Zaman, hele de içine siyaset bulaşmış zaman ne garip... İki buçuk yıl önce, "Şivan Perwer’in ülkesine dönme ihtimali hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Barış isteyen herkes için de çok güçlü bir sembol olacak bu dönüş. Anlaşılan o ki savaşın devamından yana olanlar için de geçerli bu. Oysa bilen bilir; müziğinin o kadar derin bir duygusal ve toplumsal etkisi vardır ki, Şivan’ı 'Kürt'ten, Kürt’ü Şivan’dan ayırmazsınız. Hem zaten, insanlarının özgürce 'Ben Kürdüm!' diye cevap verebilmesi için, onun yıllar önce, hem de büyük bedeller ödeyerek 'Kîne em?/Kimiz biz?' diye sormuş olduğunu unutmak nankörlük olmaz mı?" diye sormuştum bir yazımda.
Haklı olduğumu düşünüyordum zira Şivan, "Şivan olarak dönebileceksem dönerim" derken dönmek için bazı koşulların olgunlaşmış olması gerektiğini öne sürüyordu bana göre. Süreç, bu düzenlemelerin özellikle Kürt muhalefetinin ve sivil toplumun baskısıyla yapılabileceğine dair umutlar beslenebilecek bir süreçti.
Bence Şivan, Kürt kimliğinin devlet tarafından Anayasal bir düzenleme içerisinde kabul edilmesi, anadilde eğitim sorununun çözülmüş olması, iktidarın şiddet yoluyla ve hukuk sistemini tamamen kendi siyaseti gereği kullanarak yalnız Kürtleri değil, tüm muhalif kesimleri cezalandırmaktan vazgeçmesi, devletin yaktığı köyler, katlettiği insanlar için özür dilemiş olması gerektiğini ve daha bir sürü şeyi ima etmişti "Şivan olarak gelmek"ten söz ederken. Yoksa kimsenin bu kadar sembolik bir figürün adını tekrar İsmail'e çevireceği falan yoktu ve bunu o da biliyordu.
Peki, bu iki buçuk yılda ne oldu da Şivan, Diyarbakır'a gelme kararını verebildi?
Aralık 2011'de, Roboski'de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin uçakları 35 sivil Kürt’ü bombalarla katletti.
Adına, "KCK Davası" denen bir büyük hukuksuzluk silsilesiyle ardı ardına özgürlükleri ellerinden alınmaya çalışılan 200'den fazla Kürt bugün hâlâ yargılanıyor. İçlerinde milletvekillerinin de olduğu 91 Kürt siyasetçi bu dava kapsamında hâlâ cezaevinde.
Gezi süreci boyunca iktidar ve polisi, sürecin en önemli aktörlerinden olan Kürtler de dâhil olmak üzere milyonlarca eylemciye "terörist" yaftası yapıştırarak tüm Türkiye'de sıkıyönetim uyguladı; eylemcilerin hayatlarını almaktan çekinmeyerek üstelik...
Lice'de asker, silahsız Kürt köylülerin üzerine ateş açtı, bir genç hayatını kaybetti.
Rojava'da hayat bulan tarihsel önemdeki siyasi ve insani deneyim, yine bizzat iktidar tarafından açıkça desteklenen silahlı İslamcı güçlere hedef gösterildi, gösteriliyor.
Barış süreci, devletin oyalama politikalarının Demokles kılıcı gibi üzerinde sallandığı gergin bir sürece dönüştürüldü.
Bulamıyorum... Şivan'ın, "Şivan olarak" dönebileceğini düşünmesini sağlayacak bir tek vesile bulamıyorum.
Bu kadar önemli bir sanatçıyla ilişkilendirilebilecek ve özgürlükle, barışla anılabilecek nedenleri bulamasak da akıllara ne yazık ki her dem kirli bölgesel siyaset oyunlarının getirdiği nedenler geliyor. Şivan Perwer'in Diyarbakır'a, "Barzani'nin daveti üzerine" gelmesi manidar. Bir kere Şivan'ın, Irak Kürdistanı'yla kültürel olmanın ötesine geçmiş ilişkileri olduğu biliniyor. Barzani'nin "ricası"nı kırmak, "önemli" bağları da zedelemek anlamına geliyor.
Diğer yandan Barzani ile Erdoğan arasındaki ilişkinin tam da bu dönemde aralarından su sızdırmayan bir hale bürünmesi tesadüf değil. Sayfalara sığmayacak etmenin; enerji hatları anlaşmaları, ABD'nin talepleri gibi bilcümle jeo-stratejik nedenin yanına ve belki de tüm maddelerin üstüne Rojava'yı eklemek gerekiyor. Zaman ne gösterecek bilinmez, ancak Rojava deneyiminin, bölgesel Kürt siyasetini ayrıştırma ihtimali epeyce yüksek. Bir yanda feodal temellere dayanan, kapitalist üretim ve bölüşüm ilişkilerinin bu geleneksel yapı tarafından yerleştirilip korunduğu Irak Kürdistanı, diğer yanda ise radikal bir demokrasinin ve kolektif yönetim tarzının, aslında "büyük güçler"in pek de hoşuna gitmeyecek bir iktisadi sistemle birlikte yürürlüğe konduğu Rojava. Bu paradigma ayrışmasının, Türkiye Kürtleri açısından da bir siyasi milat, en azından önemli bir kırılma anı olacağı açık.
İşte Şivan'ın Diyarbakır ziyareti, bu resimde ne yazık ki yanlış yerde duruyor. Bu yanlışlıktır bugün Kürtler arasında öfke yaratan. Onlar, "Direnmek yaşamaktır" diyen bir sanatçının, direnerek varolan bir halkın davetiyle, onlar için kendi topraklarına gelmesini istiyor ve bütün diğer davetleri haklı olarak gayrimeşru buluyorlar. Bugün, içinde Rojava'nın özgür iradesine saygı gösterileceğine dair bir kabulün olmadığı hiçbir talebi gerçek ve geçerli saymıyorlar. Cezaevlerinde bulunan tutsakların seslerini bastıran bir "gösteri"yi reddediyorlar. Onlar, Kürt ve Türk halklarının bir arada idrak edeceği, yüzleşmenin gerçekleşeceği bir matemi yaşamadan düğün eğlencesine geçilmesini, çekilen acılara hakaret sayıyorlar.
Kendisini var eden bir halkın özgürlüğünün simgesi olması gereken bir "dönüş", o halkın seslerini bugüne dek duyurmaya çalışmaktan hiç çekinmemiş, hiçbir şeyden korkmamış büyük kesiminin itirazlarına rağmen gerçekleşiyor. Şivan'ı var edenler, onun kasetlerini sıkıyönetim günlerinde toprak altında saklayanlardır. Şivan'ı var edenler, onun sesini tüm baskılara rağmen hayatlarının, dillerinin, kültürlerinin önemli bir parçası kılanlardır. Şimdi onların yüz çevirdiği bir dönüş, özgür ve gerçek bir "dönüş" olamaz. (MÇ/HK)