12 yaşındayken hafta sonları, hasta numarası yapmadığım zamanlarda dersaneye giderdim. O nadir günlerde de dersane çıkışı, bir arkadaşımla şehrimizin yeni açılan ve henüz çirkinleşmemiş tek çarşısına gider, hayatımıza yeni giren yürüyen merdivenden heyecanla 3. katta bulunan gelinlikçilere çıkardık.
Bacak kadar boyumuzla uzun uzun gelinliklere bakar, hiç konuşmazdık. Hava kararınca da evin yolunu bulmakta epey zorlanırdık.
Her katta bir başka anı
On sene sonra yine bir hafta sonu, ailemle birlikte aynı yere gittim. Gelinlikler dışında değişmeyen, oranın hala şehrin tek çarşısı olmasıydı; fazlasıyla çirkinleşmiş... Giriş katında çorapçılar ve giysi dükkanları; 1. ve 2. katta hediyelik eşyacılar, parfümeriler, gümüşçüler, saatçiler; 3. katta gelinlikçiler; 4. katta çantacılar ve en üst katta bilgisayarcılar ve kaset satan dükkanlar.
En alt kattaysa yüzlerce kuş arasından tek uçamayanı seçtiğim hayvan dükkanları. Ve 12 yaşında gelinlikleri seyrettikten sonra hayallere dalarak içtiğimiz nefis doğanay ayranını satan dükkan.
Uzun bir süredir beyaz rengine katlanamayışım nedeniyle bu defa gelinlikçiler katında pek fazla duramadım ve oyalanmak için aşağıya indim. Sadece yukarı çıkan yürüyen merdivenler artık ne kadar sıradan ve yavaş geliyordu. Ve hâlâ çocuklar ona binerken ne kadar heyecanlanıyordu.
Değişim...
Katların birinde ortaokuldayken sıkça ziyaret ettiğim ve uzun bir süredir kapalı olan, yaşlı bir amcanın deriden mucizeler yarattığı dükkanın duvarında bazı şeylerin asılı olduğunu gördüm. Merakla gittim dükkana. Çocukluğumun yaşlı amcası daha da yaşlanmış, aynı yerde, bir şeylerle uğraşıyordu.
Tedirgince neden artık derilerle uğraşmadığını sordum, ne güzel şeyler yaptığından bahsettim eskiden. Kafasını kaldırdı. Gülümseyerek artık deri bulunmadığını söyledi. Sanırım bir dönem dükkanına sürekli gelen hevesli çocuğu hatırlamıştı. Kısa bir sohbetin ardından dükkandan ayrıldım.
Doğduğum ve büyüdüğüm şehre uzun zamandır gelmiyordum, geldiğim zamanlardaysa geçmişimi yaşatan bu yerlere hiç uğramıyordum. Her sokağın, durağın, köşenin, okul duvarının, akan suyun, patlayan bisiklet tekerinin anlam taşıdığı bu şehirde bugününü yaşamanın ne kadar zor olduğunu düşündüm. Şehrin bugünü, dününden ne kadar uzaksa, işte benden de bir o kadar uzaktı.
En zoru zamanın peşinden gitmek
Sonra yurtdışına giden bir arkadaşımıza bildik bir mekanda veda gecesi düzenledik. İlk gençlik döneminin tüm kahramanları oradaydı. İçimizdeki çocuk, değişen kılık kıyafetlerimizin altından bir anda ortaya çıkıverdi. Yok olan zaman, var oldu.
Hüzün ve sevinç, bir zamanlar hayatımı kaplayan tüm tezatlıklar gibi yine yanı başımda. Hayatın yitip giden yanının ne kadar güzel olduğunu söylerken, hep geçmişini arayanları düşünürüm; ömrünü kaybettiklerine soranları, kaybettiklerinde yaşayanları... Ve güzel de olsa geçmişin bize hep hüzün verdiğini.
Çıkılan her yolculuk zor ama en zoru kayıp zamanın peşinden gidilen olsa gerek. (EK/GG)