Eylemciler her dört adımda bir duruyorlar ve biraz daha yaklaşıyorlar polis barikatına. Polis beş metreden az bir mesafe kalırsa müdahale edeceğini söylüyor.
Beş metreyi geçmeye son dört adım kalmış. O adımlar atılıyor. Ve emniyet güçleri "sözünde" duruyor. Bir anda her yanı tazyikli su ve biber gazı kaplıyor.
Vize haftası olduğu için sabah bir sınavım var. Ona giriyorum. Hızlı hızlı yanıtlamaya çalışıyorum soruları. Bir yanım eylemde. Sanırım ondan dolayı Fikret Başkaya'nın "Paradigmanın İflası" isimli kitabını not düşerken sınav kâğıdına bir an "Kemalizmin İflası" diye düşüyorum. Sonradan hoca uyarıyor ve düzeltiyorum.
Çembere alınmış meydan
Sınavı bitirir bitirmez dolmuşa binip Kızılay'ın yolunu tutuyorum. Çevik kuvvet dört bir yanını çembere almış meydanın. Ve Kızılay'a çıkan her sokakta onlarca polis bekliyor. Onlara TOMA'lar eşlik ediyor.
Gazi Mustafa Kemal Bulvarına yaklaşınca iniyorum dolmuştan. Yürümeye koyuluyorum. Hava düne göre çok daha güzel. Alana giriyorum. Gecenin soğuğunda sabahlayan insanların yorgunluğunu değil, ne istediğini bilen insanların öfkesini görüyorum.
Kars'tan, Tarsus'tan kısacası Türkiye'nin dört bir yanından polis barikatını aşıp Ankara'ya gelenler var. 4+4+4 eşittir binler oluyor esasen Ankara sokaklarında. Ve hep bir ağızdan haykırıyorlar "4+4+4'ü istemiyoruz" diye.
Saat 13.00'e doğru Eğitim Sen Genel Başkanı Ünsal Yıldız meclis önüne yürüyeceklerini ve basın açıklamasının ardından dağılacaklarını söylüyor.
Ardından polisin ikaz anonsu duyuluyor: "Yürüyüşe geçerseniz müdahale edeceğiz."
BDP Muş Milletvekili Demir Çelik emniyet müdürüyle görüşüyor. Amir "Beyefendi" diye hitap ediyor Çelik'e soğuk ve kibirli bir ses tonuyla. Neden "Sayın vekilim" demiyor diye düşünüyorum. Çünkü CHP'li vekillere "sayın"la başlayan cümleler kurma çabasındaydı dün emniyet müdürü.
Görüşmeden bir sonuç alınamıyor. Ardından CHP Ankara Milletvekili Levent Gök de bir görüşme yapıyor emniyet müdürüyle. "Bu insanlar Cumhuriyet için, Atatürk için burada" diyor.
Bir an KESK eyleminde değil de, Cumhuriyet Mitingi'ndeyiz sanıyorum ya da Gök öyle sanıyor. Sonra "yanlış mitinge" geldiğini anlıyor olacak ki alanı terk ediyor.
Bu görüşmeler arasında gazeteciler de bir o yana bir bu yana gidiyor. Bir sonuç alınamıyor görüşmelerden. Eylemciler slogan atmaya başlıyor: "Yılgın değil, dirençliyiz." Ve pankartlar geriliyor, sesler yükseliyor.
Sizleri biz okutmadık mı?
Birazda polis müdahalesi olacak. Bu artık an be an açık. Basın mensupları olarak eylemcilerle, polisin tam arasındayız. Ben de tecrübeli bir gazeteci dostumun yanında konuşlanıyorum. Yürüyüşe hazırlanılıyor. Bu sırada BDP Milletvekilleri Ertuğrul Kürkçü ile Sebahat Tuncel geliyor. Onların ardından da CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün...
Eylemciler yürümeye koyuluyor. Bir eylemci polislere sesleniyor, "Sizi bizler okutmadık mı?" diyor. Sonra sıfır noktasına geliniyor. Ve beklenen oluyor, polis biber gazı ve tazyikli suyla müdahale etmeye başlıyor. Bazı eylemciler taşla karşılık veriyor polise. Arada kalmışız. Bir yandan polise atılan taşlar bir yandan biber gazı ve tazyikli sular.
Bir yandan direniyor insanlar bir yandan da kendine gelmeye çabalıyor. Ara sokaklara dağılanlar oluyor. Gözlerden yaşlar akıyor, havada polis helikopterleri uçuşuyor.
Biber gazı ve tazyikli sudan nasibimi alıyorum. Gözlerimi açamıyorum, nefes alamıyorum. Kendime geldiğimde, polislerin bir kısmının Tandoğan'a doğru koştuğunu ve TOMA'ların ara sokaklara girdiğini görüyorum.
Meydanı terk etmezseniz...
Hızla koşuyorum Tandoğan'a doğru. Arkamdan bir gaz bulutu yükseliyor. Sırılsıklam bir haldeyim. KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul'u görüyorum. Çenesi kanamış, dişleri kırılmış.
Tandoğan'a yürümeye başlıyor bu kez insanlar. Meydana geliniyor, Tombul burada bir açıklama yapıyor ve eylemin sonladığını söylüyor. Bu sırada bir ikaz anonsu daha geliyor: "Meydanı terk etmezseniz müdahale edeceğiz."
İnsanlar yavaş yavaş Tandoğan'dan dağılırken, polisle kısa çaplı bir tartışma yaşanıyor. Polisler kalkanlarıyla insanları "yürütmeye" çalışıyor. Tepkiler yükseliyor yeniden. Ve polis biber gazı ve tazyikli su sıkıyor aniden.
Dört bir yana dağılıyoruz. "Ben bu sahneyi daha önce de yaşamıştım" diyorum sonra kendi kendime. Ve anlayamıyorum, insanlar dağılacakken neden hala biber gazı sıkılıyor. Polisin bu denli öfkesi niye?
Bir gazeteci arkadaşım gazdan dolayı gözlerini açamıyor. Düşecek gibi oluyor, koluna giriyorum. Taksiye biniyoruz. Kızılay'da iniyoruz. O hala gözlerini açamıyor. Kızılay'da öylece yürüyoruz. Polisler eserlerini seyrediyor sanki. Sonra arkadaşımı ofisine bırakıp, evimin yolunu tutuyorum.
Bir gazeteci adayı olarak büyük bir tecrübe ediniyorum; bol biber gazlı bir tecrübe...
Yediğim yemekte dahi biber gazının tadını hissettiğim bir tecrübe... (SK/HK)