Yıldırım Türker Bircan Değirmenci'nin "Eren Keskin/ Keskin Bir Hayat" kitabına yazdığı Eren'in Hayatı başlıklı önsözü şu iki paragrafla bitiriyor.
Bir solukta okunan bu güzelim kitabı öncelikle gençlerin okumasını tavsiye ederim. Bu topraklarda Eren Keskin adında böyle bir kadın olduğunu öğrenmeleri için.
Ama öncelikle böyle bir hayatın mümkün olduğunu görmeleri, hissetmeleri için. Her şeye rağmen, hep birlikte insan kalabilmek için çabalayan herkesin, hepimizin Eren’e ne kadar borçlu olduğumuzu hiç unutmadan.
Şeyhmus Diken de MAG'daki "Çekilinnn Eren deliyooorrr" başlıklı yazısından 374 sayfalık kitabı okuyunca "sahi şimdi neydi bütün bu okuduklarım" diye kendisini sorguladığında "yazar ve yazarın hikayesiyle kahramanının" ne dediğini fark ediyor.
"Ey okur, sanma ki ben sana kendi hikâyemi anlattım. Anlatılan ve metne-kitaba dönüşen aslında bizatihi senin hikâyendir..."
Diken'in "herkesin hikayesi" dediği hayatın içinde Hayata Dönüş Tufanı (s. 260-265) bölümünü yayımlıyoruz. Metinde Eren Keskin anlatısını farklı renkle veriyoruz. İletişim Yayınları'na teşekkürlerle.
* * *
19 Aralık 2000
1980 Darbesi’nin akabinde başta Diyarbakır Cezaevi olmak üzere cezaevlerinde uygulanan insanlıkdışı uygulamalar belleklerdeki tazeliğini korurken, ’90’lı yıllara gelindiğinde devletin cezaevlerini dizayn etme kararlılığı sürüyordu.
Cezaevlerindeki sosyal dayanışma duygularının tümden silinip atılması için yöntemler deneniyordu. Bunun için darbe döneminde, deneyimli ülkelerden yeni cezaevi modelleri getirilmişti. Tutukluların birbiriyle temaslarını engellemek amacıyla hücre tipi hapishaneler inşa edilmeye başlanmıştı.
Sağmalcılar Özel Tip, Gaziantep, Bursa Özel Tip cezaevleri 4-6 kişilik hücrelerinin yanı sıra çok sayıda tek kişilik hücrelerin de bulunduğu tecrit hapishaneleriydi. Daha sonra inşa edilen ve kamuoyunda “tabutluk” olarak bilinen Eskişehir Özel Tip Cezaevi ise F Tipi cezaevlerinin öncülü oldu.
12 Eylül dönemi boyunca toplumu hizaya getirmek isteyenlerin vardığı her yeni aşama cezaevlerinin mimari yapılarındaki köklü değişimle de ifadesini buluyordu. Bu değişimin son halkası, F Tipi diye adlandırılan yüksek güvenlikli tecrit hapishaneleriydi.
Hücre tipi cezaevlerine ilişkin “modem” politikalar ABD’nin Kore Savaşında tutsak askerler üzerine “beyin yıkama” programlarından yola çıkarak üretilmişti. Kore Savaşı’nda Amerikan donanmasında görevli Edgar Schein isimli bir psikolog “beyin yıkama özel varyantları” konulu bir rapor hazırlamış, Amerikan hükümeti de hapishaneler politikasını, genel çerçevesi tecrit üzerine oturtulan bu rapora göre biçimlendirmişti[3]
Schein'in “hayvanlaştırma manifestosu”nun genel düsturu ise şöyleydi: “Uyum sağla, yoksa ölürsün...”
Devlet tarafından izolasyon sistemine geçileceği zaten söyleniyordu. O dönem IHD İstanbul Şubesi çok iyi bir araştırma yaptı. Bu sistemin nereden çıktığım araştırdık.
Bu bir CIA projesiydi. Psikolog Edgar Schein'in raporundan yola çıkarak bu sistemin bulunduğunu gördük. Bir insanın kendisi olmaktan nasıl vazgeçirileceği sistematik biçimde ortaya konuyordu.
ABD'de ve Avrupa'da uygulanıyordu. Türkiye’de de örgütlerin cezaevlerindeki koğuş sistemini kötüye kullandıkları iddia edilerek, sürekli olarak bu sistemden vazgeçileceği konuşuluyordu. Nitekim F Tipi'ne geçme kararı alındı.
600 mahkûm tecrit edilmeyi ve hücrelere girmeyi reddederek 20 Ekim 2000’de açlık grevine başlar. Grevin 45. gününde taleplerinin yerine getirilmesi için mahkûmların bir kısmı ölüm orucuna girer. Araya giren Yaşar Kemal, Oral Çalışlar. Zülfü Livaneli ve Can Dündar’dan oluşan aydınlar heyeti ne hükümeti ne de mahkûmları ikna edebilir. Dışarıda ise aileler panik haldedir.
Grev boyunca aileler sürekli derneğe gelip gidiyordu. Hepsi çocuklarının durumunu merak ediyordu. Biz o zaman TTB, TMMOB, DEHAP, ÖDP ve sendikalardan temsilciler biraraya gelerek bir platform oluşturduk. Grev süresince ailelerle birlikte her gün sokaklarda eylem yapıyorduk.
Öyle bir duruma gelmiştik ki sabah demeğe yanımızda yedek kıyafetle geliyorduk. Çünkü polis sürekli eylemlere müdahale ediyor, gaz bombalan ve tazyikli su sıkıyordu. Ve mutlaka gözaltına alınıyorduk.
TTB, TMMOB, İnsan Hakları Derneği gibi kurumlar ortak bir deklarasyon ile DSP-ANAP-MHP Koalisyonu’ndan sorunun çözümüne yönelik adımlar atmasını talep eder. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ile yapılan görüşmeler sonucu müzakere süreci başlar. 9 Aralık’ta Hikmet Sami Türk, müzakere sürecinin devam ettiğini, lam bir sonuca varılmadan kesinlikle bir girişimde bulunmayacaklarını ve ölüm oruçlarını sona erdirmek amacıyla F Tipi ceza ve tutukevlerine nakillerin ertelendiğini açıklar.
Dışarıda çok büyük bir mücadele vermiştik, bütün işlerimizi bırakmış, gündüz cezaevlerine gidip, akşamları eylemlere katılmıştık ve bu da büyük ses getirmişti. Bakan’ın erteleme açıklaması üzerine birçok cezaevindeki örgüt çevresiyle görüşmeye başladık. “Bize bırakın, biz dışarıda mücadeleyi yürütelim. Siz biraz durun. Bu açıklama bizim için önemli bir kazanç,” dedik.
Her görüştüğümüz örgüt çevresi bunu mantıklı buldu ama sadece DHKP-C karşı çıktı. Onlar açlık grevine devam ettiği için diğerleri de bitirmediler. Belki başka şekilde bitebilirdi. 0 dönem bir kazanımdı o. Denenebilirdi. PKK bu greve katılmamıştı. Bence burada en doğru tavrı Kürt Hareketi göstermişti.
Artık çözüm için bir umut olduğu düşünülürken, 13 Aralık'ta RTÜK cezaevleri ile ilgili yayın yasağı getirdi. 17 Aralık’ta DGM, F tipi cezaevlerini eleştirmenin örgüt üyeliği anlamına geleceği kararlara imza attı.
Biz her yıl İnsan Haklan Haftası’nın bitiminde Taksim Tünel'de yürüyüş yaparız. 17 Aralık akşamı yine Tünel’de buluştuk. Çok sayıda insan toplanmıştı. Polis yürüyüşe izin vermeyince açıklama yapıp dağılmaya karar verdik. Fakat polis müdahaleye başlayınca herkes bir yana koşuşturmaya başladı, kimileri ara sokaklara daldı, meğer polisler de kovalamaya devam etmiş.
Biz kendimizi Yakup Restoran’a attık, megafonlar da elimizde. O sırada Mukaddes Alataş aradı ve polislerin derneği bastığını söyledi. Hemen koşarak demeğe gittik, bizi de gözaltına aldılar. Meğer her yeri basmışlar. Mis Sokak’taki ÖDP bürosunda Recep diye bir arkadaş gözaltına alınanların listesini basına fakslamak üzereyken polis oraya da gelince kendi ismini de ekleyip faksı o şekilde yolluyor. Bizi Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürdüler. Ertesi gün serbest bırakıldık.
19 Aralık günü sabaha karşı saat 04.30 sularında 20 cezaevine 10 bin askerle eşzamanlı bir operasyonun düğmesine basılır. Operasyonun provası bir yıl önce Ulucanlar Cezaevi’nde yapılmış ve yakın mesafeden ateş edilen 10 mahkûm hayatını kaybetmiştir. Burdur Cezaevi’nin duvarını yıkan iş makinesinin Veli Saçılık’ın kolunu koparmasının üzerindense henüz 6 ay geçmiştir.
Operasyon kararının altında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Başbakan Yardımcıları Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli'nin imzası vardır. Ağır silahlar, kimyasal yakıcı maddeler, iş makineleri, helikopterler ve gaz bombalarının kullanıldığı, cezaevlerinin çatılarının delinerek, duvarlarının yıkılarak yapılan operasyonun ismi ise ironiktir: Hayata Dönüş Operasyonu. Oysa bu. "Tufan” adlı harekât planıdır.
Sabaha karşı Kiraz arayıp haberi verince hemen demeğe gittim. Anadolu Ajansı oradaydı. Daha sonra tüm basın geldi. Telefonlar susmuyor, elimiz ayağımız titriyor. Aileler gelmeye başladı. Herkeste bir tedirginlik. O günleri asla unutamayız. Çığlık atanlar, ağlayanlar. Dernek yas yeri gibi olmuştu.
Aileler geliyor, ölüm haberlerini alıyor ağlıyor, onları teselli etmeye çalışıyoruz. Sonra benim müvekkillerimin çoğu Bayrampaşa Cezaevi’nde olduğu için bir haber alma umuduyla direkt oraya gittim. Bizi zaten kesinlikle içeri almadılar.
Gelen haberler arasında Eren’in müvekkili olan ve DHKP-C Davası’ndan yargılanan Rıza Poyraz da vardır. Ümraniye Cezaevi’nde kalan Rıza, vücuduna isabet eden üç kurşunla Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne kaldırılmıştır.
Kürt bir ailenin çocuğuydu. Rıza’yı bir yıl önce polis, Emniyet Müdürlüğü’nün camından atmıştı. Ayaklan kırılmıştı. Biz o zaman da çok uğraşmıştık. Sonra tutuklandı. Babası Süleyman Amca ve annesi Elif Abla hastane bahçesinde diğer aileler gibi panik içindeydi. Askerler tutuklu yakınlarının çocuklarını görmesine izin vermiyordu.
Biz içeri girdik, Rıza yoğun bakımdaydı. Doktor durumun kritik olduğunu her an ölebileceğim ailesine söylememizi istedi. Biz tabii ki bir şey söyleyemedik. Ailesi o kadar kötü durumdaydı ki. “Eren Hanım Rıza iyi mi?” diyorlar, cevap veremiyorum. Ertesi gün Rıza öldü. Adli Tıp’a getirdiler. Elif Ablayı arayarak Adli Tıp’a gelmesini söyledim.
Bana diyor ki, “Bu hastane daha mı iyi, acaba burada iyileşir mi?” Orayı hastane zannediyordu. Biz içeri girip otopsiye katıldık. Çok korkunçtu. Çıkışta annesi hâlâ bana, “Eren Hanım iyi bir haber var mı?” diye soruyor. Ben ağlamaktan konuşamıyorum. zar zor kendimi toparlayarak, “Elif Abla, kaybettik..." diyebildim ve kadın oracıkta düşüp bayıldı.
Üç gün sûren saldırıda bilanço ağırdı. 30 mahkûm ve 2 asker hayatını kaybetmiş, 237 mahkûm yaralanmış veya sakat kalmıştı. Askerlerin mahkûmlar tarafından öldürüldüğü iddia edilse de bunun gerçekdışı olduğu, askerlerin bedeninden yine asker kurşunlan çıkınca anlaşılmıştı. Dışarıda, operasyonu protesto etmek için yapılan gösterilerde 2 bin 145 kişi gözaltına alınırken bunlardan 58’i tutuklanmıştı. Operasyonun ardından devam eden ölüm orucunda toplam 122 kişi yaşamını yitirmiş, 600’ü aşkın kişi de sakat kalmıştı.
Operasyonla ilgili Başbakan Ecevit de, “Çok başarılı bir harekât oldu, bütün güvenlik güçlerini kutluyorum. Hepsi tam bir uyum içinde çalıştılar. Zaten haftalar öncesinden bu uyumlu çalışmanın hazırlıkları başlamıştı. Teröristlerin yuvası artık ortadan kalkmış oluyor,” diye basına açıklama yapmıştı.
Mahkûmlara uygulanan bu şiddet Türkiye tarihinin kanlı sayfalanndan biri olarak hafızalara kazınırken, kulaklarda en çok yankılanan ses ise ambulanstan indirilirken yüzü yanmış mahkûm Birsen Kars’a aitti: “Diri diri yaktılar!”
10 yıl sonra dava açılır
Tüm bu yaşananların üzerine, operasyonlardan sağ kurtulan mahkûmlara “kasten adam öldürme”, “cezaevi yönetimine karşı silahlı isyan” gibi suçlardan çeşitli davalar açılır. Operasyon sonrasında açılmak istenen davalar ise sürekli engellenir. Bayrampaşa Cezaevi’yle ilgili ilk dava, olaydan 10 yıl sonra, 2010’da açılır.
Eyüp Cumhuriyet Savcılığı’nın 37 er ve 2 astsubay hakkında hazırladığı iddianameyle, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılır. Dava kapsamında ifade veren emekli bir uzman çavuş, Bayrampaşa Cezaevi’ndeki operasyonda jandarmanın envanterinde bulunmayan değişik gaz bombaları kullanılmadığını, kadın mahkûmların teslim olmak isteyip jandarmadan kapıyı açmalarını istemesine rağmen kapıların açılmadığını ve rütbeli jandarmaların yanmakla olan koğuşlara atılan battaniyelere su yerine benzin döktüklerini anlatır.
Davada o dönem Bayrampaşa Cezaevi Jandarma Bölük Komutanı olan Zeki Bingöl, ifadesinde, operasyonun tamamen İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Engin Hoş’un yazılı olarak verdiği “Tufan Harekât Emri”ne göre gerçekleştirildiğini söyler.
İfadenin ardından operasyonun planlamasının yer aldığı ‘Tufan Harekât Planı" adlı belge mahkemeye sunulur ve operasyonu yöneten rütbeli askerlerin adı ilk kez yargıya sunulmuş olur. Mağdur avukatları, “Tufan” belgesinin ortaya çıkmasıyla birlikte, 2012 yılında hayatını kaybeden Engin Hoş, İstanbul 11 Jandarma Alay Komutanı İbrahim Tüysüz, dönemin Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanı Yarbay Yusuf Burhan Ergin’in de aralarında bulunduğu askerler hakkında suç duyurusunda bulunur.
“Tufan" planıyla ilgili 157 jandarma mensubuna “öldürme” ve yaralılarla ilgili “öldürmeye teşebbüs” suçlamalarıyla, Mart 2015’le ikinci dava açılır. Bu dava Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen Bayrampaşa Davası’yla birleştirilir.
F Tipi cezaevlerinin mimarlarından olan ve “Hayata Dönüş Operasyonu” sırasında Cezaevleri Genel Müdürlüğü görevinde bulunan Ali Suat Ertosun’a 2004 senesinde hükümet kararıyla ‘Devlet Üstün Hizmet Madalyası” verilir.
Bircan DeğirmenciGazeteci, yazar. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde kültür-sanat bölümü basın sorumlusu görevinden 2017'de 692 Sayılı KHK ile ihraç edildi. Gazeteciliğe 1996'da Özgür Gündem’de yargı muhabiri olarak başladı. TRT, Özgür Radyo, Star radyoları, Gazete TAZ, Kültür Servisi, Gazete Karınca ve Esmer dergisinde çalıştı. Yeni Özgür Politika, Bianet ve Gazete Duvar’da yazdı. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Diyarbakır doğumlu. |
* Ertuğrul Mavioğlu. Asılmayıp Beslenenler. Bir 12 Eylül Hesaplaşması -1, İthaki Yayınlan, İstanbul. 2006.
** Bircan Değirmenci, Keskin Bir Hayat/ Eren Keskin, editör: Tanıl Bora, kapak: Suat Aysu, kapak fotoğrafı: Veysi Altay, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2022, İstanbul, 374 s.