3 Mart Dünya Özgür Müzik Günü, Freemuse (Dünya Özgür Müzik Forumu) öncülüğünde, hiç de özgür olmayan bir dünyada ve ülkede bu sene de kutlanıyor.
Merkezi Danimarka'nın Kopenhag şehrinde bulunan Freemuse, müzik üzerindeki baskıları azaltma, muhalif sanatçılara destek olma ve karşılaştıkları sorunları uluslararası arenaya taşıyarak yalnız bırakılmalarını engellemek gibi çabaların bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Bu çabanın diğer bir sonucu ise 3 Mart'ın "Dünya Özgür Müzik günü" olarak ilan edilmesi ve kutlanması oldu.
3 Mart "Dünya Özgür Müzik Günü" dünyanın birçok ülkesinde yaşanan baskı, sansür ve tutuklamaların gölgesinde, burukluk içinde kutlanıyor olacak. Ülkemiz özgülünde bugüne baktığımızda bu burukluğun nedeninin daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum.
Sanatta veya diğer üretim alanlarında tavırlarını muhalif olmaktan yana koyanların, devlet tarafından nasıl bir muamele ile karşı karşıya bırakıldıkları herkesin malumudur.
Fakat burada aslolan bir problem vardır ki, o da son yıllarda demokrasi havarisi kesilmiş bir iktidarın, kendi dönemlerinde sanatın ve sanatçının korunduğuna ilişkin yaratmış olduğu yanılsamanın, birçok çevrede karşılık bulmuş olmasıdır. Oysa gerçek tüm çıplaklığı ile orta yerde durmaktadır.
Biz biliyoruz ki sanata ve sanatçıya yaklaşım bir ülkede politik durumdan ve yönelimlerden azade değildir. Dolayısıyla yaşadığımız onca hak ihlallerinin bir bileşeni olan sanat, payına düşen soruşturma, yasaklama ve cezalandırma gibi baskıları yaşamaya devam ediyor.
Bir yandan sanatçılarla yapılan açılım kahvaltıları ve öte yandan yine onlara açılan davalar başka bir ülkede rastlanmayacak cinsten bir komediye kapı aralamaktadır.
Başbakan referandum sürecinde çıktığı meydanlarda sanatın ve sanatçını artık özgür olacağını iddia etmişti. Doğrudur, bu gün Başbakan ve onun iktidarının yandaşı haline gelenler açısından bir özgürlükten söz etmek mümkündür. Ancak, siyasal iktidara ve onun uygulamalarına karşı olan onlarca muhalif sanatçı, yazar ve gazeteci için durum çok daha farklıdır.
İşte sanatın ve sanatçının özgür olduğu iddia edilen bir ülkeden iktidar ve muhalif sanat arasındaki ilişkiye yönelik birkaç örnek:
Ferhat TUNÇ, Dersim'de verdiği bir konserde yaptığı konuşma ve söylediği şarkıdan ötürü suçu ve suçluyu övdüğü iddiasıyla 25 gün hapis cezasına çarptırıldı.
Pınar SAĞ ve Mehmet Özcan, suçu ve suçluyu övdüğü gerekçesiyle 10 ay hapis cezasına çarptırıldı
Koma Aheng elemanlarından Nurcan DEĞİRMENCİ, Zelal GÖKÇE ve Meral TEKÇİ'ye "Örgüt propagandası yaptıkları" iddiasıyla 10'ar ay hapis cezası verildi.
Kürt sanatçı Şahin GÜNEŞ (Şahê Bedo) Diyarbakır ve Bursa'da verdiği konserlerde Kürtçe şarkı söylediği için İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi ve Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından üç yıl bir ay hapis cezasına çarptırıldı.
MKM sanatçı Bahdin ACAR, 2010 Newroz'unda Uludere'de (Qılaban) katıldığı kutlamalarda Kürtçe şarkı söylediği için 10 ay hapis cezası aldı.
Rojda'ya, 2009 yılında düzenlenen "Kültür ve Sanat Festivali"ne katılarak, "Heval Kamuran" isimli Kürtçe şarkıyı seslendirdiği için 1 yıl sekiz ay hapis cezası verildi.
Cevdet Bağca, katıldığı bir konserde yaptığı konuşmadan ötürü 10 ay hapis cezası aldı bunun yanısıra öğretmenlik mesleğinden de ihraç edildi.
Grup Munzur sanatçılarına ayrı ayrı olarak katıldıkları bir konser nedeni ile 10'ar ay hapis cezası verildi...
Şimdi yukarıdaki örnekler ışığında bir kez daha "3 Mart Dünya Özgür Müzik Günü"ne baktığımızda yürümemiz gereken yolun hala çok uzun olduğunu rahatlıkla görebiliriz.
Farklı zamanlarda farklı isimler altında açılan davaların ortak amacı şarkı söyletmemektir, konuşturmamaktır. Kör, sağır, dilsiz rolünü hiçbir zaman terk etmeyen ana medya, ne yazık ki sanatçıların çekildiği bu cenderede suskunluklarını beslemeye devam etmektedir. Sanatı zapt-u rapt altında tutmak için çıkarılmış birçok yasanın büyük bir titizlikle korunuyor olması belki de en çok bu suskunluk sayesindedir diye düşünüyorum.
Bu gün şarkıların tutsak edilmediği bir ülke için seslerimizi birleştirmemizin zorunluluğuna dikkat çekmemiz gerekiyor. Klavyenin tuşundan çıkan ses ile bağlamadan çıkan sesin; kalemin ucundan çıkan ses ile gitardan çıkan sesin aynı amaç için birlikte yürümesi gerekiyor. Muhalefet yelpazesinin her bir parçasını yalnızlaştırmak ve susturmak için yola çıkanlara karşı yekpare bir karşı koyuşun taşlarını döşeyebilmek için biraz daha gayrete ihtiyacımız olduğu açıktır.
2011 "Dünya Özgür Müzik Günü"ne bir kez daha birçok alandan sıkıştırılmış bir sanat ortamı ve sanatçı profili ile girmenin üzüntüsünü yaşıyorum. Hayat ileriye akarken bizi geri olanda tutmak ve davranmakta zorlamak isteyenler, bizi şarkılarımızla baş başa bırakmak istemeyenlerdir. Öyle bir kuşatılmışlık söz konusu ki, konuşsak konuştuğumuz için, konuşmayıp şarkı söylediğimizde ise şarkılarımızdan dolayı bizi yargılıyorlar, yargılamaya devam edeceklerdir.
2011 Müzik Günü'ne bu durumda giriyor olmamızın utancını yaşamayanlar, siyasal iktidarın istismarcı ve baskıcı uygulamalarına teslim olanlardır. Çürümüş ve çürümekte olan bu yoz kültürün tarafı olmadığımız için, bu hayat ve ülke için bir takım kaygılarımız olduğu için, söylenecek sözümüz ve dillendireceğimiz onurlu şarkılarımız olduğu için, bizi dar bir alanda davranmaya zorlayanlara karşı biz yine de dik durmayı sürdüreceğiz.
Şarkılarımızı, aynı ağızdan çıkmışçasına gür ve düşüncelerimizi eşitlik, özgürlük yolunda yürüyen birer sevgili gibi candan ve yürekten söyleyeceğiz. (FT/EÖ)