Ursula K. Le Guin ''Amerikalılar Ejderhalardan Neden Korkar?''* adlı konuşmasını 1974'te kaleme almıştı.
2020 yılında ''Türkler Kadın Hakları Sözleşmelerinden Neden Korkar?'' diye soruyor olmak bizim utancımız.
Kulağa ne kadar hoş gelse de çoğunluğun aksine #İstanbulSözleşmesiYaşatır diyemeyeceğim- sözleşme imzalandığından beri olan bitenler, sözleşmenin ne kadar hayata geçirildiği ortada.
Gelgelelim sözleşme varken bunları yaşadıysak, sözleşmeden çekildiğimizde olacakları düşünmek bile istemiyorum.
"Fantaziye" düşmanlık
Le Guin Amerikalıların, özellikle de yetişkin erkeklerin kurmaca yapıtlara, "fantezi"ye düşmanlıklarını başka bir dünyanın mümkün olduğunun bilincine vardıkları anda duydukları kaygıya bağlıyordu.
Kurmacayla, hayal gücüyle beslenen ruh ve akıl kabuk değiştirebilir; kendini ve dünyayı pekâlâ dönüştürebilir.
Amerika'daki yetişkin erkekler düzenin değişimini geçelim, değişme ihtimalinden çekiniyorlardı daha en başta.
O yüzden ''Karım roman okur, benim öyle boş şeylere vaktim yok'', ''Çocukken bilim-kurgu kitapları okurdum, bıraktım ben o işleri'' diyorlardı kendileriyle konuşulduğunda ve küçümsediklerini hissettiriyorlardı bu türlerin okurlarını.
Sadece yetişkin erkekler değildi 70'lerin Amerika'sında kurmacayı düşman belleyen. Kültür kurumları da bu yönelimi canı gönülden destekliyordu. Söz gelimi Tolkien'in kitapları çocuk raflarından yetişkin raflarına taşınmıştı kütüphanelerde.
Bir çeşit hayaletten korkmak...
2020 yılında Türkiye'deki iktidar ve iktidara tapınan "erk-eklik" halleri İstanbul Sözleşmesi'nden değil; sözleşmenin imlediği değişimin, dönüşümün ihtimalinden, yani bir çeşit hayaletten, bir ejderha anlatısından korkuyor.
Hayata geçirilmemiş, kör topal işleyen bir sözleşmeden bucak bucak kaçınıyor olmalarının temel nedeni bu.
Ejderhanın gölgesi vurduğunda tedirgin olmaya başlamaları iyi haber- demek ki kurmacanın, hayal gücünün getireceği değişimin eli kulağında. 70'lerin Amerika'sı kaç yıl dayanabildi? Korktukları ejderhalar bugün kapı komşuları.
İnsanlığın tek ve hâlâ süren en uzun hikayesi şarkılı bir masal ve bunu söyleyen Le Guin gibi anlatıcılarla başlamıştı.
Kurmacayı ve kadınları dışlayarak yazılacak daha güzel bir hikâye, kurulacak yeni bir ülke, ayakta tutulabilecek bir devlet yok.
Bastırdığınız fanteziler rüyalarınızda, unutmaya çalıştığınız şarkılar dilinizde, sindirmeye çalıştığınız kadınlar kıyılardan köşelerden ama öyle ama böyle çıkacaklar.
''Çiçek onlar çiçekler!'' diyerek kadınları gözden ırak yerlere, çatlaklara, duvar diplerine, yol kenarlarına iteleyen iktidar, atalarımızın çok eskiden keşfettiği bir Murphy kanunu kolay atlıyor: ''İstemediğin ot burnunun dibinde biter."
Kadınlar çiçek değil yaban otudur olsa olsa. Ve yaban otlarının eninde sonunda ele geçiremediği bir bahçeyi henüz kuramadı insanlık tarıma başladığı, yerleşik düzene geçtiği on bin yıldan beri.
(FK/PT)