Meltem Ahıska'nın Sosyoloji Bölümü'nde verdiği "Toplumsal Hafıza" dersi öğrencileriyle hazırladığı konferans, 20 Haziran 2015 tarihinde Boğaziçi Üniversitesinde Güney Kampüsü'nde yapıldı.
Nasıl hatırlıyoruz, hangi izlerin, yerlerin, duyguların peşine düşüyoruz? Parçalanan geçmiş ile bugünün hafızaları arasında nasıl anlaşmalar, çatışmalar yaşanıyor? Enkazlaşan hafızalar bize ne söylüyor? Bu soruların etrafında yoğunlaşan konferansta, genç sosyologların doyurucu, sıradışı, özgün sunumları, kimi zaman gülümsetti kimi zaman da geçmişin dayanılmaz acı belleğiyle karşılaştırdı, sarstı. Gün boyu süren, dört oturumda gerçekleşen konferansın açılışını yapan Meltem Ahıska "unutmanın tersi hatırlama değil adalettir" sözü ile konferansın genel bir çerçevesini verdi.
Çatak: Metaya dönüşen Osmanlı nostaljisi
Nükhet Sirman'ın kolaylaştırıcılığında başlayan "Yerinden Oynayan Tarih ve Hafıza" adlı ilk oturumda Dilara Çatak "Zaman Tünelleriyle Osman'lıya Yolculuk: Nostalijik Fotoğraf Stüdyoları" başlığında dönemin Osmanlı kıyafetleri giyinilererek fotoğraf çektirilen Giyçek fotoğraf stüdyosuyla tanıştık.
Çatak, ilk kurulduğunda turistlerin ilgisini çekeceği düşüncesiyle açılan stüdyoya Türklerin daha fazla ilgi gösterdiğini söyledi. Daha sonra "normal"leşerek yabancı turistlerin ilgisinin arttığı, Türklerde ise ilginin azaldığını belirtti. Son dönemlerde Osmanlıya artan ilginin toplumsal hafızadaki yerinin peşine düşen Çatak’a göre, milli tarih yazımı laik, modern bakış açısıyla inşa ediliyor ve Osmanlı'yı reddediyor. Ancak, yeni devletin bütün çabalarına rağmen, eskinin izlerini yok edemiyor. Eski "çatlak" bularak şimdiye sızıyor; evrim geçirerek, değişip dönüşerek, yeniden inşa edilen tarihle şekilleniyor. Çatlaklardan sızan bu geçmiş, grupların çıkarlarına göre aitlik veriyor.
“Muhteşem Yüzyıl” dizisi ile “Fetih 1453” filminin aynı gruplar tarafından sahiplenmemesini de bunun göstergesi olarak veren Çatak, eskiye oranla Giyçek fotoğraf stüdyolarına azalan ilgiyi, “Muhteşem Yüzyıl” dizisiyle popülerleşen, metaya dönüşen Osmanlı nostaljisini dizinin bitmesiyle açıklıyor.
Aktan: Hafıza aktiftir
"Toplumsal Hafızanın Basamakları: Hatırlama ve Çatışma Mekanı Olarak Gökkuşağı Merdiveni" sunumuyla Deniz Nihan Aktan, Halaskargazi Caddesi'ni kesen Şafak Sokağın girişinde bulunan merdivenleri ele aldı.
Bu merdivenler o dönemde boyanan bütün merdivenler gibi sivil itaatsizlik eylemi olarak gökkuşağı renklerine boyanmıştı. Ancak kısa bir süre sonra kimliği belirsiz kişilerce merdivenin bordo-maviye boyanmasının ardına düşen Aktan, hesaplaşamadığımız tarihin hikayesiyle karşılaşıyor.
Gökkuşağına boyanan merdivenler belediye tarafından griye boyanırken Gazeteci Hrant Dink'in öldürüldüğü yerin yaklaşık 5 metre yakınında bulunan merdiven bordo-maviye boyandı. Bu eylem Dink'in katili Ogün Samast'ın Trabzonlu olması nedeniyle siyasi bir içerik taşıyordu, apaçık bir gururu da temsil ediyordu. Bu "önemsiz" olay, Türkiye toprakları mülksüzleştirme, sürgün etme, soykırım gibi resmi tarih eliyle yaratılan travmatik, katmanlaşan hafızamıza işaret ediyordu. Ve yüzyıllık suskunluğa…
Aktan, bu haber gazetelerde çıktıktan kısa bir süre sonra Trabzon Fikir Kulüpleri’nin basın açıklaması yaparak "Hepimiz Ogün Samast Değiliz" dediğini aktardı.
Aktan’a göre resmi tarihle yüklü olan hafızamız her türlü darbeye, kesiğe rağmen canlı: “’Hepimiz Ogün Samast’ız diyen hafızanın yanında ‘Hepimiz Ogün Samast Değiliz’ diyen hafızanın bir arada yaşadığını görmezden gelemeyiz.” Aktan bu durumu şöyle açıklıyor: “Bu durum hafızanın aktif olduğunu, taşınabilir olduğunu, beklenmedik bir anda, beklenemedik yerde karşılaşabilirliğini de gösteriyordu.”
İki hikaye iki hafıza deneyimi
Konferansın ikinci oturumu oluşturan, “Sanatın Zaptedilemediği Hafızalar” başlığıyla, genç iki sosyolog toplumsallıkla iç içe geçmiş, ince ince işlenmiş ve sessiz sedasız yaşamlarını sürdüren sanat eserlerinin gözden gelemeyeceğimiz toplumsal hafızasına odaklandı.
Beyza Türkoğulları "Kaybolanı Anmak: Bir Ağaç İçin Ağıt" sunumunda Kadıköy Moda'da yaşayan bir sanatçının sokağında kesilmiş bir ağaca yaktığı ağıtın hikâyesini anlattı. Sanatçının kesilen ağaçtan geriye kalan gövdesinin yanı başına ağıt yakan heykelinin birkaç kez çalınmasına rağmen polisiye romanlarına taş çıkarırcasına, sosyal medyanın aktif kullanımı sonucunda bulunarak yerine konulan "Bir Ağaç İçin Ağıt" heykelinin eğlenceli, macera dolu yolculuğuna çıkardı.
Türkoğulları'ndan sonra Zeynep Dişbudak "Toplumsal Hafıza İle Karşılaşma Hikâyesi"yle Türkiye Cumhuriyeti'nin 50. Yılı dolayısıyla Karaköy'e yerleştirilen "Güzel İstanbul" heykelinin hikâyesini anlattı. Anlattığı hikâye, tek tip mite meydan okuyan, orta yerde, çırılçıplak yatan bir kadın bedeninin heykel de olsa kamusal alanda yaşamayacağının hikâyesiydi. Milletin "ahlaki" değerlerini yansıtmayan heykel, bir gece yarısı operasyonuyla yaşadığı yerden sökülerek Yıldız Parkı'nın bir ücrasına sürgüne gönderiliyor. Dişbudak, yaklaşık kırk yıldır yalnızlığa terkedilen "ucube"nin, son günlerde ebedi sürgün yerinden kaldırılarak yaşamına son verilmesi gündemde olduğunu belirtti.
Fısıltının yüksek sese dönüşmesi
"Tanıklar ve Tanıkları" adlı son bölüm Türkiye tarihinin parçalanmış, tahrip edilmiş geçmişinin çatlaklıklarından sızan fısıltısına ve izine odaklandı.
Aslı Atay "Geçmişin Fısıldadıkları: Müslümanlaştırılmış Bir Ermeni'nin Anıları"nda, fısıltıyla dile getirilen gerçeğin ardına düşen son kuşağın "hakikat"i bulma yolculuğuna şahit olduk. Sokakta oynadığı çocukların dönme dedikleri zamana kadar Ermeni olduğunu bilmeyen anneanne ile fısıltının ardına düşerek Ermeni olduğunu öğrenen torunun hikâyesiydi. "Ermeni" derken sesini kısarak konuşan anneannenin "fısıltı"sının torunda "yüksek ses"e dönüştüğünü belirten Atay, 1915 hakikatine ulaştıracak olanın belgeler değil, bu fısıltıların kendisi olduğunu, kanıtın birkaç nesil öteye gidemeyen torunların hikâyesinde gizli olduğunu söyledi.
Atay, anneannenin "hiçbir zamana unutulmaz kızım" diyerek torununa anlatmaya başladığı hikâyede de, iktidarın kimlikleri, aidiyetleri ile birlikte mekânın hafızasını da değiştirmesine, geçmişin tozları altına gömmek istemesine karşın; geçmişin topyekun silinemeyeceğini; hafızanın ninnilerle, hikâyelerle, efsanelerle, yemeklerle de olsa gündelik pratiklerin içinde yaşamaya devam ettiğini belirtti.
Çelik: “Diri diri yaktılar” çığlığı havada asılı
Oturumun ikinci panelisti Tuğba Çelik "Tarihin Meleği" ile Bayrampaşa Cezaevi Duvarları sunumunda, cezaevi duvarlarında "insanları diri diri yaktılar"ın izlerini sürdü, bloklaşmış, sabitleşmiş duvarlardan ötedeki hafızaya odaklandı.
İnsanların diri diri yakıldığı, devletin utanç merkezi hafızasına sahip bir mekânın, "hafızasız" bırakılmak istenmesinin ilk girişimi kapatılması oldu. Ayrıca, kapatılmasıyla da yetinilmedi, katliamın izlerini tamamen silmek için, yeni kutsanarak hapishanenin kültür merkezi veya otoparka dönüştürülmesi gündemde. Çelik: "Diri diri yaktılar, çığlığının, hayaletinin hâlâ orada dolaştığını ve geçmişin günahlarının kefareti ödenmediği müddetçe, geçmiş bir hayalet gibi şimdi olduğu gibi, geleceğimizde de asılı duracak."
Devlet terörünün katlettiği insanların çığlıkları betonlaşmış duvarlardan sızarak izler bıraktığını belirten Çelik, sunumunu şu sorularla bitirdi: Geçmişin ağırlığıyla, yarıklarıyla hesaplaşılmamışken gelecekle ilgili arzularımızı, hayallerimizi nasıl inşa edeceğiz? "Tarihin Meleği" gözlerini bir felakete odaklamışken geçmişle nasıl bir ilişki kuracağız, geçmişle nasıl hesaplaşacağız? Geçmiş, bütün günahlarıyla gözlerini açmış dehşetle bize bakarken, geleceği kurmak mümkün mü?
Sonuç
Konferans, geçmişin, şimdikinin içinde canlı olarak varlığını sürdürdüğünü ve adalet, hakikat, yüzleşme taleplerinin önüne geçilemeyeceğini gösterdi.
Toplumsal hafızada büyük yarıklar açmış, yüzleşilemeyen bir geçmişin ortaya çıkarttığı adaletsizliğin "kötülüğü sıradanlaştı"ğıyla yüzleştirdi. Ayrıca, yakın gelecekte, geçmişi tozlu raflardan indirip hesaplaşacağımızın güçlü sinyaliydi.(MGD/HK)