Richard Dawkins'in masallarla ilgili son beyanı, çocuklar ve masalların okutulması konusunu yine alevlendirdi. Dawkins, gelen eleştirilerden sonra dediklerini biraz yumuşatsa da, genel olarak masallardaki doğaüstü konuların, çocukları bilimsel düşünceden uzaklaştırdığını ve onlarda daha sonrasında doğaüstü-mistik ve dini düşünceye bağlayacak bir tutum geliştirdiğini savunuyor.
Doğaüstü olayları anlatan, hatta şiddet içeren masalları çocukların okuyup okumaması gerektiği ya da en azından hangi masalların okutulup okutulmayacağı sorusu en azından Platon'a kadar gider. Örneğin Platon, Devlet'te, tanrıları çocuklara kötü gösteren, şiddet ya da "ahlaksızlık" içeren mitolojik öykülerin çocuklardan uzak tutulması gerektiğini ya da bu öykülere sansür uygulanması gerektiğini söyler (örn. Devlet, 2. Kitap).
Platon'un bu görüşünü savunuşu, bana kalırsa bu konunun da kilit noktasını oluşturuyor. Platon'a göre, böyle bir sansürün uygulanma gerekçesi, çocukların masallardaki metaforik-alegorik anlatımı anlayamayacakları ve anlatılanı doğrudan anlatıldığı gibi anlayacaklarıdır. Kısacası çocuk, masallarda derinde anlatılanı anlayamaz ve bu nedenle, tıpkı Dawkins'in savunduğu gibi, doğaüstü ya da şiddet içeren masallardan kötü yönde etkilenir.
Bu görüşe karşı çıkılacak birkaç nokta var. Ya eğer çocukların böyle bir ayırt etme kapasitesi varsa? Yani masaldaki içsel mantığı, metaforik anlatımı kendilerince analiz etme yetenekleri varsa? Peki ya eğer masalların dili, yetişkinlerin mantığıyla analiz edilmekten uzak, bizzat çocukların ruhsal ve zihinsel diline, biz yetişkinlerin çoktan unuttuğu bir dünyaya hitap ediyorsa? Yani ya eğer çocuklar aslında masalları bizden daha iyi okuyorsa?
Novalis, "çocuğun olduğu yerde Altın Çağ vardır," der. Novalis'e göre bir metafor olarak Altın Çağ, insanın kendisiyle ve doğayla uyum içinde yaşadığı antik bir dönemin simgesidir. İnsanla doğa arasındaki bu uyum bozulmuştur ama Novalis'e göre, bu antik çağın izleri, kendisi ve çevresiyle dolaysız bir bağ içinde bulunan çocuklukta sezilebilir. Bu örneği çocukluğu romantikleştirmek için vermiyorum. Düşündüğüm kadarıyla Novalis’in söylemek istediği, çocuklarda Ben bilincinin henüz keskinleşmemesi, özne ve nesneyi kesin olarak ayırt etmemesi, sembol ve işaret ettiğinin arasında derin bir ayrım olmaması nedeniyle, çocuk ve şeyler dünyası arasında yetişkinlere göre daha spontane ve yaratıcı bir anlamlar dünyasının açılıyor olabileceğidir.
Örneğin Le Guin’e göre (bkz. Çocuk ve Gölge makalesi) benliğini bazen bir uğur böceğinde bazen de yatağın altına saklanan hayali bir yaratıkta bulan çocuğa, masalların sembolik dünyası, Ben ve Ben Olmayan arasında artık geri dönülemez bir keskinliğe sahip yetişkinden çok daha tanıdıktır. Walter Benjamin, “Öykü Anlatıcısı” adlı metninde, masalların çok boyutlu simgesel-ahlaki dünyasının, Dawkins’in anladığının tam tersine, çocuğa mitolojik güçler karşısında kılavuzluk ettiğini savunur. Benjamin’e göre, yetişkinlerce tasarlanmış tek boyutlu “öğretici” öyküler, yalnızca sınırlı bir deneyimi aktarırken, masallar, insan deneyiminin en derin ve karmaşık öğelerini dürüstçe içerdiğinden ve bir şekilde bu öğeleri tanıma ve onları düzene sokma araçlarına sahiptirler.
Bu noktada, masalların etik-ahlaki işlevi de yer değiştirir. Platon ve Dawkins, çoktan belirlenmiş bir etik görüş üzerinden masalları yargılar. Platon’a göre yalnızca tanrıları iyi gösteren, çocuklarda karmaşık duygular uyandırmayan masallara yer verilmesi gerekirken, aynı çizgide giden Dawkins’e göre, masallar çocuklarda doğaüstüye ve oradan da, tanrı gibi var olmayan şeylere ilgi uyandırabileceği için sakıncalıdır. Elbette bu ikisine, yalnızca milli ya da dini duyguları geliştirmek için tasarlanan masalların çocuklara okutulması savunanları da ekleyebiliriz. Her ne kadar birbirlerinden tamamen farklı dünya görüşlerine sahip gibi gözükseler de, örneğin ateist Dawkins ile koyu bir dindarın buluştuğu ortak nokta tam da burasıdır: Çocukların neyi okuması ve daha da önemlisi neyi okumaması gerektiğine kendi dünya görüşü çoktan karar vermiş bir yetişkin ahlakın, ya da Benjamin’in deyişiyle, aslında insanın en derin içsel deneyimlerini dışlayan ve tam da bu nedenle masallardan çok da irrasyonel olan “mitolojik bir yazgı”nın kabulü.
Oysa ya eğer yetişkinler masalları, tam da tek yönlü ahlaki bakış açısıyla okuduğundan, yanlış okuyorlarsa? Örneğin, ya Kırmızı Başlıklı Kız masalı, yetişkinlerin söylediği gibi, "işte annenin sözünden çıkarsan başına bunlar gelir" diyen bir ahlakı değil, tam tersine, yetişkinliğe giden yolun, insanın içindeki hayvani taraf olan kurtla, doğaya ve dolayısıyla ruhun derinliklerine ait olan güçle, kendi gölgenle karşılaşma cesaretinden geçtiğini anlatıyorsa? Gerçek dünyada ve televizyonlarda tanık olunan şiddetten mi etkileniyor bir çocuk, yoksa kendi içinde sembolik bir anlam barındıran “Hansel ve Gratel”de cadının öldürülme sahnesinden mi? Ya da masallardaki devler bize hayali yaratıklar olarak gelirken, bizlerin, dizlerimizin dibinde koşturan çocuklara nasıl göründüğünü sanıyoruz? Çocukların masallardaki gerçeküstü, kimi zaman şiddetli ve korkutucu, kimi zaman da gerçek olamayacak kadar mutlu ve şenlikli sahneleri bizzat yaşarken, bu sahnelerle arasına bir gözlemci mesafesini koymadığını mı düşünüyoruz?
Her iyi edebiyat yapıtı gibi, iyi masalın da analizi sınırlıdır, hatta yetişkinlerin keskin benlik sınırları nedeniyle bizim için daha da sınırlıdır. Her çocuk, masalda kendisiyle ve dünyayla ilişkili farklı bir gerçeklik ya da karşılaşma bulabilir. İyi bir masalın tek bir katmanı, tek bir boyutu, analiz edilebilecek tek bir mantıksal dizgesi yoktur. Masal, insan ruhunun çok boyutluluğunu kapsar. Bir masal, birkaç yıl hatta onlarca yıl sonra okunduğunda insana başka bir kapı açabilir. Bu nedenle bir masal, yetişkin tarafından tek bir ahlaki öğretinin aracı olarak kullanılamaz. Yetişkinlerin masallar üzerinden çocuklara öğretecek ahlaki bir öğretisi yoktur, tersine, masallarla beraber çocuklardan öğrenecek şeyleri vardır. Bu bakımdan da iyi masal, iyi edebiyattır. Nasıl Shakespeare’in ya da Kafka’nın yapıtları zaman içinde farklı yetişkinlere farklı anlamlar açabiliyorsa, ağızdan ağza aktarılan ya da iyi yazılmış masalların çocuklarla ve hatta yetişkinlerle böyle bir ilişkisi vardır. Ancak burada edebiyat eleştirmeni çocuklardır.
Son olarak Dawkins'in çocuklara, masalın gerçeküstü öğelerinin mistisizme götürdüğü için yerine salt bilimsel düşüncenin öğretilmesi gerektiği teziyle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Dawkins, bilimin ilerleyişinin sezgiye ve hayal gücüne dayandığını unutmuşa benziyor. Ona Marx'ın bir sözünü hatırlatmak istiyorum: "Eğer öz ve görünüş tamamen örtüşseydi, bilime gerek olmazdı."
Bilim, görünenden yola çıkarak, görünenlerin arkasında görünmeyen yasaları hayal etme gücüne dayanır. Yoksa kütle çekimi ya da termodinamik yasalarına sahip olabilir miydik? Ya da belirli bir yasayı çürütüp geliştirebilir miydik? Görünenin arkasındaki görünmeyen yapıyı, ruhun derinliklerini, kendini ya da başkasını anlamayı ve tanımayı gelişmiş bir hayal gücü sağlar; hayal gücü de, öncesinde yetişkinlerce tespit edilmiş bir ahlaki öğretiyle değil, çocuğun, insan varlığı yavrusunun kendi özsel güçlerinin özgür gelişimiyle olur. İyi edebiyat olarak iyi masallar ve fantastik öyküler de bunun en uygun araçlarından biridir. (MBA/ÇT)