Tahir Elçi’nin benim kendisini tanıdığım kadarıyla belirgin bir farkı vardı. İnsan hakları ihlalleri, özgürlük kısıtlamaları ile yakından ilgilenmenin yanında; etnik kimliklere dair duyarlılığı olan biriydi.
Ve dahi kent kimliği/kent kültürü yakından ilgi alanı içindeydi. Yani "ezcümle" hak talepkârlığı meselesini geniş ölçekli değerlendiren ve savunan bir hukukçu / avukattı.
Onu “kent ormanı” ile ilgili bir tavır alışta da, kentin tarihi ve kültürel değerleri ile ilgili muhalif kimlikli bir ieylemlilikte de ön sıralarda görmek mümkündü.
İşte sanırım “katline vacip olan” tam da bu muhalif duruşuydu.
Ölümünden iki gün önce bütün kent sakinleri gibi o da duymuştu Suriçinin kadim mekânı “Dört Ayaklı Minare”nin ayaklarından vurulduğunu!
Her zaman benzer olaylarda yaptığını yapmış. Minarenin ayakları dibinde bir basın açıklaması ile protestosunu dile getirmeyi “Diyarbakır Barosu Başkanı” kimliği ile “Baro” olarak yapmayı/yapılmasını dillendirimişti. Bir gün önceden de basına, baro mensuplarına ve ilgili kamuoyuna açıklamanın yeri, günü ve saati duyurulmuştu.
Diyarbakır Barosu
28 Kasım 2015 cumartesi sabahı Dört Ayaklı Minare önünde elindeki “İnsanlığın mirasıyım, mirasına sahip çık” dövizi ile orada öylece doğaçlama konuşmasını basına karşı yaparken, fotoğraf karesine baktığımda arkasındaki "azlığı" saydım. Tamı tamına 17 kişiydiler. Evet, 17’nin çoğu avukattı, ama içlerinde avukat olmayanlar da vardı.
Olsundu! Elçi, bir yanıyla o kadim mahallenin hikâyesini, öbür yanıyla minaresini, camisini ve dahi minarenin bazalt taştan ayaklarına, sıkılan kurşunların; aslında insanlığa sıkılmış kurşunlar olduğunu anlatıyordu her zamanki hızlı, heyecan dozu hayli yüksek ve vurgularında ayak parmakları üzerinde hafifçe yaylanarak konuşmasıyla…
O gün oracıkta Tahir Elçi katledildikten sonra bugüne kadar yazanların hemen hiç biri sormamışlardı kendilerine ve aslında olması gerektiği gibi de yüksek sesle kamuoyuna! Sahi; Tahir neden onca az baro mensubu ile oradaydı ki!
O günlerde binin üzerinde üyesi olan Diyarbakır Barosu avukatları neden başkanlarını orada, o kadar az sayıyla yetinerek, adeta yalnız bırakmışlardı ki!
Sanırım bu soru yüksek sesle sorulmayı bugün de bi hakkın hak ediyor!
Belki Tahir Elçi o gün olanca mütevazılığıyla sadece kendine sorarak, kimselere de dememiş/demeye de dili varmamıştı.
O gün cenazesinde içten olduğuna inandığım, üzüntülerine tanık olduğum çokça meslekdaşına bu soruyu sormak isterdim. Ama dilim varmadı sormaya! Sadece morg kapısında, törende ve yol boyunda birlikte yürüdüğümüz birkaç dosta söyledim. O kadar…
Sanırım her meslekten kendi alanında örgütlü toplum olma meselesinde işin başında olan şahsiyetleri çok yıpratıyoruz. Olanca hengâme içinde çoğu kez onları yalnız da bırakıyoruz. Haksız mıyım? Bilemiyorum. Ama ben soruyu orta yere sorayım da, belki cevabını merak eden bulunur…
*Bu yazıyı çok daha geniş haliyle Tahir Elçi’nin katledilişinin üzerinden henüz bir hafta geçmeden yazmıştım. Yedi yıl sonra dönüp yeniden okuyup baktım ve bir daha elden geçirip epeyce kısalttım. Ruhu şad olsun sevgili Tahir Elçi’nin…
TIKLAYIN - Tahir Elçi Cinayetinde Üçü Polis Dört Kişi Hakkında İddianame
TIKLAYIN - Forensic Architecture Tahir Elçi Cinayetiyle İlgili Raporunu Açıkladı
TIKLAYIN - “Tahir Elçi O 13 Saniyede Vuruldu”
(ŞD/EMK)