19. yüzyılın üç klasik yazarı Charlotte, Emily ve Anne Brontё, 1816 ile 1820 arasında Thornton İngiltere’de mezarlıklara bakan bir evde dünyaya gelir. Papaz babaları Patrick ve alkolik erkek kardeşleri Branwell ile İngiltere’nin ıssız Haworth köyünde yaşayan üç kız kardeşin anneleri çocukken ölür. Yaşadıkları devirde, şehir yaşamının hareketli sosyal ve kültürel yaşamından uzakta bir hayat sürdürdükleri için, haklarında sayısız mit üretilen Brontё’ler gerçekte; yoksulluk içinde kıvranan İrlanda göçmeni bir ailenin, iyi eğitim almak için çırpınan olağanüstü yetenekli kızlarıdır.
Hayatları bir çok filme ve kitaba konu olan Brontё’ler ile ilgili en çarpıcı iddia geçtiğimiz yıllarda James Tully’nin yazdığı Charlotte Bronte Cinayetleri adlı biyografidir. Tully kitabında, Brontё kız kardeşlerden evlenen tek kadın olan Charlotte’un kocası Arthur Nicholls’un, Emily’yi hamile bıraktıktan sonra ölümüne yol açtığını, uyuşturucu kullandığı bilinen Branwell Brontё’nin kardeşlerine şantaj yaptığını ve bunları bilen küçük kız kardeşleri Anne’in zehirlenerek öldürüldüğünü iddia eder.
Papaz evinde otoriter babalarıyla büyüyen kızlar, özel bir yatılı okulda eğitim alarak dönemin kadınlar için en uygun mesleği olan mürebbiyelik yaparlar. Brontё’ kardeşlerin en ünlüsü olan Charlotte ise, Emily’nin, Anne’in ve kendisinin şiirlerini erkek isimleriyle Londra’da bastırır. 19. yüzyıl Viktoryen İngiliz toplumunda kadın yazarlara önyargılı davranıldığından çekinen kız kardeşler; Ellis (Emily), Currel (Charlotte) ve Acton (Anne) Bell adıyla yayımlanan şiir kitabından sonra da, diğer kitaplarını erkek isimleriyle bastırmak zorunda kalır.
Emily Brontё ve Uğultulu Tepeler
Pagan bir inanışı yansıtan Emily Brontё’nin şiirleri, döneminde ilgi görmese de bugün mistik edebiyatın en önemli eserlerinden kabul edilir. Kardeşi Charlotte’ tan daha yetenekli kabul edilen Emily’nin yaşamına dair fazla ayrıntı bilinmese de, Charlotte Brontё’nin biyografisini yazan 19. yüzyılın gotik yazarı Elizabet Gaskell; Emily’yi anlatmak için, ‘yabani’ ve ‘içine kapanık’ kelimelerini kullanır.
Ancak bugün, yazdığı tek romanı olan ve 1847’de yayımlanan, Uğultulu Tepeler ile edebiyatın klasikleri arasına girmeyi başaran olağanüstü bir yetenek olduğu anlaşılır.
Emily’nin Viktorya döneminin kadınlara dayattığı uysallığın ve romantik aşkların yerine yıkıcı, tutkulu ve tekinsiz bir aşk öyküsünü anlattığı Uğultulu Tepeler, Sanayi Devri İngiltere’sinin sınıfsal mülkiyet ilişkileri zincirinin keskin bir eleştirisini yapar.
Hem bir yöreyi hem de bir malikâneyi simgeleyen Uğultulu Tepeler romanı; Earnshaw’lar ile Linton’ların üç kuşak süren mülk ve aşk savaşları üstüne kuruludur. Earnshaw ailesinin evlatlığı Heathcliff ile evin kızı Catherine Earnshaw’un imkânsız aşklarının yarattığı olayları metafizik bir realizm içinde anlatan yazar; ölüm ve şiddet dolu tutkulu anlatımıyla ‘yaşanmayan bir cinselliği’ okurlara anlatır.
19. yüzyılın toplumsal cinsiyet rolleri içinde, cinsellikten bahsetmesi bile tuhaf karşılanan Emily Brontё’nin Uğultulu Tepeler’i günümüzde, Fransız psikanalitik feminizmin öncülerinden Juliet Mitchell tarafından kadın bireyselliğinin tüm Viktoryen ataerkil kuşatılmışlığını simgeleyen bir başyapıt olarak değerlendirilir.
Mitchell ayrıca, evlat edinilen Heathcliff ile evin kızı Catherine’in anneleri ayrı kardeşler olabileceğini ifade ederek; romanın, arkaik bir gotik laneti temsil eden ensest temasının patriarkal bir eleştiri taşıdığını da belirtir. Babasından iş gezisi dönüşü hediye olarak bir kamçı isteyen Catherine, unutulan hediye yerine bir kardeş/ sevgili sahibi olur.
Charlotte Brontё ve Çatıdaki Deli
Charlotte Brontё’nin ilk romanı ise, ancak 1857’de yayımlanır. Brüksel'de bir okulda öğretmenlik yapmakta olan bir İngiliz mürebbiyenin öyküsü olan Profesör, yayıncılardan fazla ilgi görmez ve Jane Eyre’ın başarısından sonra basılır. 1849’da yayımlanan Shirley ise, Yorkshire'a ilk kez dokuma tezgâhlarının getirilmesi üzerine ortaya çıkan kavgaları ve direnişi anlatır. Yazarın kendi yaşamından esinlendiği ve yalnız yaşayan bir öğretmeni anlattığı Villette’de 1853’de yayımlanır. Charlotte Brontё 1855'te veremden ölür.
Romantik edebiyatın örneklerinden kabul edilen Charlotte Brontё’nin muhteşem klasiği Jane Eyre ise, mürebbiyelik yaptığı evin sahibi Rochester’a aşık olan Jane’in öyküsünü anlatır.
Evli olduğu için, deli karısını malikânenin çatı katına kapatan Rochester’la evlenmeyen Jane, ancak evde çıkan bir yangında Rochester’ın karısı öldükten sonra onunla evlenebilir.
Yoksul bir İngiliz mürebbiyenin özgürlük mücadelesi olarak feminist edebiyatın önemli eserlerinden sayılan Jane Eyre’in ünlü çatıdaki deli kadın Bertha Mason karakteri ise, yirminci yüzyılın başında Jean Rhys’ın Geniş Geniş Bir Deniz adlı romanına konu olur. Batı Hint Adaları’ndan gelen Kreol yerlisi kadın Antoinette Cosway olarak, post kolonyal bir bakışla asıl değerini kazanır ve Jane’den daha fazla önemli bulunur.
İngiliz sömürgeciliğinin kadın üzerinden işleyen sistemine şiddetli bir eleştiri getiren Jean Rhys’ın kitabıyla, Jane Eyre’in konformist yaklaşımı fark edilir. Aşırı geleneksel bulunan Jane’in kitabın sonundaki zaferi, Kreol yerlisi Bertha/ Antoinette’in ‘deli’ sıfatıyla sömürülmesine bağlıdır.
Joyce Carol Oates de, Charlotte Brontё’nin klasik eseri Jane Eyre’e feminist ve post kolonyal bir eleştiri getirerek; Jean Rhys’ın Geniş Geniş Bir Deniz romanıyla birlikte değerlendirir.
Bu yüzyılın en önemli çağdaş gotik yazarlarından biri kabul edilen Joyce Carol Oates ise, Jane Eyre’ın tarihsel ve tek sesli anlatısına dikkat çekerek, Jane’in anne ve eş rollerini eleştirir. “Irkının kahramanı” olarak tanımladığı Jane Eyre için Oates, İngiltere’de ulus devletin inşası ve emperyal ana kraliçe sembolünün devamı için Jane’e fedakâr mürebbiye rolünün biçildiğini söyler.
Anne Brontё ve Mürebbiyelik Eleştirisi
Brontё’lerin en küçüğü Anne Brontё ise, Agnes Grey (1847) ve Wildfell Hall’ın Kiracısı’ adlı iki romanıyla tanınır. Diğer kardeşleri gibi genç yaşta veremden ölen Anne Brontё de, 19 yaşında mürebbiyelik yapar. Agnes Grey’de, Viktorya dönemi İngiltere'sinde, bir mürebbiyenin toplumsal sınıflar arasına sıkışmış yaşantısını anlatan yazar, sınıf sistemini eleştirir. Entelektüel ve yetenekli oldukları halde mürebbiyelik yapmak zorunda kalan kadınların durumları anlatan Agnes Grey, realist bakış açısıyla dönemin romantik edebiyatından ayrılır. Bağımsızlık için mücadele eden idealist Agnes’ın yaşamı Anne Brontё’in yaşamından izler taşır ve Jane Austen’ın mizahi ve satirik dilini andırır.
1848’de yayımlanan romanı Wildfell Hall’ın Kiracısı ise, Anne’in erkek kardeşi Branwell'den esinlendiği, bir ayyaşın öyküsüdür. Arthur Huntington adlı bu adamın sanatçı karısı Helen Graham karakteriyle yazar, 19. yüzyıl kadınlarının sosyal durumlarına ilişkin önemli ipuçları verir ve günümüz feministleri tarafından büyük bir beğeniyle ele alınır. Edebiyat tarihinin gizemli kız kardeşlerinin, yoksulluk içindeki hayatları erken yaşta veremle sona erse de bıraktıkları eserlerle, efsaneleri bugünde okurları büyülemeye devam eder.(YK/EÜ)