Barış İçin Akademisyenler ve Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği’nin Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlediği panelde çatışmalı süreçlerin üniversiteler üzerindeki etkileri tartışıldı.
Çözüm sürecinin sona ermesi, çatışmaların tekrar başlaması, sokağa çıkma yasakları, ölümlerin yaşandığı son zamanlarda üniversiteler de kampüse giren polisler, öğrencilere dönük disiplin soruşturmaları, polis ve özel güvenlik birimi (ÖGB) görevlilerinin şiddeti, yasaklar, tutuklu öğrenciler ile gündemde.
Akademisyenler Nuri Ersoy, Biriz Berksoy ve Zeynep Kıvılcım ile üniversite öğrencisi Hicran Cengiz yaptıkları sunumlarla Türkiye’de Kürt illerinde süren şiddetin üniversitelerdeki yaşam ve akademik bilgi üretimi üzerindeki etkilerini, savaş halini zayıflatacak ve geçersiz kılacak dayanışma perspektiflerini ele aldı.
Ersoy: İç barış için Türkiye Ortadoğu’dan elini çekmeli
Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü’nden Doç. Nuri Aksoy, Türkiye’de çatışmasızlığın neden sona erdiğine dair sunumunda 2009’dan bu yana çözüm sürecinin kronolojisini sundu.
Sürecin sağlıklı yürütülememesinde gerek çözüm sürecini halkla anlatacak gerekse hakikat ve uzlaşma komisyonu gibi arınma mekanizmaların oluşturulmamasına işaret etti.
Ersoy, sürecin kırılma noktasının 6-7 Ekim Kobanê olayları olduğunu belirtti. Gerek hükümetin gerek de Cumhurbaşkanının Kobanê’ye dönük tutumunun Kürtlerde çözüm sürecine ilişkin umutların sona ermesi ve duygusal kopuşu başlattığını söyledi.
Ortadoğu’da Kürtlerin dikkate değer bir güce erişmesinin Türkiye devletinin istemediği bir gelişme olduğunu belirten Ersoy, son dönemde Türkiye’nin ABD’ye ve NATO’ya kendisinin Kürtlerden daha iyi bir müttefik olacağını kanıtlamaya çalıştığını anlattı.
Ersoy, “Türkiye’de iç barışın sağlanması için Türkiye’nin Ortadoğu’dan elini çekmesini gerektiğini” söyledi.
Berksoy: Üniversitelerde gözetim-polislik ağları
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim görevlisi Biriz Berksoy devlet şiddetinin üniversite kampüslerine yansımalarına ilişkin sunumunda üniversitelerin Haziran’dan itibaren ama özellikle 1 Kasım seçimleri sonrasında muhalif öğrencilere uygulanan yüksek dozda şiddete sahne olduğunu hatırlattı.
Berksoy, öğrenci muhalefetine dönük şiddetin öncesini anlatırken AKP hükümetlerinin kampüslerde uygulamaya soktuğu stratejileri 2000’lerin ortasında görmenin mümkün olduğunu, bu sürecin YÖK’ün 2008’de ilan ettiği “Özgür ve Güvenli Üniversite” projesi ile somutlandığını anlattı.
“Üniversiteler çeşitli ‘güvenlik’ tedbirleriyle yeniden düzenlendi, özel güvenlik görevlileri, elektronik kamerala, sivil ve üniformalı polisler yerleştirildi. Üniversite idareleri ile polis teşkilatı ve valilikler arasında daha yakın bir işbirliği kuruldu, devlet kurumları ile devlet dışı aktörleri de içerecek şekilde ağ tarzı oluşumlar ortaya çıktı.”
“Gözetim-polislik ağları olarak da tanımlanabilecek bu yeni düzenlemelerin öğrenci muhalefetini pasifize etmek işlevi gördüğü açık. Bu ağlar, istihbarat toplamaya ve özellikle psikolojik şiddet uygulamaya yönelik işliyor.”
Berksoy, disiplin soruşturmaları, öğrencilere dönük davalarla birlikte öğrencilerin bertaraf edilmesinin de bu sürecin parçası olduğunu söyledi.
“Kampüslerdeki şiddet, Kürt illerindeki savaş siyasetinin sonucu”
Berksoy, üniversitelerdeki bu dönüşümün devlet formundaki dönüşümle bağlantılı olduğuna işaret etti.
“Devlet formunun 2000’lerde geçirdiği dönüşüm içinde uygulamaya sokulan iktidar teknolojiileri üniversitelerde bir ‘güvenlikleştirme’ süreci başlattı. Kampüslerde son aylarda artan fiziksel şiddet bu yeni devlet formunun Kürt illerinde devreye sokmayı tercih ettiği savaş siyasetinin bir sonucu.
“AKP’nin söz konusu yönetim rasyonalitesine uygun olarak ve Kürt hareketini pasifize etmek üzere başlattığı savaş da kampüslere yansıyor. Böylece muhalif öğrenciler, polis ve özel güvenlik görevlilerinin uyguladıkları ve giderek artan fiziksel şiddetin de hedefi haline geliyor.”
Cengiz: Üniversiteye üç aramadan sonra giriyoruz
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi Hicran Cengiz “Ülkede Savaş Varken Üniversitede Barış Olabilir mi?” başlıklı sunumunda üniversitede karşı karşıya kaldıkları uygulamaları anlattı.
İstanbul Üniversitesi’nin Türkiye siyasi tarih boyunca ülkenin minyatürü halinde olduğunu belirten cengiz, bugün yaşanan şiddet ortamı, baskı ve savunmanın da üniversitede olduğunu anlattı.
“Üniversiteye girerken üç farklı aramadan geçiyorsunuz. Öğrenci kimliği, üst araması, okul içinde ise sivil polislerin GBT araması.
“Tüm aramaları geçip fakülteye girdiğinizde de fiziki tecrit var. Yalnızca iki giriş açık, her yerde inşaat var. Üniversitede öğrenci kadar çevik kuvvet, sivil polis ve Özel güvenlik birimi görevlileri var. Hepsi birbiriyle ilişik.
“İstanbul Üniversitesi’nde diğer yıllardan farklı olarak afiş asamaz, siyaset yapamaz, anma, yürüyüş slogan düzenlemeyez, slogan atamazsın. Darp ve gözaltı artıyor. Tutuklu öğrenciler gerçeğimiz var.
“Akademik hayata ket vurulmuş durumda.”
Cengiz, üniversitedeki şiddetin üniversiteye “erkeklik”i de getirdiğini anlattı. Üniversitede öğretim görevlileri, özel güvenlik biriminin taciziyle karşı karşıya olduklarını anlattı.
Kıvılcım: Bir yanda çevik kuvvet bir yanda inşaat
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Doç. Dr. Zeynep Kıvılcım üniversite kampüslerinde de çatışmalı sürecin doğrudan yansımasını yaşadıklarını anlattı.
Üniversitelere girişteki engellere örnek veren Kıvılcım, gerçekleştirdikleri panele katılacak öğrencilerin isimlerini kampüs girişine bildirdiklerini ve bunun katılımı da etkilediğini söyledi.
Üniversitelerde polis şiddeti, artan tacizler, öğretim üyelerine dönük soruşturmalara değinen Kıvılcım, “Savaşla birlikte kampüslerde de yükselen bir erkeklik, taciz vakalarında ve tacizin cezasızlığında da arttığını” belirtti.
Kıvılcım, güvenlikleştirme süreçlerinin bir yönünün bu alanların sermayeye açılması olduğunu belirtirken kampüslerde de bunun yaşandığını söyledi.
“Çevik kuvvet ve özel timlerle dönüştürülen alanlar ile yıkılıp yeniden yapılan binalar bir arada. (BK)