ODTÜ'de öğrenciler yeni YÖK tasarısı nedeniyle Başbakan'ı protesto için toplanmıştı. Üçbin polis ve araçlarıyla karşı karşıya kaldılar, göz yaşartıcı bombaları yediler... Eylemlerinin adı şiddet oldu, devletin şiddeti aklandı. ODTÜ Yönetimi, öğrencisine sahip çıktı, kolluk güçlerini kınadı. Çok onurlu bir tavırdı ama kıyamet koptu.
Karşı çıkış, turnusol kâğıdı gibiydi ve akademi dünyasının kendi halleri görüldü. Başbakan çok kızdı. Ona göre ODTÜ yönetimi "aciziyet içinde". Çünkü ODTÜ ile bir problem yok ama "Problem buradaki yönetimin sakat zihniyetiyledir". Öğrenciler terör estiriyorsa, disipline vereceksin ve tekrar tekrar terör estirirlerse okuldan atacaksın. Başbakan akıl veriyor. Bu uygulamayı öneriyor, örnek veriyor, "Başkalarına yaptılar. Başörtülü kızlarımıza yaptılar bunları" diyor (Milliyet 29.12.2012). ODTÜ Yönetiminin sakat zihniyeti(!) anlaşıldı. Demek ki kızgınlığın evveliyatı buymuş.
Başbakan ODTÜ'ye ve öğrencilere kızınca, öteki üniversitelerin yöneticileri Başbakan'a "bağlılıklarını" bildirmek için sıraya dizildiler. Başbakan gibi "sakat zihniyete!" karşı çıktılar, öğrencilerine sahip çıkmadılar ve çıkmayacaklarını söylemek için yarıştılar. ODTÜ yönetimi ve öğrencilerinin ne kadar kötü olduklarını anlata anlata bitiremediler.
Konu sadece bu mudur? Üniversitede meydana gelen bir protesto olayının Başbakan tarafından kınanması ve diğer Üniversitelerin ODTÜ yönetimine şiddetle karşı çıkması bu kadar basit midir?
Öğrencilerine sahip çıkan ODTÜ yönetimine karşı olan öteki üniversite yönetimleri, kaç öğrencinizin "terör suçlusu" diye tutuklandığını saydınız mı? Zaten tutuklanan öğrencilerinizi üniversiteden atmakla meşgul olduğunuz için sayı saymaya vaktiniz yoktu ki. Arkadaşlarının tutuklanmasını ve terör suçlusu olarak yargılanmasını protesto eden öğrencilerinizden kaç tanesini disipline sevk edip okuldan attığınızı da saysanıza... İstatistik çıkarın, bilimsel olur ve Başbakan'a rapor verirsiniz... Makbule geçer.
Bu tip yüksek öğretim kurumlarının yüksek yöneticileri, siz kötülük nedir bilir misiniz?
Bizim bildiğimiz akademik özgürlük şudur: Üniversitelerde görevli bilim adamlarının bilgi üretme, araştırma yapma, kitap yazma, toplumsal sorunlar ile ilgili görüş bildirme gibi konularında tamamen özgür olmalarıdır. Bu konuda hiçbir doğrudan ve dolaylı baskının olmaması gerekir. Lima Bildirgesi'nde yer alan tanım şöyle: "Akademik özgürlük, akademik bir çevre üyelerinin tek tek ya da toplu halde bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma veya yazma yoluyla edinimlerinde, geliştirilmelerinde ve iletmelerindeki özgürlükleri anlamına gelir." (www.metu.edu.tr)
Akademik özgürlükler artık baskı altındadır. Sıra bu özgürlüklerdedir...
Türkiye'de Araştırma ve Öğretim Özgürlüğü Uluslararası Çalışma Grubu (GIT), kendi web sayfalarında yer alan YÖK yasa tasarısı hakkındaki yorumunda; akademik ve bilimsel özgürlük, kurumsal özerklik ve katılımcılığın "devlet himayesi" ile değil, uluslar arası tavsiye metinlerine uygun olarak korunması gerektiği fikrinde. Çünkü "...yasa taslağında, ne bilimsel özerklik konusunda uluslararası tavsiye metinleriyle uyumlu evrensel ilkelere atıfta bulunulmakta, ne de eleştirel, sorgulayıcı ve analitik bir eğitim anlayışı sahiplenilmektedir." Dahası, "Üniversiteler, ifade özgürlüğünün birbirinden ayrı düşünülemeyecek iki boyutunun -yani bireylerin herhangi bir baskı ve sınırlamaya maruz kalmadan düşüncelerini çeşitli araçlarla ifade edebilmeleri ve düşüncenin kendisinin özgürce oluşmasına imkân veren şartların sağlanması- en açık biçimde somutlaştığı yerlerden bir tanesidir". GIT'e göre üniversitelerin temel işlevi ve aslında varlık nedeni, bilimsel bilgi üretimi, bu bilginin toplumsal paylaşımı ve eleştirel akla dayanan nitelikli eğitimdir. Dolayısıyla öğretim elemanlarının her türlü politik, ideolojik, ekonomik baskı ve tahakkümden uzak biçimde bilim ve araştırma yaparak mesleklerini icra etmelerinin şartları sağlanmalıdır.
Yeni Taslak, buna yaramıyorsa, YÖK yasa tasarısı neye yarar?
Yeni taslak; öğretim elemanları arasındaki ve devletin onlar üzerinde tesis edeceği akademik hak ihlallerinin içselleştirilmesine yarayacaktır. Sansürden daha tehlikeli olan oto sansüre yol açan koşulların devamlılığı sağlanacaktır. (Bakınız http://gitturkiye.org/)
Bu gün Başbakan'ın ODTÜ Yönetimi hakkındaki sözlerine tepki göstermeyerek yaratılan suskunluk, çok kısa zamanda akademik özgürlüklere yapılacak olan türlü çeşitli, dolaylı, dolaysız saldırıların, engellemelerin şimdiden kabulü anlamına gelmektedir.
Tanık olacaksınız, üniversite öğretim üyelerinin akademik özgürlükleri ve üniversite özerkliği hiçe sayılacaktır. Zaten sayılıyor... Bunu bilenler ve yaşayanlar biliyor. Belki ODTÜ'yü ve öğrencilerini korumak adına da olsa karşı çıkmak "Öğrencime dokunma, üniversiteme dokunma" demek bile, onurlu bir başkaldırının hatırlanması demektir.
Üniversitesini, akademik özgürlüğünü her zaman ve tüm yönetimlere karşı koruyan bilim insanlarının görüş, düşünce, tavır, sokak yürüyüşleri, protestoları ve öğrencileri ile kol kola verdikleri mücadeleleri önünde saygı ile eğilmek ve destek olmaktır yapılması gereken...
2013 yılında, üniversite öğrencilerine ve öğretim üyelerine eskisinden daha çok destek verilmelidir.
ODTÜ'nün onurlu tavrını, öğrencilerini korumasını ve onlara uygulanan şiddeti kınamalarını kabul etmeyerek karşı çıkan "yüksek dereceli üniversitelerin" yüksek "yöneticilerinin" farkında olmadan belki de bilerek yürütme organına ve onun başkanına teslim ettikleri; en önce kendilerinin ve bilim insanlarının akademik özgürlükleridir.
Üniversitelerinin bilim özgürlüğünden ve özerliklerinden vazgeçmenin dayanılmaz hafifliğidir.
Onlar; bilimden, akademisyenliklerinden, özgürlüklerinden, özerkliklerinden vazgeçerek teslim ettikleri özgürlüklerinin biat ettikleri devlet tarafından korunacağını sanıyorlar...
2012 yılının son gününde, bazı akademisyenler hala piyano çalmaya devam ediyorlar...
Sanıyorlar ki, evlerinden alıp götürülenler sadece komşularıdır ve kendilerine dokunulmaz... (Fİ/HK)