İlk köyümüzün kırlarında koşturup dururken içimde sayıklardım “Kürtçe bir cümle kurmak mümkün müdür? Kürtçe bir parça var mıdır" diye.
Çocukluğum böyle geçti, yoktu, olmadı, ne Kürtçe bir cümle kurabildim, ne de Kürtçe bir parça dinleyebildim. Benim yaşadığım o topraklarda 1919–21 yılları içine bu dile / hayata dair ne varsa büyük bir katliam ile derelere gömülmüş. İnsanlar unutmaya alıştırılmışlardı. Ta ki üniversite yıllarımın başlamasıyla yaşadığımın şehrin çeperindeki o küçük Karadeniz kentine gidene kadar. Hem zaten ancak o zaman bir iç ülkenin ne yaşadığına da tanıklığım başlamış oluyordu. Bu iç ülkede daha güneş güne merhaba demeden siyah/bordo bereliler ellerinde uzun namlulu silahları ile evleri basıyor, ormanları / ağaçları ateşe veriyor, köylerini terke etmeyen insanların hayvanlarını, evlerini içindeki insanlar ile birlikte ateşe veriyor. Uzakta ise bütün bu yaşananlara çok basit anlam verilmişti; ‘ülkemizin, halkımızın, bayrağımızın düşmanı bir grup anarşik unsur ülkemizi kana bulamak için elinden geleni yapıyor’.
Oysa o uzak / yanı başımızdaki ülkede gelenler başka şeyler anlatıyorlardı. O zaman anlamaya başlıyordum, anlamak dokunmak ile mümkündür. Devlet ve de onun kurumları ancak tekellerindeki şiddet unsurları ile yalan üretirler, katlederler ve bütün suçlarının üzerini betonla kapatmak isterler. İşte bu zamanlarda, benim de başka başka insan hikâyelerinde başka gerçeklere ulaşma süreçlerimde geçiyordum. Bir gece öğrenci evimize Fethi çok geç gelmişti, nerede kaldın, merak ettik dediğimde ise; “Konya’dan Hasan geldi, hem de Kürtçe kasetleri var” bunu demesi ile Fethi’yi ve Cibo’yu alıp sokağa çıkmamız bir oluyor. Bunca yıldır içimde sayıkladığım bir dilin peşine bu kadar beklemem yeter diyorum. Hemen gidiyoruz. Gecedir, yarın gideriz, acelen nedir? Dikkate almıyorum.
Hasan teybine o kaseti koyduğunda kimseden ses çıkmıyor. Biliyorum bu havaları ben Sivas/İmranlı Lisesi sürecimde, daha birkaç yıl önce ilk Ahmet Kaya kasetlerini dinlediğimizde de aynı şeyi yaşamıştım. Ses küçücük ve de soğuk odayı alabildiğine dolduruyor. Tok, heyecan veren, hatta benim içimde koca koca fırtınaların başlamasına neden olan bir ses. Hasan’a bu kimdir diye soruyorum; Şivan Perwer. İşte bu şekilde benim hayatıma da Şivan girmiş oldu. Bütün o süreçlerde Cibo, Fethi ve ben Tokat’ın o tek büyük bulvarında kimi geceleri “Kine em?” parçasını alabildiğine bütün sesimizle söylerdik. Bu şekilde hem gecenin rengine/sesine isyanımızı/itirazımızı ve hem de gelecek yarınlara dair düşlerimizi katardık.
Bizler bu düşleri kurarken hayat bize hiç iyi davranmıyordu. Çok erkenden eksilmeye başladık. Cibo ve Fethi’yi Dersim’de savaşta kaybettik. Birlikte kurduğumuz o düşleri ben bir süre daha tutsaklık yıllarımda korudum. Evet, bu düşlerin içinde Amed’de bir Şivan Perwer konseri dinlemek de vardı. Dağkapı meydanın biz ve de bizlerin bu düşünü paylaşan yüz binler/milyonlar ile özgürlük dilanına durmaktı bizim düşümüz. Dün Şivan’ın Tayip Erdoğan ile kolkola duruşunu gördüğümde içim sızladı. Benim onca yıl içimde yaşattığım o düşüm gitti. Benim hafızama yapılan sadece benimle kalmadı. Bir an düşündüm, benim gibi ne çok insanda bu düş vardı. Bu düşümüz AKP/Tayip Erdoğan’ın büyük toplumsal mühendislik çalışmasına adandı.
Anlamakta güçlük çektiğim şey ise; 74 yıllık deneyimli politikacı olarak sunulan Kemal Burkay böylesi bir mühendislik çalışması ile getirildikten sonra şimdi kendi yapısına bile kendisini anlatacak biri konumunda değilken, 37 yıldır ülkesine gelme düşü kuran Şivan Perwer nasıl böylesi bir toplumsal mühendislik çalışmasına bıraktı kendisini. Politik kişilikleri, siyaseten beklentileri, düşleri bunun için miydi? Deyim yerinde olursa bu kadar “ucuz bir politikaya” nasıl bıraktılar kendilerini. Kürdistan halkı için çeşitli politik tartışmalar, Şivan’ın Kürdistan İşçi Partisi ile çeşitli çatışma ve de polemikleri bir yana düşlerinin bir yerinde hep vardı.
Milyonlarca Kürdistanlının düşü Tayip Erdoğan’ın toplumsal mühendislik çalışmasına aperatif olarak sunuldu. Şimdi bundan sonra Şivan kime kendisini nasıl anlatacak. Barzani ve Tayip Erdoğan’ın pazarlık sofrasına basit bir meze oluşunu içine sindirecek mi? Zor başka bir durum da Leyla Zana’nın bu buluşmada bulunması oldu. Uzun yılların mücadele deneyiminde gelerek ve de büyük bedeller ile politik hayatını kuran Leyla Zana, benzer bir şekilde bu çizgisinden uzaklaşmaya devam ediyor.
Kürdistanlı binlerce siyasi tutsak cezaevlerinde iken siz neyin kurdelesini kesiyorsunuz. Kürdistani giyinmek ve o şekilde orada bulunmak mı yaşadıklarınıza cevabınız? Bizler/yüzbinler dün bir düşümüzden daha olduk, ama sizler de hayatınıza anlam katan isyanınızdan oldunuz. (EJA/HK)
* Eşber Ayaydın - Diyarbakır/AA