Besteci Philip Glass’ın Einstein’ın yaşam öyküsünü anlattığı “Einstein on the Beach- Einstein Kumsalda” adlı eserinin bir bölümünde, kumsalda oturan Einstein, tek tek kumları saymaktadır. Kumlar, hem gökyüzündeki yıldızlar hem de sonunda bizim gibi akıl sahibi varlıklara dönüşmüş olan atomlardır. Milyarlarca yıllık oluş ve yok oluşun, doğum ve ölümün kederli sürecinden geçen yaşam, şimdi Einstein’ın hayal gücü ve sezgisiyle, kendisi ve evrenin yapısı üzerine düşünmektedir. Ancak bu, zorlu ve tesadüflerle belirlenen bir yoldur. Einstein bile Einstein olarak doğmamıştır. Örneğin Einstein’ın okul döneminin ilk yıllarında pek başarılı olmadığı bilinen bir şeydir. Ancak bu “başarısızlığın” Einstein’la değil eğitim sistemiyle ilgili olduğu, Einstein’ın İsviçreli pedagog Pestalozzi’nin Aarau’daki okula gitmeye başladıktan sonraki performansı gösterir.
Düşünce deneylerine, öğrenilecek materyalin zihinde canlandırılıp görselleştirilerek hayal gücüyle kavranılmasına ve ahlaki, zihinsel ve teknik becerilerin birbirinden kopuk değil, birbirini tamamlayıcı biçimde geliştirilmesini öneren Pestalozzi’nin yöntemleri, belli ki Einstein’ın saklı güçlerini açığa çıkartmıştır: Einstein, Aarau’daki okulda, 16 yaşındayken, özel göreliliğe ilham verecek ünlü düşünce deneyini tasarlar: “Acaba ışık hızını yakalarsam neler deneyimlerim?”
Acaba aynı Einstein, eğitimin ideoloji ve kariyer planlama ile yoğrulduğu bir eğitim sisteminde, ezber ölçme sınavlarıyla boğuşurken aynı soruyu sorma gücünü ve zamanını kendisinde bulabilir miydi? Aarau’daki okuldan önceki performansını hatırlarsak ezberle arası iyi olmayan Einstein, büyük olasılıkla iyi bir puan alamaz, olsa olsa bir bakanımızın sevinçle karşılayacağı şekilde bir “ara eleman” olurdu. Einstein ise, aynı bakanın biz Türkiye toplumuna uygun görmediği mucitliğinin yanında, savaş karşıtı kimliğinin yanında, yoksullukla mücadele ve eğitim gibi konularla ilgilenen bir dünya insanıydı.
Savım şu ki, ezbere dayanmayan, biçimsel ahlaki ve ideolojik dayatmalar içermeyen, bunun yerine hayal gücünü ve özgür düşünmeyi destekleyen bir eğitim alan Einstein, yalnızca bilimsel sezgisini kullanmayı değil, ahlaki sezgisini ve vicdanını geliştirmiş olmalı. Bunun tersi düşünülerek söylenebilir ki, bizdeki eğitim, yalnızca yetenekleri köreltmekle kalmayıp, insanları birbirine yabancılaştıran, ahlakçı ve ideolojik dogmalarla vicdanları körelten, hayal gücünü baskılayan bir öğretimi içermektedir.
Elbette bu durum yalnızca bize özgü değil. Kapitalist eğitim sistemlerinin hepsi, yeni toplumsal tahayyüller ve amaçlar tasarlayan insanlar yerine, yalnızca kendi kariyerinin peşinde koşan bireylerin teşvik edilerek var olan yeteneklerin köreltildiği bir eğitim-öğretimi destekler. Ancak bizde eğitim, buna ek olarak, ulusal bir ideoloji ve muhafazakâr bir ahlakçılığın boyunduruğundadır. Böylelikle sınıflar, ufukta belli belirsiz bir kariyerin peşinde öğrencilerin birbirini geçme yarışına sokulduğu rekabet alanlarının yanında, öğrencilere ideolojik ve ahlakçı söylemlerin aşılandığı ve böylece öğrencilerin birbirinden insani olarak da uzaklaştığı mekânlar haline gelir. Bir çocuk, öğrencilik yıllarında, farklı ekonomik sınıftan insanlara yabancılaşmasının yanında, farklı ırktan, dinden ve kültürden insanlara da yabancılaşır ve bu yabancılık yavaş yavaş bir korkuya, oradan da öfke ve nefrete dönüşür.
Bu süreçte hayal gücünü baskı altına almak esastır. Gördüğü şeyi spontane, özgür ve yaratıcı bir şekilde hayal edip dönüştürme gücü bozularak, yerine, ideolojik ve ahlakçı sistemin devamını sağlayacak bir algı mekanizması geliştirilir. İktidar, bu algı mekanizmalarını kullanıp kendisini pekiştirerek, toplumu düzenleme işlevini güçlendirir. Örneğin, kız ve erkek öğrencilerin aynı binada bulunmasında ya da yataklı tren vagonlarında bize cinselliği “gösteren”, hamile kadının sokakta bulunmasını estetik açıdan içerleyen iktidar, aslında gerçek anlamda ahlaksızlıkta bulunarak, toplumdaki ahlakçı otoritesini bizlere hatırlatır ve kendi toplumsal tahayyülünü gerekçelendirir. Kapitalizm ve muhafazakârlığın rekabetçi ve ahlakçı birlikteliğiyle böyle kötüye kullanılan hayal gücü, yalnızca iktidarın devamını sağlamakla kalmaz, insanın kendisine ve başka insanlara yabancılaşmasına ve hatta düşmanlaşmasına yol açar. Oysa hayal gücünün özgür ve spontane kullanımı, kişinin kendini karşısındakinin yerine koyabilme yetisini, yaşamın çeşitliliğini koruyarak eşitlik temelinde adaletli toplumsallıkların tahayyülünü içerir.
Böyle bir hayal gücüne sahip olan Einstein’ın vardığı çözüm şudur: Sosyalizm. “Neden Sosyalizm” makalesinde Einstein, toplumun üretim ve eğitim araçlarının sahibi olmasıyla böyle bir sürecin başlayacağını ama bu bunun, özgür, eşit ve adaletli bir yaşamı sürekli ve kalıcı kılması için beraberce düşünmemiz gerektiğini önerir. Beraber tasarlanacak bu gelecek, plajda kızlı erkekli oturuyorlar algısıyla değil, kum tanelerinde yıldızları ve atomları gören, kendisinin, kendi türünün, diğer türlerin, doğanın ve evrenin geçmişi ve geleceği üzerine düşünen bir hayal gücüyle olacak. Bunun için de illa bir Einstein olmaya gerek yok sanırım. (MB/HK)