Nuriye Gülmen ve Semih Özakça 23 Mayıs 2017’de, açlık grevlerini 76. gününde tutuklandılar. Hakimlik kararında, tutuklama gerekçesi olarak, üzerlerine atılı suçların niteliği, delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması ve “tutuklanmamaları halinde adaletin işleyişine zarar verecekleri”nin anlaşıldığı belirtildi. Diğer gerekçelere aşinaysak da “tutuklanmamaları halinde adaletin işleyişine zarar verecekleri “gerekçesi yasada belirtilen tutuklama nedenlerden biri değil ve ilk kez bir mahkeme kararında böyle bir nedene yer verildiğini gördük.
Tutuklu yargılandıkları davanın ilk duruşmasına personel yetersizliği ve oluşabilecek sağlık sorunları gerekçe gösterilerek getirilmemişlerdi. 28 Eylül’de açlık grevinin 205. gününde davasının ikinci duruşması yapıldı. İkinci duruşmada Semih Özakça getirildi ama Nuriye Gülmen, Ankara Numune Hastanesinin duruşmada bulunmasının tıbben sakıncalı olabileceğini bildiren raporu gerekçe gösterilerek bir kez daha getirilmedi.
Davanın özünü ve yaşananların tamamını özetleyen söz mahkeme salonunun kapısında asılı olan listede yazılıydı: “Açlık grevi” davası.
Türkiye’de davalar yargılanan şahısların adları ile veya istisnaen yargılamanın esasını oluşturan eylem ile anılır. Bu dava ise Nuriye Gülmen ve Semih Özakça adıyla değil yargılandıkları dava ile maddi olarak irtibatı bulunmayan bir kişisel eylemle “Açlık grevi” ile adlandırılmıştı. Yargılama konusunun ve yargılanan öznenin önüne geçmiş bir eylem olarak açlık grevi, tüm davanın ve tutukluluğun temel nedeni olmuş görünüyor.
Davada katılımın engellenmesi, sanıkların duruşmaya getirilmemesi, avukat sınırlaması gibi kısıtlamalar yaşansa da, bu davanın diğerlerinden farkı bu uygulamalardan değil yargılamanın süjesi olan kişilerin öznel durumlarından kaynaklanıyor. Temel mesele davanın nasıl sonuçlanacağı değil, Nuriye ve Semih’i hayatta tutup tutamayacağımız sorunu.
Bu nedenle yargılamayı izleyen herkesin ilgilendiği konu yargılamadan yapılacak işlemler, toplanacak deliller veya mahkeme sonucunda ne karar verileceği değildi. Herkesin, hepimizin beklediği haber, “acaba tahliye kararı verilir de Nuriye’nin, Semih’in yaşaması için bir adım atılabilir mi” idi.
Mahkeme yine de rutin işleyişten uzaklaşmadı. Nuriye Gülmen’in gerekirse hastane odasında ifadesi alınmasına, itirafçı sanığın tanık sıfatı ile dinlenilmesine ve kuvvetli suç şüphesinin varlığı, delillerin toplanmamış olduğu gerekçesi ile tutukluluğun devamına karar verdi. Sonraki duruşma 20 Ekim’de. Duruşmaya çıkabilecekler mi? Bilmiyoruz.
Tutuklama kararının gerekçesi genel bir gerekçe “Kuvvetli suç şüphesi ve delillerin toplanmamış olmasına göre…”
Tutukluluk çok uzun bir süredir ülkenin gündeminde olan bir sorun. Yasalarda düzenlenen kıstaslara uyulmadığı, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in kararlarında, bir tedbir olan tutuklamanın makul ölçülerin üzerinde ve keyfi şekilde uygulandığı eleştiri konusu olmaya devam ediyor.
Yasal mevzuata göre tutukluluğa veya devamına karar veren mahkemenin kararında kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerini ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delilleri, somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça göstermesi gerekiyor. Yani kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu ve delillerin toplanmadığı ifadesi yeterli değil, somut delillerinde kararda belirtilmesi gerekir.
Nuriye ve Semih kararında da ne yazık ki diğer tutuklama kararları gibi gerekçe ve tutuklama nedenlerinin bulunduğunu gösteren somut deliller gösterilmemiş. Mahkemenin ara kararında Nuriye’nin savunmasını gerekirse hastanede alınmasına, itirafçı bir sanığın tanık sıfatı ile dinlenmesine ve deliller toplanmadığı için tutukluluğu devamına karar verildi
Yapılan iki duruşmaya da katılmak istedikleri halde getirilmedikleri için ifadenin alınmamış olması nedeni ile onlara bir kusur yüklenemez. Tutukluluğun diğer nedeni olduğu anlaşılan tutuklu olarak cezaevinde bulunan bir kişinin ifadesine ise Nuriye’nin veya Semih’in müdahale olanağı yoktur. Mahkeme her iki ifade alma işleminin çok önemli olduğu değerlendiriyor olabilir. O durumda bir gün sonra hatta aynı gün eksik ifadelerin tamamlanması için gereken her tür olanak mevcuttur. Yargı mercilerinin kararda belirtilmeyen ama mevcut olduğu düşünülen deliller nelerse bunları korumak için her türlü tedbiri alabileceği günümüz koşullarında cezaevinde bulunan bir kişinin ifadesinin alınması artık gerekçe olmaktan çıkmıştır.
Tutuklama ile amaçlanan şey, yöneltilen suçlamanın delillerinin müdahale edilmeden toplanması ve toplanan deliller suçu kesin olarak kanıtlıyorsa ceza verilmesi aksi halde beraat kararı verilmesi olabilir.
Ama bu davada tutuklama ile elde edilmesi beklenen amaçtan daha büyük bir şey risk altındadır. Nuriye ve Semih’in yaşam hakkı.
Yargılama sonucunda verilecek karar tutuklamanın haksız olmadığını ortaya koyabilir. Ama ya haksız ise ve sonuçta beraat kararı verilirse…
Serbest bırakıldığında olabilecek en uzak sonuç kaçarak cezanın infaz edilme olanağını ortadan kaldırmaları olabilir. Aylardır gösterdikleri direnişin ve bedenlerini açlıkla gün gün ölüme götürerek hedeflediklerinin işlerine dönmek olduğu gerçeği karşısında kaçma olasılığını bulunduğunu ileri de sürmek makul bir neden olamaz.
Yargılamanın olası sonuçları üzerine mahkeme değerlendirme yaparak kararlar verebilir. Ancak ortada tek bir somut gerçek var ki o da, bu iki genç insanın yaşamlarının bir mahkeme kararı ile elde edilecek her tür sonucun üzerinde görülmesi gerektiğidir.
Biz avukatlar olarak kürsünün biraz altında olan yerlerimizden yargılananlara empati ile bakar mahkemenin de öyle bakabilmesini sağlamaya çalışırız. Şimdi bu davada kürsünün arkasından da aynı şekilde empati ile bakılmasını bekliyoruz.
Nuriye ve Semih bir yıldır kaçmadan, kendilerini saklamadan işlerini geri istediler. Şimdi açlığın 212. günündeler ve hayata bir adım mesafedeler.
Bertolt Breht’in Halkın Ekmeği şiirinde dediği gibi;
Bilin halkın ekmeğidir adalet,
bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek, başlar açlık,
Bozuldu mu tadı, başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.
Adalet Nuriye ve Semih’i hayatta tutacak yoldur. (SB/HK)