* Fotoğraf: Pexels
Zihnimin bilmem hangi kıvrımlarından çıkıp gelen "hatırlamak değil, unutmamak asıl lanetimiz" sözü uykumu kaçırdı. Sonra da iç sesimle/seslerimle başlayan uzun ve karmaşık muhabbet gecenin 04.45'inde beni yataktan çıkartıp bilgisayar başına getirdi.
Daha dün, ilk cemrenin toprağa düştüğü heyecanını yaşarken şimdi yatağın sıcaklığını terk eder etmez kalın hırkalara sarınıyorum.
Kış yakamı bırakmıyor...
Kış mevsimini sevemiyorum; üşümeyi sevmiyorum, lahana gibi kat kat giyinmek zorunda olmayı sevmiyorum, botların-montların ağırlığını hep bir yük gibi taşıyorum. Üstelik karın-yağmurun yağışı her zaman/herkese o kadar da romantik gelmiyor. Faturalar aşırı romantikliği kaldırmıyor...
Kış gelmesin, hiç hazır değilim...
Galiba hiçbir zaman da hazır olmadım. Belki de bu yüzden bana göre kışlar uzadıkça uzuyor, bitmek bilmiyor. Yazlarsa kısa film tadında hızlıca akıp gidiyor...
Pencereden çalışma odamı aydınlatan sokak lambasıyla soğuyan havaların yasını paylaşırken lamba birden sönüverdi. Bir çeşit protesto bu da herhalde. Kışı seviyorsa demek ki, hoşnut olmadı kışla ilgili düşüncelerimden. Saygı duyarız...
Sokak lambasının yerini tutmaz ama çalışma masasının yanında duran lambayı açtım. Hasır işlemeleri arasından odaya sarı-sıcak bir ışık yayıldı, desenler duvara yansıdı, oda aydınlandı... Oda; çalışma odası, oturma odası, duruma göre misafir odası. 1+1 dairede işlevsellik önemli...
Sokak lambası da tavır koyduğuna göre bilgisayarıma dönebilirim.
İç seslerim yine çok kalabalık... Peki, ne diyor gecenin bu saatinde iç seslerim yine?
Unutmamak, unutamamak diyorum en büyük lanetimiz mi?
Neydi bu sözün orijinali yahu?
Hemen google'layalım...
İnanır mısınız bulamadım! Unutmak ve hatırlamak üzerine alakasız bir sürü şey var ama aradığım şey yok. Daha fazla aramaya enerjim yok. Neyse doğrusunu bilenler-bulanlar yorum kısmına eklerse ne güzel olur...
Ben şimdilik ilk aklıma gelen haliyle devam ediyorum:
"Hatırlamak değil, unutmamak asıl lanetimiz"
Kim bilir nereden duydum, nerede okudum da şimdi olmadık bir anda aklıma geliverdi. Belki de unutamamakla ilgili sorunu olan biri olarak bambaşka bir lafı evirdim-çevirdim bu şekle getirdim. Kim bilir?
*****
Bir gazeteci arkadaşım, bir sohbette "Bizim sorunumuz (toplum olarak) başımıza gelen en kötü şeyleri unutmamız, bu yüzden her defasında daha kötüsünü yaşıyoruz (yaşatıyorlar)" demişti.
O sohbette muhtemelen ona hak vermişimdir. Ama gecenin bu saatinde unutmak ve hatırlamakla ilgili düşüncelere dalmışken belki de sorun unutmak değil, kanıksamak, diye düşündüm. En azından o muhabbet ekseninde, toplumsal hafıza meselesinde...
Metin Göktepe'nin vahşice öldürülmesini kanıksadığımız için aynı vahşilikle Hrant Dink'i sokak ortasında öldürebildiler.
Ali İsmail Korkmaz gibi nice gençleri karanlık sokaklarda tekme-tokat katlettiler... Bir kadın vahşice öldürüldüğünde bir erkek tarafından, yer yerinden oynamadığı için, kanıksadığımız için binlercesi daha vahşice öldürüldü. Bir çocuğa tecavüz edildiğinde... ıhhhmmmm...
Neyse işte, binlerce benzeri olayı unutmuyoruz belki ama hatırlamıyoruz da...
Daha doğrusu, bu işlerin başımıza neden geldiğini hatırlamıyoruz.
Hepsini kişisel birer hikâye/anı gibi anımsıyoruz. Oysa kadınlar boşuna hep bir ağızdan bağırmıyor "Kişisel olan politiktir" diye... Bireysel hikâyeler değil, kader değil! Çürük-kokuşmuş bir politika!
Toplumsal hafızamız kötü huylu bir tümör gibi taşıyor olanları ve büyüdükçe büyüyor... Müdahale edilemeyecek bir duruma gelmekten ödümüz kopuyor. N'apıcaz bunca kötülükle, bunca kötülerle...
Peki, kendi kişisel hafızamızda durumlar nasıl?
Sohbet biraz karışık-kesintili ama malum iç sesler hep böyle...
Unutabiliyor muyuz kolayca, ruhumuza iyi gelmeyenleri yoksa gecenin bi yarısında uykularımız mı kaçıyor unuttuğumuzu sandığımız anılarla? Hatırlamak mı güzel, unutmak mı? Hatırlamamak mı kötü unutamamak mı?
Kiminin derdi unutmakla, kiminin unutamamakla...
Daha kötüsü her ikisiyle de derdi olan!
Deseydim ki size, ömür boyu 10 güzel anı hatırlama hakkınıza karşılık bir daha asla hatırlamak istemediğiniz, ruhunuzu eksilten-kemiren bütün kötü anılarınız silinecek. Kabul eder miydiniz?
Ömrünüz boyunca hatırlayabileceğiniz milyonlarca güzel anıya karşılık sadece 10 hatırlanabilecek güzel anı...
Milyonlarca güzel anı bakiyesini 10'a düşürmek istemeyenler açgözlülükle mi suçlanacak? Peki ya kabul edenler, 10 güzel anıyla yetinecek ve unutmanın dayanılmaz hafifliğine mi erişecek? Tekrar benzerlerini veya daha kötülerini biriktirme riskine rağmen... Pek karlı bir alışverişe benzemiyor galiba.
Ben mi? On gün sonra da aynı fikirde olur muyum bilmiyorum ama 10 güzel anıya fitim ben...
Vardır herkesin bu "unutmak ve hatırlamak" meselesinde çeşitli çözüm yöntemleri. Birçoğu son derece anlaşılır ve işe yarar gözükse de bazıları büsbütün kandırmaca, yanılsama bence...
Mesela bu iki eylemin -unutmak ve hatırlamak- salt kendi iradelerine bağlı olduğunu düşünenler kannımca büyük bir yanılsama içindeler. Bireyi merkeze alan ve fazlaca kudretleştiren "sen istersen dünya değişir, sen iste yeter ki..." türünden kişisel gelişim projeciliği...
Veya her şeyin "kabul etmek"le hallolabileceğini savunan faşizan bir tutum var: Olanı, olduğu gibi kabul et!
Geçmişi kabul et!
Başına ne iş gelirse gelsin eyvallah de!
Bu da bi çeşit bireyi pasifize eden, mücadeleyi önemsizleştiren "eyvallah teslimiyetçiliği" bana sorarsanız...
Daha orta yolu bulmaya çalışan post Pollyannacılar ise çözümü "affetmek"te aramaktalar... Ve bu tutumun ateşli savunucularının bunu, her duruma uydurabilme meziyeti var. Kalp ağrısına da diş ağrısına da "kabul et, eyvallah de, affettim de..."
Bir de son dönemlerin modası kök-aile açılımı/dizimi var, genetik miras meselesi... "Zeytin Ağacı" dizisiyle de bilen-bilmeyen herkesin merakını cezbetti. Herkes atalarının bilmedikleri-duymadıkları anılarına kitlendi. Çünkü bu metodu benimseyenlere göre ızdıraplarımızın nedeni atalarımızın ızdırapları olabilir...
Hiç bilmediğimiz-hatırlamadığımız hatta bize ait olmayan ızdırapların yükünü taşıyor olduğumuz fikri hoşuma gitmedi. Ağır bir yük... Kendikilerimizi hallettik de bi de atalarımın ızdıraplarını taşıyor olmamız çekilir çile değil!
Var işte herkesin kendine göre bir metodu, işe yarıyorsa ne ala...
Fakat yabana atılır şeyler değil; unutmak, hatırlamak, hafıza-hafızasızlık meseleleri.
Boşuna değil onca şarkılar, kitaplar, filmler falan... (YÖ/SD)