Ağasarun balıni da
Gel salıni salıni
Adam cebunda daşır
Senın gibu gelıni
Gecenin bir vaktinde hafif çakırkeyif vaziyetlerde gideceğiniz menzile varışınızı biraz da ağırdan alarak etrafı şöyle bir gözucuyla seyreylerken İstiklâl’de, uzaktan “Oy Asiye Asiye / Tütün koydum kesiye / Anan seni verecağ da / Bir evlek pirasiya” şarkısının kemençe ile tınısını duyar ve sesin geldiği yana yönelirseniz, bilesiniz ki kemençeyi çalan, Coşkun’dur.
Trabzon’un Hayrat ilçesinin Alona köyünden Coşkun Tiryaki. Hayat, onu bir şekilde İstanbullara savurmuştur. İyi mi olmuştur, kötü mü? Onu henüz Coşkun da bilmemektedir.
Karadeniz uşaklarına yakılmış bir ezgi
Yanımda “Trabzonlu Delikanlı Arkadaşım Yavuz” olmayaydı, dünyanın gezip gördüğüm bütün şehirlerinde bir gece ya da gündüz vakti her daim yaptığım gibi bir “sokak çalgıcısına” bir miktar “sanat icra ettiği” için, bir miktar da kimimizin bir yerlerinde hâlâ kırıntısını koruduğumuz “insaniyet namı hesabına” birkaç kuruşu önündeki kemençe kutusuna usulca bırakır giderdi(k)m…
Yavuz daha İstiklâlin Galatasaray’dan epeyce aşağılarında iken işaret etmişti kemençe çalan, Fahrettin’i. Bir de merhaba vermiştik geçerken Fahrettin’e. Sonra hafiften daha yanlarında iken eğilmiş kulağıma “Abi, bunlar iki kardeş. Bizim oralardan, hemşehrim. Biri Beyoğlu’nun başında, diğeri sonunda akşamları saat 10’dan sonra (zabıta o saatten önce çalmalarına izin vermiyormuş) gecenin geç saatlerine kadar kemençe çalarlar. Birazdan sokağın başındaki Coşkun’un yanına varırız. Onunla tanışmanı isterim” dedi.
Vardığımızda, Coşkun ezgili bir Karadeniz havası çalıyordu. Göz ucuyla selamımızı verdik sonra yanına oturduk. Sözsüz çalıyordu kemençeyi. Ama kemençesi, adeta bizim oraların dilsiz dengbêji gibi ses olmuştu. Sonra sordum çaldığı parçanın sözlerini Yavuza; paylaştı. Allahuekber Dağlarında yokolup giden Karadeniz Uşaklarına yakılan ezgiymiş çaldığı Coşkun’un.
Erzurum’un dağlari, yedun Maçkalilari
Kiminin yâri ağlar, kiminun analari
Dertliyum kederliyum, her ne desan kanarum
Ey Zigana dağlari, gördi mi sizi yarum
Hasret savuran mektuplar
Çaldığı parça bitince tanıştık, Coşkunla. Sohbetin imanını gevrettik. Sonra tekrar kemençesi ile bize bir uğurlama yaptı Coşkun. Giderken gözüm ve kulağım ardımda kaldı. Sonra da yol boyunda Taksim’e varıncaya kadar Yavuz’un Coşkun’a ve ailesine dair anlattıkları…
Baba Cahit Tiryaki şimdilerde 75’inde, 2.10’luk boyuyla emekli bir postacı. Hayatının epeyce bir bölümünü İstanbul’da geçirmiş, emekliliğine yakın “ver elini memleket” demiş. Libya’ya çalışmaya giden çöl kokan mektuplar da, Alamancı mektupları da hep Cahit Amca’nın adına gelmiş Hayrat’a. O da yaz, kış demeden dağıtmış umut kokan, hasret rüzgârı savuran mektupları.
Cahit Tiryaki hâlâ inadına “ajansları” TRT’den dinler. Rus Pazarından satın aldığı akordeonu ile ineklere “resital” verir. Der ki; “İnekler müzik dinleyince daha çok süt veriyor”. Evi, tümüyle kitaplarla doludur. 1.55’lik boyuyla eşi Fatma Teyze evin zahmetini yüklenmekle meşguldür. Beşi erkek ikisi kız çocuğu vardır Cahit ve Fatma Tiryakilerin. Erkeklerin hepsi bütün enstrümanları çalabilen yetenekli çocuklardır.
Gelevera Deresi
Coşkun’un yaşı 35 olmasına karşın baktığınızda 50’ye yakın görünür. Çektiklerindendir. Orta mektepten sonra okumamıştır. Askerlik dönüşü İstanbul’u mesken tutmuştur işçidir bir şirkette. Ekmek parası işinin dışındaki saatlerde musiki sanatı ile iştigal eder, kör boğaza katkı sunsun diye. Bilumum İstanbul’u mesken tutan ve kendisini tanıyan hemşehrilerinin düğününde Coşkun kemençesi ile vardır. Zaman Zaman abisi Fahrettin’le birlikte.
Birçoğunuz Karadeniz şarkıları derken aklınıza ha babam de babam çalan kemençenin eşliğinde horona duran Karadeniz Uşakları gelir ya! Yanıldınız! Bilinenin aksine Karadeniz’in hüzün yüklü şarkıları da vardır. Bunu belki de diğer kimi Karadenizli sanatçıların yanında en çok Kazım Koyuncu Karadenizlilerin dışındakilere “ifşa” etmiştir. İşte Coşkun bunu bildiğinden olsa gerek; en çok Kazım’ın parçalarını çalmaktan, paylaşmaktan yanadır.
Olur ya birgün ayağınız sizi İstiklale taşırsa, hemen caddenin girişinden birazcık aşağıda Aksanat’ın karşısı, İş Bankasının köşesinde Coşkun vardır haberiniz olsun. Trabzonlu Delikanlı Yavuz’un Diyarbakırlı arkadaşı Şeyhmus’un selamını söylemeyi sakın unutmayın. Günahım boynunuza benim için de rahmetli Kazım’dan bir parça çalmasını söyleyin. Gelevera Deresi olsun isteğim. “Gelevera deresi / İki dağun arasi / Yuzunden silinmesun / Piçağimun yarasi”…
Şimdi Yavuzun boynuna borçtur. Beni birgün kendi rehberliğinde “oralara” Cahit Amcanın yaşadığı mekânlara, götürecek…(ŞD/EÜ)
*Bu yazı bir miktar daha uzunca bu hafta yayın hayatına başlayacak “multikulti” dergisi için ileriki sayılardan birinde yayınlanmak üzere hazırlandı. Okuduğunuz, köşe yazısı için uygun ölçülerde kısaltılmış halidir.