1980’lerde TRT’de yayınlanmış Clémentine adında bir çizgi film vardı. O dönemde bu çizgi filmi izleyenler, hala aralarında şaka yollu olarak, nasıl bir “travma” yaşadıklarını konuşur.
Bir kaza sonucu sakat kalan Clémentine, geceleri iyilik perisi Héméra’nın eşliğinde zamanda yolculuk yaparak dünyayı dolaşır, her bölümde dünyanın başka bir zamanında, başka bir kültürde maceralar yaşar.
Ancak her seferinde, korkunç Malmoth ve onun kötü kalpli yardımcılarıyla mücadele etmek zorundadır. Çizgi filmdeki bütün karakterler ve öyküler, aslında Clémentine’in hayalgücüyle ortaya çıkan, insanın karmaşık iç dünyasının öğeleriydi.
Clémentine, bu öğelerin iki ana temsilcisi Héméra ve Malmoth aracılığıyla hem kendi iç dünyasını hem de dış dünyayı, başka kültürleri ve insanları tanırdı. Evet, bu karşılaşmalar kimi zaman gerçekten de karamsar ve ürkütücüydü ama tıpkı Andersen’in masallarındaki gibi, hayalgücüne dayanan farklı ve öğretici bir mantık taşırdı.
Bu öğreticilik, belirli bir yazılı öğretiye değil, hayalgücünün özgür etkinliğine dayanırdı: İnsan kendisini ve başkalarını, genel olarak insanlık durumunu ancak bu özgür etkinlikte öğrenir. Karanlığı da aydınlık kadar tanıyarak kendisine ve başkalarına yabancılaşmamayı öğrenir.
Clémentine’in bu pedagojik yanı, bana göre çizgi filmin yazarlarından gelmekte. Yazarlar, Fransa’nın o dönemdeki önde gelen eğitimcileriydi. Karakterlerin ve öykülerin, izleyenlerin bu kadar içine işlemesinin nedeni, senaristlerin, izleyicileri yorumlama konusunda serbest bırakmaları olabilir.
Çocuğun ruhunu ve zihnini, büyükler tarafından yazılacak boş bir levha olarak görmediklerini düşündüğüm bu eğitimciler, böylece hayalgücünün özgür gelişimini vurgulamış olabilirler. Clémentine’in özellikle Türkiye ve Güney Amerika ülkelerinde kült statüsüne erişmesi ayrıca ilginç bir durum.
Belki de bu ülkelerdeki çocuklar, kendi ülkelerindeki darbelerin yarattığı atmosferi Clémentine’de görüyor, kendi ülkelerini Clémentine ile yaptıkları yolculuklarda tanıyorlardı, kimbilir.
Neyse ki, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin bizi artık Clémentine gibi çizgi filmlerin kabusundan koruma kararı almış. Ancak sözlerinden şu da belli oluyor ki, kendisinin de içinde bulunduğu iktidarın öbür üyeleri gibi, o da tek boyutlu insanlar yetiştirmeyi kendine görev edinmiş.
İfadesine göre, “uçanlı, kaçanlı, uzaylı çizgifilmler tehlikeli” olduğundan, çocuklarımıza artık “padişahlı” çizgi filmler izletecekmişiz.
Bu noktada kaçırdığı basit mantık şu: Tek boyutlu insanların tek boyutlu ahlakı olur. Tek boyutlu ahlak, ne kendi iç dünyasındaki ne de başkalarındaki çeşitliliği bilir. Kendisini ve başkalarını tek boyutlu biçimde yorumlar ve bu nedenle kendini her zaman haklı görür, eylemlerini ne olursa olsun haklı çıkarabilir.
İçindeki Malmoth’u bütünüyle karşı tarafa yansıtarak yok ettiğini düşünür. Kendisi pirüpak Héméra, karşısındaki iblis Malmoth olur.
Kendisini pirüpak gören tek boyutlu ahlak, kendisi gibi olmayanı “temizlemeyi”, yani kendisi gibi yapmayı hakkı olarak görür.
Bu strateji ise hep ters sonuç verir, çünkü bastırılan şey daha da güçlenip serpilerek sonunda onu bastıranı ele geçirir. Sayın Şahin‘in de üyesi olduğu bugünkü iktidar bunu biliyor olmalıydı, en azından ilk yıllarındaki stratejileri dışlayıcıdan çok kapsayıcı bir görünümdeydi. Ancak bu değişmiş gibi görünüyor.
Ne oldu bilinmez ama kendilerini Héméra, başka herkesi de Malmoth olarak görmeye, kendi “milli ve manevi değerleri” dışındaki her şeyi kötü ve tehlikeli ilan etmeye başladılar.
Şahin’in ifadesine göre, yerli çizgi filmlerle bu “değerler” şimdi çocuklara aşılanacakmış.
Şahin, Clémentine’i geçtim ama en azından Miyazaki’nin yapıtlarını izlemiş olsaydı, insan ruhu ve zihninin “milli ve manevi değerler”den çok daha karmaşık ve renkli öğeler içerdiğini; insanın çok boyutluluğunu gösteren çizgi filmlerin değil de, asıl hayalgücünü körelten tek boyutlu insan yetiştirme projesinin korkunç bir şiddet içerdiğini anlayabilirdi belki.
Elbette hiçbir şey için geç değil, sonuçta çizgi film ya da anime izlemenin yaşı yok. (MBA/YY)