İletişim Yayınları’ndan çıkan Maria Mies, Veronika Bennholdt-Thomsen ve Claudia Von Werlhof’ın yazdığı "Son Sömürge: Kadınlar", ataerkil toplum ilişkisi içinde kendini yeniden üreten kapitalist üretim biçiminin, Avrupa merkezli Aydınlanma teorisiyle kadını yeniden nasıl sınıflandırdığını ele alıyor.
Kitap, Birinci Dünyanın muktedir "Batılı Beyaz Erkeği"nin, kendini özne sıfatıyla dünyanın merkezine koyarken "öteki" olarak nesneleştirdiği ve Üçüncü Dünya adıyla sömürgeleştirdiği Asya, Latin Amerika ve Afrika kadınlarının emeğini, "ev kadını" tanımlamasıyla nasıl iş gücü potansiyeli haline getirdiğini açıklıyor.
Kadın emeğini görünmez kılan ne?
Üç kadın yazarın, 1978-83 arasında yazdığı makalelerden oluşan kitap; kapitalizmin idamesi ve kadın emeği arasındaki ilişkiyi, kadınların ve doğanın aynı algıyla sömürgeleştirilmesine bağlayarak, feminist bir bakış açısı getiriyor. Kitap, aynı zamanda ekonomi politik yoluyla kadın emeğini görünmez kılan düzene karşı, kadınların oluşturduğu direnç mekanizmalarını da içeriyor.
Rosa Luxemburg’un sermaye birikimine ilişkin çalışmalarından beslenen kitap, Luxemburg’un "kapitalist olmayan tabaka ve çevreler" dediği alanı; kadınlar, sömürgeler ve doğa üçgeni üzerinden ele alarak teoriye farklı bir boyut katıyor. Kadınlar, sömürgeler ve doğa, özne- nesne ilişkisi içinde sürekli yeniden tanımlanarak "nesne" durumunda ilkel birikimin esas hedefleri haline getiriliyor.
Bu aşırı sömürü günümüzde de, ücretli işçi sömürüsünün ön koşulu durumunda. Hindistan’ın kırsal kesim kadınları üzerine yapılan bir çalışmayla, kapitalist kalkınmanın yoksul kadınlar üzerindeki etkisi incelenirken; kapitalist pazar ekonomisine entegre edilen yaşam koşullarının, bu kadınların feodal sistemden kaynaklandığı iddia edilen sömürüsünü arttırdığını ve bizzat kapitalist modernleşmenin kaçınılmaz sonucu olarak daha da kötüleştirdiğini açığa çıkarıyor.
"Ev kadını" kavramının işlevi
Ev kadını kavramının, Üçüncü Dünya’da neden hâlâ yaratıldığı sorusuna da bir cevap arayan kitap; özellikle yeni bilgisayar teknolojileri ve evde çalışmayla yenilenen kapitalist stratejinin, emeğin ev-kadınlaştırılmasının propagandasını yaparak, örgütlü erkek proletarya gücünü kıracak politik bir stratejinin geliştirildiğini belirtiyor.
Üçüncü Dünya ülkelerinde gözlemlenen bu yapı, Birinci Dünya’nın içinde de kendini kurarken; uluslarası ve ulusal sermaye de kendi birikim krizini çözmek için, ev kadınlarının üretim ilişkisini metalaştırarak çözüm yolu buluyor.
Bu açıdan, doğanın sınırsızca sömürülmesi ve tahrip edilmesinin geri teptiğini düşünen alternatif çevreci hareketler, sanayileşme ve büyüme modelini eleştirirken; kadın-erkek arasındaki ve sanayileşmiş ülkeler ile Üçüncü Dünya arasındaki ilişkiyi gözden kaçırır. Endüstriyel sistemin tahribatına verilen tepki, Güney Avrupa ya da Üçüncü Dünya ülkelerindeki alternatif üretim biçimlerinde aranan "saf" ve "bütün" bir doğa arzusuyla sınırlı kalır.
Bu gizli doğa, romantizmi açığa çıkarmaktan ziyade, üstünü kapatmaya yönelir. Üçüncü Dünya’da pazarlanan ekolojik gıda ve doğal ürünler ile Asya ve Afrika’nın el dokuması giysileri metalaşır. Bu da, bu ülkelerdeki çocuk ve kadınların ucuz emek altında gerçekleşen muazzam sömürüsünü berraklaştırır.
Kapitalizmin araçsallaştırdığı kadına yönelik şiddet
Kapitalist dünya pazarının ihraç alanı olan ucuz emek ülkeleri, yani sömürgeler bu yolla en ucuz üretici haline gelir. Kadınları iyi-kötü ve medeni-yabani gibi karşıtlıklar içerisinde ele alan bu bakış; evrensel "iyi" kadın modelinin "evcilleştirilmiş ev kadını" modelini yaratır.
"Kötü", vahşi ve medeniyetsiz olarak görülen kadınlar; işçilerin ve köylülerin kadınları olarak kabul edilir. Bu kadınlar, gelecek kuşağın ücretli işçilerini doğurmalarının yanı sıra, bir "doğa" kaynağı olarak görülen evi ve özel alanı da devam ettireceklerdir böylelikle.
Bu karşıtlık, tüm sömürge bölgelerine (Latin Amerika, Asya ve Afrika) uygulanır. Böylelikle Batılı burjuva kadını beyaz, uygar elit statüsüne yükselirken; karşısına öteki olarak konumlandırdığı Afrikalı ve Asyalı kadınlar "doğallaştırılarak" sistematik bir dışlama ve sömürüye tâbi tutulur. Bu ilişkiyi toplumsal ve ekonomik düzene, politik bir anlamda yayarak sürdürmenin aracı da doğrudan şiddettir.
Kadın sorunun sömürge sorunuyla ilişkili olduğunu ve her ikisinin de egemen, küresel, kapitalist/ ataerkil birikim modeliyle bağlantısı bulunduğuna dair çalışmalardan oluşan bu kitap; Batılı kadının kendine içerden bakışını sağlayan bir eleştiriyi beraberinde getiriyor ve kadınlar ile sömürgeler realitesini mevcut teorilere eklenmeyi öneriyor. (YK/GG)
* Son Sömürge Kadınlar, Maria Mies, Veronika Bennholdt- Thomsen, Claudia Von Werlhof. İletişim Yayınları, 2008