Bugün 3 Mart, müzik doluyor insan...
Dünyanın 16 ülkesinde çeşitli etkinlikler var. Konserler, forumlar, radyo ve televizyon programları... Danimarka'dan Sudan'a, Arjantin'den Afganistan'a müzik ve ritmler uçuşacak havada, yasaklara, baskılara inat.
Bugün 3 Mart, Dünya Müzik Özgürlüğü Günü.
"Bu da ne demek ki?" diyecek günün birinde çocuklar. "Müzik nasıl esir olabilir, nasıl hapse girer ki?"
Onlara anlatmak zor olacak, müziğin Paul Robeson'un, Ruhi Su'nun, Mikis Theodorakis'in bedeninde zindanlara atıldığını, Victor Jara'nın parmaklarında kırıldığını, kristal Berlin gecelerinde kitaplarla koyun koyuna yakıldığını.
Evet, müziğin esaretine tanık oldum defalarca.
Alaturkanın yasaklandığını görecek kadar erken doğmamışım, onu sonradan duydum. Ama Buzuki'nin yasaklanışını yaşadım. Üstelik Ege'nin iki yanında birden "Gayrı milli" yaftası yapıştılarak tellerine.
Türkiye'de yasak, "Yunan" diye, Yunanistan'da yasak, "Anadolu'dan gelmiş, Grek değil" diye.
Biz bu yakada, onu müziklerimizde kullanamazdık, onun yakıştığı türde müzikler üretemezdik. Zira o müzikleri insanlara ulaştıracağımız köprünün başını TRT kılığına girmiş Deli Dumrul tutmuştu.
Öte yakada da albay kılığında aynı Deli: "Elen kültürünü yozlaştırtmam!"
Oysa telleri tıngırdadığında, Yunan da tutamaz kendini, Türk de, içini kaynatır insanın ortak seslerimiz.
Kürt müziği yasak masak değildi, öyle diyenlere inanmayın.
Yasak değildi de "anlaşılır bir dilde" söylenmesi zorunluluğu vardı. "Bir mumdur, iki mumdur..." diye söyleyebilirsin, ama sakın ola ki "Yek Mumik, dü mumik..." filan demeye kalkma!
80'lerin ortalarında, Şivan, Gülistan ve Melike Demirağ, "Türkülerimiz Kardeştir/Sıtranen me dostin" adlı programlarıyla dünyayı dolaşırken, giremedikleri tek ülke Türkiye'ydi. Onlar giremiyordu ama müzikleri giriyordu, aranıp yakalandığında dinleyenin başını derde soksa da, bir yerden bir delik, bir çatlak buluyordu mutlaka.
Gene de bize çok acı veren şeyler gördük, yaşadık. En acı görüntülerden biri, evlerinde yasak yayınla yakalanmış -kimbilir ne işkenceler görmüş- gençlerin poliste çekilmiş fotoğraflarını Hürriyet'in ön sayfasında görmekti. Duvarda koca bir bayrak, önünde suçlu gibi dizilmiş gencecik çocuklar, önlerinde de bir masanın üstünde suç aletleri: Kitaplar, dergiler, plaklar, kasetler, en önde de "Yeter Artık" adlı albümümüz. Basan gazetenin adı da ayrı bir ironi "Hürriyet"!
Bitti mi, geçti mi artık, düzeldi mi her şey?
Yoo, "Grup Yorum"un tam kadro dışarıda olduğu gün hâlâ sayılıdır. Kürtçe zincirlerini kırdı, ama Ermenice gene tenhalarda tek başına gezemez, her görüldüğü yerde ezilebilir.
Bugün 3 Mart, müzik doluyor insan, bugün Dünya Müzik Özgürlüğü günü.
"Bugün için bir şeyler yazmak benim gibi emekli bir müzisyene mi kaldı, nerede gençler?" diye hayıflandım bir ara. Üstelik bütün dünyada müziğin özgürlüğü için çırpınan Freemuse'un sitesinde, bugünü etkinliklerle kutlayan ülkeler arasından Kamerun'un, Zimbabwe'nin, Sudan'ın adını görüp Türkiye'ninkini göremeyince daha beter bir acı çöktü. Demek bitmemiş. Hâlâ hepimize düşen çok iş var, dünya yüzünde en son notayı da esaretten kurtarana dek. (ŞY/NV/YY)