19 Aralık 2000 saat sabaha karşı 04.30.
O gün 20 cezaevinde binlerce tutsak patlayan bombalar, makineli tüfeklerin sesleri ile uyandılar. Uyku vaktinde adeta pusu kurulmuş. Devlet 19 Aralık günü hapishanelerde denetim kuracağını, artık kendi kurallarının dışına çıkılamayacağını ilan ederek koruması altında olması gereken insanlara karşı planlanmış, provası yapılmış savaş taktikleri ve savaş silahları ile saldırıya geçti. Operasyona giden süreçte devreye sokulan manipülasyon araçları ile içerde çok sayıda silah, patlayıcı ve tuzak olduğu ilan edilerek, kamuoyu oluşturulmaya ve toplum hapishanelerin devlet kontrolünde olmadığına ikna edilmeye çalışıldı. Ardından savaş düzenindeki birlikler cezaevine sokuldu.
BM ve Avrupa Konseyi tarafından belirlenen mahpuslara uygulanması gereken asgari standartlara göre “Özgürlüğünden yoksun bırakılmış herkese insan haklarına saygı çerçevesinde davranılmalı ve özgürlüğünden yoksun bırakılmış olan herkes cezalandırılmalarına veya tutuklanmalarına hükmedilen kararla yasal olarak ellerinden alınmayan tüm haklara sahip olmaya devam eder.”
T.C. devletinin uymakla yükümlü olduğu kurallar çerçevesinde mahpusların sahip olduğu temel insan hakları ve onları koruyan bir hukuk var. Oysa 19 Aralık günü hapishanelerde hukuk yoktu. Devlet düşmanla savaş stratejisine göre aylarca eğittiği özel kuvvetler eliyle hapishaneleri yaktı yıktı. 19 Aralık günü ağır silahlar, niteliği hala belirlenemeyen yanıcı maddeler, atıldığı yerde yaşamsal aktiviteleri felç eden ölümcül gazlar yoluyla bir savaş yürüttü. Yapılan savaşın bir kuralı yoktu. Hapishaneleri ve mahpusları denetim altına alma adına girişilen bu ölümcül saldırıdan sağ kurtulanların atıldığı hücrelere, aynı zamanda tüm toplumun özgürlük ve adalet arayışının da hapsedilebileceği hesaplandı.
Operasyonun bilançosu ağırdı. İkisi operasyona katılan güvenlik görevlisi olmak üzere, 32 insan yaşamını kaybetti, yüzlercesi ağır şekilde yaralandı, sakat kaldı. Adli Tıp incelemelerinde ölüm ve yaralanmalara neden olan silahların yüksek kinetik enerjili harp silahı tabir edilen silahlar olduğu saptandı. Otopsi raporlarında ölenlerin vücutlarından çok parçalı metalik maddeler elde edildiği belirtildi. Mermi kalıntılarının çok parçalı olması, vücuda girdiğinde patlayan, dolayısıyla tahrip gücü son derece fazla, uzun namlulu yüksek enerjili silahlara işaret ediyordu.
İnceleme yapan Adli Tıp Görevlisi uzman bilirkişiler, son derece önemli olan bir bulgu daha saptamıştı. Güvenlik kuvvetleri menşei tam olarak saptanamayan çok miktarda gaz bombası ve yanıcı maddeyi hapishanenin içine, kapalı mekanda bulunan insanların üzerine atmış ve bu durum ölümlere neden olmuştu. Kullanılan bu bombaların menşei hala tam olarak saptanabilmiş değil. Soruşturmayı yürüten savcılık ve mahkeme tarafından defalarca istenmesine rağmen Genel Kurmay Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı kullanılan bombaların niteliğini bildirmedi, aksine bu konuda ellerinde bilgi bulunmadığını ifade ederek gerçekleri gizlemeye çalıştı.
Özellikle Bayrampaşa hapishanesi kadınlar koğuşundaki tablo, hem kullanılan yöntemler ve operasyona hakim olan anlayışın görülmesi açısından son derece çarpıcı ve acıdır. Koğuşların tavanları delinerek içeriye atılan bombaların yanı sıra, bir boru aracılığı ile gaz verildiği bu nedenle de koğuşlarda ani bir yangın çıktığı, koğuş kapılarının dışarıdan kapatılmış olması nedeniyle dışarı çıkamadıkları tüm mağdurların ortak anlatımıdır. Kadın mahpusların tümü yanmaya terk edilmiştir. “Açın kapıyı dışarı çıkalım” sözleri ve bu sözlere karşılık kapıların açılmadığı, o dönemde asker olan bir tanığın anlatımıdır. Bu bilinçli ve toplu katliam girişiminden sağ kurtulan mağdurlar, yanmayı şöyle tarif ediyor.
“Üzerimizde giysilerimiz vardı ve onlar yanmamıştı. Ama altında etlerimiz yanmış, pul pul dökülüyordu.”
Böyle bir yanmaya neden olabilecek maddeler hakkında yapılmış olan incelemeler, çoğunlukla beyaz fosfor kullanılan vakalarındaki bulgulara işaret etmektedir.
Operasyonun ardından açıklama yapan Başbakan Bülent Ecevit, İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk; operasyonun başarılı olduğunu, zayiatın beklenenden az olduğunu, hapishanelerin artık devletin kontrolünde olduğunu ve operasyonun ölüm orucunda olanların kurtarılması için yapıldığını ardı ardına açıkladılar. Operasyonun adı adeta bir ironi yapılarak “Hayata Dönüş” konulmuştu.
19 Aralık Operasyonuna ne isim verilirse verilsin, hayata döndürmek bir yana onlarca hayatı söndürdüğü ortada. Operasyon planlamasında ve operasyon esnasında ölüm orucunda olanların zarar görmemesi için hiçbir önlem alınmadığı gibi, en sert müdahale ölüm orucu eylemcilerinin kaldığı koğuşlara yapıldı. Bu nedenle o gün bir çok tutsak ile birlikte orucu eylemcileri de öldürüldü. Oysa 21 Ekim’de başlayan ölüm orucu eyleminde ölen olmamıştı.
Operasyonun adının iddia edildiği gibi “hayata dönüş” değil uygulanan yöntemlere uygun olarak “TUFAN” olarak belirlendiğini Jandarma Genel Komutanlığı’nın gönderdiği plandan öğrendik.
Tufan kelimesigerek dinsel metinlerde ve gerekse dünya halklarının yaşamlarında, mitolojilerinde ve inançlarında yer etmiş bir kavramdır. Kullanıldığı her metindeki anlamı aynıdır “insanlığın uğradığı büyük felaket”. 19 Aralık günü planlanana uygun olarak operasyona “TUFAN” ismi verilmişti.
Bayrampaşa operasyonu davasında operasyon döneminde Jandarma Genel Komutanı olan Orgeneral Aytaç Yalman’ın tanık sıfatı ile verdiği ifade, operasyonun bir bakanlık planı olmadığını bir devlet kararı olduğunu ortaya koydu. Aytaç Yalman’ın ifadelerine göre 19 Aralık operasyonu kararı 2 yıl önce MGK toplantısında alınmış ve planlanmış. Operasyon öncesinde hazırlanan raporlar , operasyonun her aşamasının askeri savaş kurallarına göre krokiler ve maketler üzerinde çalışılarak, defalarca operasyon yapılacak hapishaneler gidilip inceleme ve tatbikatlar yapılarak belirlendiğini gösteriyor. Mahkeme, dosyadaki delillerden hareketle mevcut olduğu anlaşılan operasyon planı, video kayıtları ve fotoğraflar ile operasyona katılan birliklerin listesini defalarca istemesine rağmen, Genelkurmay Başkanlığı ve Jandarma Komutanlığı kendilerinde bir plan ve görüntü kaydı bulunmadığını, operasyonu kimlerin yaptığının belli olmadığını bildirerek adeta mahkemelerle, savcılıklara alay edercesine gerçeğe aykırı cevaplar vermeyi sürdürdü. Oysa dönemin Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman, ifadesinde tüm bu bilgilerin Genelkurmay Başkanlığı’nın elinde bulunduğunu söylemektedir.
Operasyon öncesinde yine algı yönetimi planları ve devletin sorunu çözmek isteyen taraf olarak, hapishaneleri ve buradaki mahpusları terör örgütlerinin denetiminden kurtaracağı manipülasyonları ile operasyona uygun zemin yaratılmaya çalışıldı. Yapılan görüşmelerde tüm planların parçası olarak sürdürüldü. Operasyondan sonra görüşmeci heyetlerde yer alanların “devlet bizi kandırdı” ifadesi tamda bu gerçeği ortaya koymaktadır.
18 Aralık günü saat 20.00’de, yani operasyondan çok kısa bir süre önce, İstanbul Barosu’ndan Yücel Sayman bir kez daha Bayrampaşa Cezaevi koordinasyonu temsilcileri ile Adalet Bakanı’nın isteği ve izni ile görüştü. Yücel Sayman’ın tanık olarak verdiği ifadeye göre görüşme olumlu geçmişti . Sorunun çözülebileceği, ölüm oruçlarının sona erdirilebileceği izlenimi ile Bayrampaşa Hapishanesi’nden ayrılan Yücel Sayman, Adalet Bakanı ile telefon aracılığı ile görüştü ve olumlu görüşlerini paylaşarak kendilerine biraz daha süre verilmesini istedi. Bakan bu isteği hayır demedi.
Bu görüşmeden oluşan olumlu havanın aldatıcı olduğu ise kısa sürede anlaşıldı. Görüşmeden sadece 8 saat sonra Bayrampaşa operasyonu başladı. Dava dosyasına gelen belgeler, tanıkların anlatımları Adalet Bakanlığı’nın organize ettiği tüm bu görüşme süreçlerinin samimiyetsizliğini ve kamuoyunun aldatılması , oyalanması amacı ile yapıldığını görmemizi sağladı.
Operasyon planlaması Jandarma Komutanlığı karargahlarında savcılar, askerler ve bürokratların katılımı ile yapıldı.
Dava dosyasında yer alan raporlara göre operasyona katılacak personel tüm hazırlıklara rağmen bir konuda endişe etmiştir. Operasyonda çok sayıda insanın ölebileceğini öngörmektedirler, bu nedenle sonradan yargılanabileceklerinden çekindiklerini ifade ederler. Bu endişe de giderilir ve yargılanmayacaklarına dair güvence verilmesi ile birlikte, 19 Aralık cezaevleri operasyonunun başlaması için talimat verilir. Bu koşullarda özel olarak eğitilerek hazırlanan operasyon timinin sakınacak çekinecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Böylece hapishaneleri yakar, yıkar, öldürmekten , yakmaktan çekinmeden görevlerini tamamlarlar.
Operasyonun ardından uygulanan şiddetin mağduru durumunda olan tutsaklar yıllarca ceza tehdidi ile yargılanmasına karşın, tam bir korumadan yararlanan güvenlik görevlileri ne yazık ki yargılanmadı, açılan birkaç göstermelik dava da beraat kararı ile sonuçlandı.
Bayrampaşa Cezaevi operasyonuna katılan JÖAK personeli hakkında 15 yıl sonra açılan dava henüz sanık ifadelerinin alınması aşamasında.
Devlet yetkilileri 19 Aralık operasyonu ile birlikte hapishaneleri boşaltarak bir süreci kapattıklarını düşünseler de gerçek hiç de düşünüldüğü gibi olmadı. 19 Aralık ile uygulamaya konulan F Tipi hücreler ise yaraya adeta tuz basarak kangrenleşmesine hizmet etmekten başka bir işe yaramadı. Özgürlükleri ellerinde alınarak cezalandırılan insanlar, ikinci bir ceza olan izolasyona tabi tutularak toplumdan, insanı insan yapan tüm değerlerden koparılmaya çalışılırken karşısına yeniden şekillenen direniş biçimlerini de çıkardı.
Bu ülkede hapishanelerin tarihi aynı zamanda hak gaspları, baskılar ve bunlara karşı yapılan açlık grevlerinin, direnişlerin tarihi olmuştur. Çoğu zaman en küçük hakların elde edilmesi için pek çok hayatın karardığı, devletin en temel hakları dahi yapılan direnişler sonucunda kabul ettiği, elde edilen hakların yasal güvencesi olmadığından her an geri alınabilir olarak gördüğü, böyle de davrandığı bir hapishane anlayışı nedeni ile hapishaneler Türkiye’nin kanayan yarası oldu ve olmaya devam ediyor.
19 Aralık günü 20 hapishanede uygulamaya konulan katliam planı bugün başka bir biçimde devam ediyor. Cizre, Silopi, Sur, Nusaybin… 19 Aralık TUFAN’ı ile aynı biçim ve anlayışla ev - ev, sokak-sokak “silme operasyonu” ile katlediliyor. Hücrelerde yakılan insanlığımız şimdi de Cizre sokaklarında, Sur sokaklarında, Nusaybin sokaklarında katlediliyor. (SB/ÇT)