32. İstanbul Film Festivali’nin kapanış törenindeki en güzel anlardan biri, kazanan sinemacıya ödülünü vermek için sahneye çıkan jüri üyesi Bruno Deloye’in ''Emek bizim!'' sloganına dili dönmeyince kestirmeden ''Ekmek bizim!' diye bağırmasıydı. Aslına bakarsanız her dil sürçmesi gibi bu dil sürçmesi de Emek sinemasına ilişkin mücadelede örtülü kalmış bir noktanın altını çiziyor: Ekmek bizim değilse Emek de bizlere kalamıyor işte.
Emek'i geri kazanabiliriz, kaybedebiliriz de. Her ikisi de son değil. İlk Boğaz Köprüsü’nün inşasını durdurabilsek, Güneydoğu'da köylerin boşaltılmasına, Şırnak’ta ormanların yakılmasına, Ege’de siyanürle altın üretmelerine engel olabilsek bugün sıra Emek'e gelmezdi. Tarlabaşı'nda, Sulukule'de oturanların yerlerinden edilmesinin önünde dursak Emek'in önünde toplanmamıza gerek kalmayacaktı. Karadeniz’e otoyol yapmak için sahili doldurtmasaydık Emek’e ilişmeyeceklerdi. Roboski’de köylülerin üzerine atılan bombaların hesabını bir sorabilsek Emek’in önünde boğazımıza sarılan polisler de ortadan kalkacak. Şunu kabul etmek zorundayız, her gün dört işçinin cinayet gibi iş kazalarında ölüp gittiği bir ülkede Emek’in yeri ancak bir alışveriş merkezinin dördüncü katı olabilir. Tersi de geçerli. Bugün Emek'in önünde toplanmazsak dört yanımızın bir anda nasıl rahatça nükleer santrallerle dolduğuna, ne kadar çok topraksız ırgatın tarlalardaki ağaçlara kendilerini astığına şaşıracağız.
Emek'i kaybettiğimizde başka yerlerde başka güzel denizlerin kirlendiğini, ırmakların önünün kesildiğini göreceğiz; ömürleri boyunca İstanbul’a adım atmamış, Emek’i duymamış insanların, uzaktaki doğa parçalarının, belki doğmamış çocukların hayatları kararacak. Bu politikaların birini değiştirmeye çalışırken öbürünü görmezden gelemeyiz. Emek’i Emek’le ilgisi olmayan, Emek’le başlamamış ve Emek’le de bitmeyecek bir mücadele kurtarabilir ancak.
Kimlerden neleri geri istediğimizi, Emek'in yıkımını durdurma sürecini kazansak da kaybetsek de neden Emek’i ve onunla birlikte başka bir sürü şeyi talep etmekten vazgeçemeyeceğimizi unutmamak gerek. Emek’in kaybı da kurtuluşu da ancak böyle bir bütünlük içinde gerçek anlamına kavuşabilir. Bu gerçeği anlamadığımız sürece, o gece sahneye çıkan Cem Yılmaz’ın Emek için slogan atan salona bakıp ''Keşke daha kalabalık olsaydınız. Sahi neden daha kalabalık değilsiniz?'' yollu ortak ama yanlış sorusunu bir yanıtı olmadan alkışlayan salon ahalisi içinde kalırız.
Kalabalıklaşmanın en samimi adımı Emek işgal altındayken toplanmak için kapıları sadece davetlilere açık tören salonları yerine davetsiz misafirleri de kucaklayacak Emek'in sokağını seçmek olurdu belki de? (FK/YY)
FIRAT KAPLAN YAZDI
Emek Protestosu Nerede Güzel?
İstanbul Film Festivali Jüri Üyesi Deloye ''Emek bizim'' sloganına dili dönmeyince ''Ekmek bizim' dedi. Bu dil sürçmesi Emek mücadelesinde bir noktanın altını çiziyor: Ekmek bizim değilse Emek de bizlere kalamıyor işte.
ilgili haberler
Hak odaklı, çok sesli, bağımsız gazeteciliği güçlendirmek için bianet desteğinizi bekliyor.
ilgili haberler
diğer yazıları