Bozuk atmak istiyorum bir süre hayata. Kazık kadar olup, bir baltaya sap olamadığım için. Bu yaşa gelip ne yapacağım hakkında hala pek bir şey bilmediğim için. Büyümeyle eş zamanlı, olgunlaşamadığım için.
Ben yirmili yaşların başındaki arkadaşları küçümsemiyorum. Onların pervasızlığı gülümsetiyor beni. Çocukluğumu, yaptığım hataları, çektiğim acıları, girdiğim bunalımları, atıldığım maceraları, hesapsızlığımı hep sevdim. Bir gün geçeceğini bilerek ve için için o günlerin yasını da tutarak devirdim yirmilerin aklı beş karış havada güzelliklerini.
Son dönemde yaşlanmak fikri bir türlü çıkmıyor aklımdan. Baktığım her yerde yaşlılığı, zamanı, yaşamın göreceli yanını görüyorum. İnsanoğlu kuş misali bir var, bir yok.
Bir gün varolduğuma dair iz kalmayacak
Bir gün ben öldüğümde ve beni tanıyan herkes de öldüğünde, bu dünyada varolduğuma dair hiçbir iz olmayacak. Sanki hiç varolmamış olacağım. Yaşlanmak üzerine dokunaklı bir film olan Schmidt Hakkında’da iç geçiriyordu Warren Schmidt bu şekilde.
Ve evet, yaşıtlarım hızla evlenip, elenirken, çoluk ve çocuğa karışıp, yeni bir yaşam formuna bürünürken, "Ne yapıyorum" diye sormadan edemiyor insan kendine. Bugüne kadar yaşayanlar, şimdi çocuk doğurarak ölümlerini hazırlıyor; ileride hastalanınca kim bakacak onlara, son anlarında kim ellerinden tutacak, değil mi?
Tıp o kadar gelişmiş ki, 200 yaşına kadar yaşamak mümkünmüş. O zaman emekli olmak için kaç yaşına gelmemiz gerekecek, 150 mi? 150 yıl çalışmanın nesi eğlenceli olabilir?
Sigara tiryakileri ve obezler ortalamaya göre daha az yaşadığı için, sağlık sigortası masrafları da daha az oluyormuş. Bu durumda özel sigortalar özür borçlu değil mi bir ayağı çukurda olan arkadaşlara?
Sevenim varsa üzülecek, yoksa...
Türkiye en çok sigara tüketilen 10 ülke arasındaymış. Böyle giderse önümüzdeki yıllarda sigara kullanımından bir milyar insanın ölmesi bekleniyormuş. Allahtan ben bıraktım. Bunu da dert edinmeme gerek yok.
Eninde sonunda ölmeyecek miyim? Ve kuvvetle muhtemel bu ölüm bana büyük ızdıraplarla gelmeyecek mi? Bir hastane yatağında ölmek için dua edeceğim, acılarım bitsin diye. Nasıl şimdi her gece uyumadan "Allahım beni ünlü bir sanatçı yap" diyorsam, o zaman da "Allahım al canımı, kurtar beni bu acıdan" diyeceğim.
Sevenim varsa, çocuğum, kocam, üzülecek belki arkamdan. Tabii varsa. Yoksa hemşirelere dert olacağım.
Gözümün önünden, ölümünden evvel gördüğüm yakınlarım geçecek. Ölümün nasıl insanın içinden bir parçayı aldığını anımsayacağım. Eline ölümün eli değen asla eskisi gibi olmuyor. Onların yüzünü hatırlarken, bileceğim, her ne kadar aynaya bakmasam da, benim de aynı yolun yolcusu olduğumu.
Bunak teyzeler gibi gençliğimi düşünüp gülümseyeceğim. Ne güzeldim, ne güçlüydüm; "O günlere dönsem neleri değiştirirdim" diyeceğim. Önce yapamadığım her şey için birini suçlayacağım, sevdiklerime ayırmadığım her vakit için de kendimi. Hep keşkeler olacak dilimde, tabii konuşabilirsem.
Çok sevdiğim hayattan kopmak...
İşte böyle geçecek bir-iki ay. Doktorlar bir teşhis koymak için çabalıyorken önce ciğerlerim, sonra böbreklerim çalışmaz olacak. Ve bir gün üç hastalı bir odada, hastanenin pembe ve mavi duvarlarının yansıttığı ışıkta pencereden dışarıyı görmeye çalışacağım.
Son bir kez yaşadığım şehre kayacak gözüm ve sonra hiç olmamış gibi, çok sevdiğim bu hayattan kopacağım. (EK/GG)