Antalya’da doğa ve yaşam hakkı savunucusu Aysin ve Ali Ulvi Büyüknohutçu çifti önceki hafta evlerinde bir cinayete kurban gitti.
Antalya’nın Finike ilçesindeki Kızılcadağ yaylasında yaşayan ve arıcılık yapan çift bölgedeki taş ve mermer ocaklarının yaratığı doğa tahribatına engel olmak için mücadele ediyordu.
Cinayetin faili yakalandı. Sorgusunda cinayeti bölgede faaliyet gösteren bir mermer ocağında çalışan “Çirkin” lakaplı bir kişinin azmettirdiğini söyledi. “Çirkin” lakaplı kişi Ali Ulvi Büyüknohutçu ailesinin hukuki mücadele ile kapattırdığı Bartu Mermer Ocağı’nda çalışıyor. Soruşturma devam ediyor.
Bu cinayet doğal hayatı korumak için yapılan mücadeleler açısından yeni bir döneme girildiğinin habercisi olarak görülmeli. Hukukun askıya alındığı, adalet duygusunun buharlaştığı, kamu fikrini yok etmeye yeminli bir siyasal iktidarın işbaşında olduğu zamanlardayız ve bu durum geçici gibi görünmüyor.
Ya sosyalizm ya barbarlık
Yetmişli yıllarda dünyanın gidişatının nereye doğru olabileceği “ya sosyalizm ya barbarlık” sloganı ile dile getirilirdi. Sosyalizm bir ütopya olarak yerli yerinde duruyor; içinde olduğumuz iklim krizi önemini daha da öne çıkardı üstelik. Ama yıllar içinde ülkemizde ete kemiğe bürünen barbarlık oldu; devlet eliyle işleyen, toplumsal ilişkileri, iyi veya kötü işleyen bütün kurumları dağıtan ve tahrip eden bir barbarlık.
Sadece AKP iktidarının yarattığı bir tahribat da değil bu. 12 Eylül darbesi bir milat olarak kabul edilirse, darbe sonrasında işbaşına gelen her hükümet, üç aşağı beş yukarı aynı siyasal programı icra etti: Özelleştirmeler yoluyla kamunun tasfiyesi, küçük köylü tarımının tahrip edilmesi, kentsel dönüşüm projeleriyle yoksulların mülklerine el konulması, dev inşaat projeleriyle doğal yaşam alanlarının yapılaşmaya açılması, tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerin yol açtığı toksik kirlenmeye göz yumulması gibi sorunlar ilk anda aklıma gelenler.
Uyduruk yatırım projeleri
İrili ufaklı çeşitli yatırım projeleri içeriği boş, ucuz bir kalkınma söylemi ile uygulamaya konuldu; konuluyor. Bu projelerin gerçekleşmesinde “üstün kamu yararı” bulunduğu söylendi sürekli olarak. Oysa her biri birer ekolojik yıkım örneği olarak da okunabilecek “çılgın” projeleri yürürlüğe sokmakla toplumun hangi ihtiyaçlarının karşılandığı sorularına olumlu yanıtlar vermek olanaksız.
Bir ülke düşünün ki milyar dolarlık projelerin kamu yararı oluşturduğuna sadece bakanlar kurulu üyeleri karar veriyor! Televizyonlarda, basında, sosyal medyada bu yıkıcı projeleri meşrulaştırma görevini üstlenen, gerçekle bağını koparmış bir dünya “kadrolu” gazeteciyi, yorumcuyu, akademisyeni de unutmamalı.
Ama bir de Büyüknohutçu çifti gibi doğal hayatın korunmasını iş belleyen, o dev projelerin yaşadıkları yerde ne büyük yıkıma yol açtığını gün be gün gözleriyle gören insanlar; gerçekleri dile getirdikleri için baskı gören, işinden olan gazeteciler ve akademisyenler var. Devletin, şirketlerin tahammül edemediği, görmek veya duymak istemediği insanlar.
Büyüknohutçu çifti son yıllarda Antalya ormanlarında koca birer yara izi gibi beliren taş ve mermer ocaklarının yarattığı tahribata karşı mücadele ediyordu. Evlerinin etrafındaki sedir ormanlarının yok olmaması için çok çaba göstermişlerdi. Bir zamanlar kutsal olarak nitelenen sedir ağacı ya da halk arasında daha yaygın olan ismiyle katran ağacı.
Dağların kadısı katran ağacıydı
Batı Toroslar ve özellikle Antalya ili katran ağaçlarının doğal yaşam alanı. Boyu 40 metreye kadar ulaşan bu ağaçlar dünyada sadece ülkemizde ve Lübnan’da bulunuyor.
Taş ve mermer ocakları en büyük tahribatı bölgedeki bitki örtüsü üzerinde yapıyor. Açığa çıkan toz bitkilerin yaprak ve benzeri dokularının üzerini örterek ya da içine nüfuz ederek hayati faaliyetlerini sekteye uğratıyor.
Bir diğer zararlı etki ise suların kirlenmesi. Mermer ocaklarında su kullanımı çok fazla. Sondajla çıkarılan ve genellikle üst düzey içme suyu kalitesinde olan bu sular kullanım sonrası kirleniyor. Atık su havuzlarında toplanan ya da çevreye saçılan bu sular zaman içinde mermer ocaklarının faaliyet gösterdiği bölgedeki su varlıklarına da bulaşarak kirlenmesine neden oluyor.
Bütün bu sorunların bölgedeki doğal hayat üzerindeki en yıkıcı etkisi ise biyoçeşitlilik kaybı oluyor.
Antalya’da işletme ruhsatı verilen taş ve mermer ocağı sayısı 2000 civarında. Hepsinin faaliyete geçtiği bir durumda bölgede tek bir ağaç, bir damla su ve yaşayan tek bir hayvan kalmayacağından emin olabiliriz.
Katran ağacı kutsal olarak görülen ağaçlardan biri. Halk arasında “Dağların kadısı katran, müftüsü çam” diye bir deyiş var. Ya da bir zamanlar böyle bir deyiş vardı.
Her türlü kutsal değerin bir mala, ürüne dönüştürülerek yok edilmesi, muhafazakâr olduğunu iddia eden, dini referanslarla iş gören bir siyasal parti olan AKP’nin en büyük başarısı olarak görülebilir.
Son yıllarda mermer ocağı ya da HES gibi projelere karşı bölge sakinlerinin açtığı davalardan “bazen” yürütmeyi durdurma kararları çıkabiliyordu. Ancak bu kararlara rağmen inşaat ya da üretim faaliyetleri de devam edebiliyordu. Yani yargı kararlarına uyulmayabiliyordu.
Yargının hukukla bağını bütünüyle kopardığı günümüzde böyle davalar için herhangi bir mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı alıp alamayacağını göreceğiz.
Ama her hâlükârda en önemli soru ise iyice belirginlik kazanıyor: Hukuki mücadele imkânlarımız gasp ediliyor, ortadan kaldırılıyorsa nasıl mücadele edeceğiz. (BŞ/HK)