Paris 8 Üniversitesi, Shoah Memorial ve Anadolu Kültür’ün İstanbul’da düzenlediği ‘Bir Yüzleşme Serüveni: Holokost Sonrası Fransa’da Hafıza Politikaları’ kapsamında sinema tarihçisi Ophir Levy ile Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nden Murat Çelikkan sinema ve bellek oluşumunu tartıştı.
Paris 8 Üniversitesi’nden Nora Şeni’nin moderasyonunu üstlendiği söyleşide Levy, Fransa'da Holokost sinemasında görünen ile görünmeyeni, Elle S’appelait Sarah, Sorrow And Pity, Noit et Brouillard, Guchets du Louvre, Mr. Klein, Shoah ve Le Rafle filmlerinden örneklerle aktardı.
Çelikkan ise Türkiye Cumhuriyeti geçmişindeki soykırım ve toplumsal yıkımların hangi film örnekleriyle sinemada yer bulduğunu ve bunların etkilerini anlattı.
Levy: Fransa sineması Holokost'un aynası
"Fransız sineması Avrupa’da Yahudilerin yok edilmesinin bir aynası gibi. Elle S’appelait Sarah’da 16-17 Temmuz 1942’de 13 bin Yahudi kadın ve çocuğun Fransa polisi tarafından tutuklanarak bir stadyuma hapsedilmesi ve ardından Nazilere teslimini konu alıyor. Film yeni kuşağın bu olayı hatırlamaması üzerine bir sekansla başlıyor. Film “Bu olaydan arta ne kaldı?” diye soruyor.
"Bu filmin de anlattığı gibi Yahudilerin yok edilmesi ile ilgili belleğin çok güçlü olduğu varsayılıyor ancak artık bazı şeyler bilinmiyor, hatta çok az şey biliniyor. Ne olduğunu anlamak için 1945’e bakmak gerekiyor.
"1945'te ortaya çıkan görüntüler, açlıktan ölmüş, üst üste yığılmış bedenler aslında “Nihai Çözüm”ün / Yahudi Soykırımı’nın gerçek belgesi değil. Naziler Yahudiler’in yanı sıra komünistleri, muhalifleri de toplama kamplarına yolladılar. Savaştan sonra bunların oranları söylemek mümkün değil. Ancak savaşın sonunda Sovyet askerlerinin, İngiliz ve Amerikalıların çektikleri bu görüntüler açlıktan, tifodan ölen bedenler. Ancak o filmlerde gösterilenler “yok edilen” Yahudiler değil.
"Toplu mezarlar ağaçlarla örtülü"
"Shoah filminde ağaçlarla kaplı bir alan görürüz. Bu ağaçların altı 250 bin Yahudi’nin gömülü olduğu toplu mezarlar. Ancak Naziler “Nihai Çözüm” ile arkalarında hiç iz bırakmak istemediler. Bu yüzden Yahudilerin yok edilmesine ait görüntüler yok.
"Tam da bu durum yani görünmeyeni gösterme konusu sinemanın meselesi. Noit et Brouillard (Sis ve Karanlık) 1945’te gösterildiğinde olay yaratmıştı. O zamanalar sinemanın en güçlü olduğu zamanlardı. Aileler komedi filmleri izlemek için sinemaya gidiyorlardı, filmlerden önceyse haberler gösteriliyordu. İşte orda, kimsenin çocuğunun görmesini istemeyeceği toplama kampı görüntüler yayınlandı ve toplumda bir kırılma yarattı.
"Sorrow and Pity (Keder ve Merhamet) de Fransa’nın Holokost’taki sorumluluğu ile ilgili yapılan ilk filmdi. Bir pozisyonu vardı ve gösterildiğinde çok tartışıldı. Ancak Holokost’un üzerinden zaman geçtikçe filmlerin daha “politik doğruluk” çerçevesinde yapıldığını görüyoruz. Yahudileri Nazilere teslim eden Fransa polisinin yanı sıra onları saklayan Fransızlar da gösterilip bir denge sağlanmaya çalışılıyor.
"Bir bellek aktarılacağı zaman muhakkak bir düşünceye de, izleyiciye de yer ayırmak gerekir. Ancak bu “denge” arayışı bazen fazlasıyla ders verici oluyor. Ancak amaç ders vermek değil soru sormak, bu sorular geçmişimizi yaşadığımız zamana bağlıyor."
Çelikkan: Yüzleşme, gerçeğin peşinde kişisel bir arayış
"Türkiye’nin geçmişteki resmi suçları az buz değil ancak bunların karşısındaki resmi söylem de bunların tamamıyla reddi ya da yok sayılması üzerine kurulu. Gerçeğin ne olduğunu tespit etmek ve bu resmi söylemi kırmak öncelikle kişisel bir arayış serüvenine girmekle başlıyor.
"Ermeni Soykırımı, Trakya’da Yahudilere karşı yapılanlar, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olayları, Dersim, Maraş, Çorum ve Sivas katliamları, askeri darbe dönemleri ve son 30 yıldır yaşadığımız devletin PKK ile savaşı ve Kürt Sorunu.
"Yani yüzleşip deşmemiz gereken konuların haddi hesabı yok. Bu saydığım olayların hemen hemen hepsine ilişkin ya kurgusal ya belgesel filmler yapıldı.
"12 Eylül ile ilgili yirmiden fazla sinema filmi yapıldı. Ermeni Soykırımı hariç Maraş ve Sivas katliamları ile ilgili belgeseller çekildi. Darbelerle ilgili üç dizi yapıldı. Ancak tüm bunlar içinde Yılmaz Güney’in Yol filmi hariç Kürt coğrafyasına ve Kürtlerin yaşadıklarına dair hiçbir film yok. Hatta 'Hatırla Sevgili' o kadar sevilirken 12 Eylül’ü ve Diyarbakır Cezaevi’ni anlatan 'Bu Kalp Seni Unutur mu' ne resmi makamlardan ne de toplumdan fazla destek gördü ki kısa süre sonra yayından kaldırıldı."
"Toplumsal dönüşüm için ilk devletin kabul etmesi gerekir"
"Ama asıl soru şu: Bunlar toplumsal hafızamızda ya da gerçekleri arayışımızda dönüşüm yarattı mı? Ürünler olmasına rağmen neden dönüşüm sağlanmıyor?
"Bunun iki sebebi var. İlki bunu taşıyacak toplumsal muhalefet ve hareketin olmaması. İkincisi ise bu konunun tartışılabilmesi için öncelikle kabul gerekiyor. Resmi bir kabul ile tartışma daha zenginleşebiliyor.
"İkinci kuşaklar bu konuda daha başarılı. Bunu Ermeni Soykırımı için söylemiyoruz ama hem Holokost’ta hem de 12 Eylül’de ikinci kuşaklar arayış ve yüzleşme çabası içindeler. Bu konuda ikinci kuşakların bir umut olabileceğini düşünüyorum.
Bir Yüzleşme Serüveni etkinliği
‘Bir Yüzleşme Serüveni: Holokost Sonrası Fransa’da Hafıza Politikaları’ Kasım 2013 – Mayıs 2014 arasında sekiz etkinlik olarak gerçekleşiyor. Fransa örneği üzerinden Türkiye’de 1915 Ermeni Soykırımı’nın 100. Yılı öncesinde bir yüzleşme tartışması başlatmayı amaçlıyor. (EA)