şiir yazarak geçirdi ve Amerikan edebiyatında saygın bir yer edindi. 55 yaşında ölen şair, yaşamının son 25 yılında hiç evden dışarı çıkmadı. Misafir kabul eden ancak misafirliğe gitmeyen Emily'in bu yalnızlığı ve sokak korkusu olarak adlandırılan "agorafobisi" yazdığı şiirlerin doğa ve iç dünyayı konu edinen temalarına bağlanıyor.
Ölümsüz şiirlerini "geri çekilerek" yazdı
Oysa ki, ünlü şair tarihin en çalkantılı dönemlerinden birinde yaşadı. Avrupa'da devrim fırtınası eserken; Amerika iç savaşın etkisiyle parçalanmış, kapitalizm iyice yerleşmiş ve iç göçler başlamıştı. Siyasetle ilgilenen hukukçu bir babanın kızı olan Emily, bu konuları yazmak yerine kendi iç dünyasını anlatan şiirler yazan ve evden dışarı adımını atmayan bir kadına dönüştü. Ve, tabii bir de hiç evlenmedi.
Gerçekte ise çağdaşı, ünlü yazar Charlotte Bronte'ye duyduğu saygıyı gizlemeyen şairin; tüm yaşantısı olan kadın haklarını sonuna kadar savunan şiirleri onu her dönemde, çağının dışına taşıdı. Bir dönemin ünlü feminist hocalarından biri olan Higgison'dan ders alan Emily için söylenebilecek en iyi söz, biyografisini yazan Rebecca Patterson'un dediği gibi:
"Kendi zekasının ve yeteneğinin, o toplum içinde çok fazla olduğunun farkında ancak kendini gerçekleştirecek güçten yoksun bir kadın olarak, tek silahla savaştı: geri çekilmek."
Münzevi bir agorafobik şair olarak onu ölümsüz kılan da bu zaten; geri çekildiğinde yazdığı ölümsüz şiirleriyle, tüm zamanları aşmak. (YK/GG)
* Eviyle Evli Kadınlar, Robert Seidenberg ve Karen DeCrow, İstanbul: Afa Yayıncılık, 1988