3 Mart Dünya Müzik Özgürlüğü Günü. Hepimize kutlu olsun.
Müzik konusunda sanatsal ifade özgürlüğü için çalışan Freemuse adlı uluslararası örgütün çağrısıyla dünyanın her köşesinde, aynı gün bir çok etkinlik düzenleniyor. Bu yılki etkinliklerin odağında “Kadınlar, LGBT ve Azınlıklar” yer alıyor. Sanatçılar, toplumun bu zayıf halkalarına yönelik çalışmalar yapacak.
Bu, dünyanın gündemi.
Peki bizim gündemimizin odağında ne var?
TRT, toplam 208 şarkıya yayın yasağı getirmiş. 142’si Türkçe, 66’sı Kürtçe.
Bu şarkıların sözleri 6112 sayılı yasanın 8. maddesinin 1. fıkrası ilgili bentleri çerçevesinde yasaklanmışmış. Neymiş bu madde peki?
Başınızı ağrıtmayayım, merak eden linke girip bakabilir.
Ama özetin özeti, akla gelebilecek her şey yazılmış oraya ve yorumlama hakkı tabii ki bizi yöneten büyüklerimizin. Gene de diyorum ki, bu maddeye dayanarak “İstiklal Marşı” bile yasaklanabilir.
Şimdi diyeceksiniz ki, TRT’nin ratingi ne ki? Orada yasaklansa ne oluuur, yasaklanmasa ne olur?
İşte tam burada, devreye Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ giriyor:
"TRT mevzuat gereği, içinde küfür, alkol, sigara gibi zararlı kavramların geçtiği şarkılarla alakalı (sanki yasaklananlar bunlarmış gibi) tedbir alması TRT'nin görevidir. Diğer televizyonların da bunu yapması gerekiyor."
Bu ne demektir?
“Ey, özel kanallar, siz de bu şarkıları yasaklamalısınız. Yapmazsanız gerisini siz düşünün.”
Kuruluş amacı para kazanmak olan ticari kanalların “Sanatsal İfade Özgürlüğü”nü savunmak için devlete direnmelerini bekleyebilir miyiz?
Ama en azından, bu listede bazı şarkıları yasaklanan Sıla, Nazan Öncel, Demet Akalın, Bengü, Koray Avcı gibi tanınmış isimlerin tepki göstermelerini beklemek hakkımız da mı yok?
TRT Denetim Kurulu, 70’li yılların kabusu
Şimdi Pop Müzik denilen şeye biz o zamanlar ”Hafif Türk Müziği” diyorduk.
O yıllarda egemen olan -ve devletçe korunan- alanda üç cins müzik vardı:
1. Klasik Müzik: Muasır medeniyetin müzikteki yansıması. Kulakların alıştırılması gerekiyordu
2. Halk müziği: Geleneksel biçimlerinde -ve devlet desteğinde- varlığını sürdürüyordu.
3. Türk Sanat Müziği: “Osmanlı Müziği” olarak bir ara tamamen yasaklanmıştı ama sökmemişti.
Bunların dışında kalan iki tür daha vardı. Yaygınlaşmış adlarıyla:
1. Arabesk: Gencebay’da simgeleşen bu tür, sosyal bir değişime denk düştüğü için geniş bir tabana hitap ediyordu. Tüm baskılara rağmen yok edilemedi.
2. Pop Müzik: Dünyadaki pop müzik gelişmelerinden de etkilenen ve kendi müziğimizin unsurlarını da öne çıkarmaya uğraşan az sayıda genç müzisyen ve onların dinleyicileri.
Sayımız azdı, başka bir deyimle, toplumsal etki alanımız çok küçüktü.
TRT radyoları, sonradan tek kanal siyah-beyaz televizyon
İşte Denetim (Sansür) Kurulları, bu dönemin kabusu idi.
Radyo ve TV yayınlarında devlet tekeli vardı.
Sanırım 10 kadar ilde radyo istasyonları vardı, hepsi TRT.
Ama bir tek TV kanalı vardı, siyah beyaz’dı o da.
Bugünün gençleri, lütfen anlamaya çalışın.
Emek emek ve heves heves bir şarkı ürettiniz, bunu insanlara ulaştırmak istiyorsunuz.
Bir tek şansınız var: TRT Denetim Kurulu’nun iznini almak.
Bu izin çıkmazsa hiçbir radyo veya TV programı şarkınızı yayınlayamaz.
Kurulun red gerekçeleri de az buz değildi yani. Bir düzenlemede batı enstrümanları ile birlikte ut veya kanun kullanamazsınız. Gerekçe neydi valla hatırlayamıyorum, ama yasaktı işte.
Zavallı Buzuki zaten toptan yasak.
Eee, mandolin serbest, gitar serbest, saz kısmen serbest, Buzuki’nin ne günahı var?
Garibim Buzuki, aynen Anadolu kökenli Rembetiko müziği gibi, Ege denizinin orta yerinde havada asılı kalmış. Yunanistan’da faşist Albaylar cuntası (1967 – 1974) yasaklamış, “Anadolu kökenlidir, Ellen değidir” diye. Ama denizin bu tarafında da yasak, “Türk değil, Rum kökenli” diye...
Yahu kaç yüzyıl birlikte yaşamış insanların huyu, suyu, ekmeği, yemeği, dansı, müziği tabii ki ortaklaşacak. Ama araya çok değil, bir kuşak ayrılık sokmayı başarırsanız, arkadan gelen kuşaklar başlıyor itişmeye: “Vay sen benim Karagöz’ümü çaldın” veya “Cacık ve musakka benim yemeğim, sana da ne oluyor?” diye...
Kürt ve Ermeni folklörünün “Hepsi Türktür” diye bir kefeye konması da apayrı bir utanç.
Asker eğitimindeki koşularda ciğerleri sökerek haykırılan “Yaylalar”ve “1 Mumdur”un aslının Kürtçe olduğunu, “Sarı Gelin”in de bir Ermeni türküsü olduğunu öğrenmek, çocukluktan beri beyni gerçek dışı bilgilerle doldurulan gençler için hazmedilmesi güç şeyler olmalı.
Daha da acısı
12 Eylül (1980) dönemini, eşim Melike Demirağ ile birlikte sürgünde (Almanya) geçirdik.
Evren rejimine karşı söylemlerimiz nedeniyle yurttaşlıktan atıldık.
Aynı durumda olan Yılmaz Güney’in filmleri gibi, Melike’nin sesi ve görüntüleri, benim tüm beste, söz, düzenleme falan filan, her şeyim yasaklandı.
Ama hiçbir şey, aşağıdaki gazete haberi kadar yaralamadı bizi.
Hürriyet, 14.05.1987
Terörist suçlamasıyla yakalanan genç insanlar, suç kanıtlarıyla birlikte teşhir ediliyor.
Masanın üstünde ise silahlar, bombalar filan yok. Kitaplar, dergiler ve müzik albümleri.
En önde kendi albümümüzü gördük ve cız etti içimiz.
Bu genç insanlar bizim şarkılarımızı dinledikleri için ne ağır bedeller ödediler kim bilir?..
3 Mart Dünya Müzik Özgürlüğü Günü, her şeye rağmen kutlu olsun. (ŞY/HK)