Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) öğrenciler arasındaki mescit tartışması üzerinden yaşanan gerilimle gündemde.
Mescitlerin yetersiz olduğunu belirterek açık alanda namaz kılan öğrencilerle bunu provokasyon olarak niteleyen öğrenciler arasındaki gerilim 22 Aralık’ta fiziki kavgaya dönüştü. Yaşananların “Namaz kılan öğrencilere saldırı” şeklinde haberleştirilmesine ODTÜ öğrencileri imzalı açıklamayla tepki geldi. YÖK Başkanı konuyla ilgili ODTÜ rektörü ile görüştü.
ODTÜ’de yaşananları, ülke siyasetinin üniversitelere etkisini, çözüm önerilerini ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nden Dr. Besim Can Zırh’a sorduk.
Zırh, ODTÜ’de yaşananların ülke ve dünya gündeminden bağımsız olmadığını belirtti. Toplum olma vasfını yitirmenin etkilerine değindi, iletişim yollarını açık tutarak, yüz yüze konuşulabilmenin önemini vurguladı.
“Toplum olma haline dair köşe-başı taşları yitiriyoruz”
Zırh, ülkede ve dünyada yaşananların üniversitelere etkisini anlatırken toplum olma haline dair önemli köşe başlarının yitirildiğini anlattı:
“Paul Verhaeghe Eylül 2004 tarihinde Guardian gazetesine 'Neo-liberalizm içimizdeki en kötüyü ortaya çıkarttı' başlığıyla bir değerlendirme* kaleme aldı. Burada tartışmaya açmaya çalıştığı 30 yıllık neo-liberal iktisadi iktidarın toplumsal olana dair yarattığı aşınmaya dairdi. Bir toplumu anladığımız anlamda mümkün kılacak amentüleri yitirmekte olduğumuzu, bu iklimde çok belirgin bir toplumsal tipin baskın hale geldiğini ve buna karşın da toplumsal bir teyakkuz algısının oluştuğunu söylüyordu.
“Özelde 22 Aralık'ta ODTÜ’de yaşananlar ne memleket ne de dünyada yaşananlardan bağımsız bir mesele değil.
“Küresel olarak bir toplum olma haline dair köşe-başı taşları yitiriyoruz. Bu muğlaklık ikliminde ise olağan, bildiğimiz şartlarda dert olmayacak meseleler birer heyula olarak karşımıza dikiliyor.
“Elbette ki 7 Haziran seçimlerinden sonra içine sürüklendiğimiz siyasi gerginlik öncelikle üniversitelerde hissediliyor. Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği (ÖED) olarak henüz dönemin başında, Eylül ayında, yükselen siyasi tansiyonun yerleşkemize öngöremediğimiz bir biçimde yansımasının önüne geçebilmek için bir dizi etkinlik düzenlemeye karar vermiştik.
"Biz bunun hazırlığındayken 10 Ekim’de Ankara saldırısı gerçekleşti ve hepimizi derinden sarsan kayıplar yaşadık. Bu saldırının nasıl tartışıldığına baktığımızda dahi toplum olma vasfını yitirmekte olduğumuzu görüyoruz. Hal böyle iken üniversiteleri Türkiye’nin genelinden bağımsız adacıklar olarak görmek mümkün değil.”
“Toplum vasfını yitirmeye dair teyakkuz hali”
Zırh, 22 Aralık'taki olaylara tanıklığının bir öğrencinin çağrısıyla bir aşamadan sonra olduğunu ancak yaşanan tansiyonun nasıl geliştiğini bildiğini söyledi:
“Her gruptan görüştüğümüz öğrencilerin vakayı aktarışında farklılıklar var. Bu bir sorun yok demek değil.
“Burada bir vaka aktarımından ziyade mevcut duygu halinden söz edebilirim. Yukarı da işaret ettiğim üzere toplum olma vasfını yitiriyor olmamıza dair bir teyakkuz hali söz konusu ve bu sadece ODTÜ’ye dair bir durum değil. Böyle bir iklimde her şey grileşiyor ve insanlar mevcudiyetlerine dair derin bir kaygıdan doğru tutum alıyor.
“Bunu bir kesime ya da bir görüşe dair söylemiyorum. Toplumsal bir hal olarak betimliyorum. Bunu Türkiye’nin her köşesinde gündelik hayatımızın her alanında her gün yaşıyoruz ama konunun içinde ‘mescit’ ve ‘IŞİD’ gibi bir kelimeler geçince her şey değişiyor.”
“Yansıyanlar çok sağlıklı olmuyor”
Zırh, öğrencilerin yaşananlara dair basında ve sosyal medyada dezenformasyon olduğuna dair uyarılarına da “ODTÜ’lüler olarak bir araya gelip bu konuyu yüz yüze konuşmadan, kaynağını bilmediğimiz paylaşımlar üzerinden fikir sahibi olmanın sağlıklı olduğunu düşünmüyorum” yorumu yaptı.
“İçinde ODTÜ geçen birçok hadise gündemde çok kolay yer buluyor. Bunu daha önce de yaşadık ve yansıyanların çok sağlıklı olmadığını biliyoruz. Yaşananlara dair benim görebildiğim en doğru bilgilendirme öğrencilerimizin oluşturduğu Yaz Hocam’dan geldi. Elbette ki konu insanların inanç ve ibadet özgürlüğüne dair bir engelleme değil.”
“Ne oluyor da kriz anlarında diyalog kesiliyor?”
ODTÜ Öğrencileri imzalı açıklamada “IŞİD sempatizanlarını reddetmemek” ifadeleri yer alıyordu. İstanbul Üniversitesi’nde de yakın zamanda “IŞİD sempatizanı” tanımlamalarına karşı bütün Müslümanların “IŞİD’çi” diye gösterildiğini belirterek buna tepki gösteren gruplar oldu.
Zırh, farklı görüşte öğrencilerin konuşamaz hale gelmesinin düşünülmesi gerektiğini söyledi.
“IŞİD meselesi içinde yaşadığımız on yılın en büyük muammalarından biri. Bunu idrak etmemiz zaman alacak. Oliver Roy ve Nicholas Truong’un işaret etmeye çalıştığı gibi IŞİD ile tanık olduğumuzun bir inanç ya da bir inancın siyasileşmiş biçiminden çok öte varoluşsal ve yukarıda işaret ettiğim toplumsalın çöküşüne dair bir konumlanma olduğunu düşünüyorum. Bu bir diaspora hal ve Fanongil bir okumayla bunun kaynağı Türkiye ya da Orta Doğu değil ama bu “evsizleşme” duygusunun bu coğrafyalarda nasıl mayalanabildiği üzerine düşünmemiz gerekiyor. Buna dair herkesin bu farkındalık içinde olduğunu düşünüyorum.
“Sadece ODTÜ’de değil diğer üniversitelerde de farklı görüşteki öğrencilerin birbiriyle konuşabildiğini biliyoruz ama ne oluyor da bu gibi kriz anlarında bu diyalog kesiliyor. Birbirini yüz yüze tanıyan, aynı yaşam alanlarını paylaşan insanlar konuşamaz hale geliyor. Bunun üzerine düşünmemiz gerekiyor.”
“Hocam bir mesele var, bakabilir misiniz?"
Zırh’a üniversitelerdeki gerilimin düşürülmesi için çözüm önerilerini sorduğumuzda iletişim kanallarının açık tutulmasının önemine dikkat çekti:
“Sadece ODTÜ değil tüm üniversitelerde yükselen gerilimin düşürülmesi için merkezi bir tutum alınacaksa bunun yolunun çok açık olduğunu düşünüyorum. Bir üniversiteye yükseköğrenim görmek üzere gelmiş insanların huzur içinde yaşamasını sağlayacak ilkesel bir çerçevenin kurulması. Bunu sağlamlaştıracak olan da o üniversitenin bileşenleri olacaktır.
“22 Aralık'ta yaşananlarla ilgili pek çok şey konuşuldu ve konuşulacaktır ama bunların içinde gözden kaçmaması gereken önemli bir ayrıntı var. Yaz Hocam’ın işaret ettiği üzere gerginlik yaşanırken öğrenciler karşısında özel güvenlik ya da polisi değil bizi buldu.
“Rektör Hoca, Fakülte Dekanları, öğretim üyelerimiz, personelimiz, ÖED ve Eğitim-Sen olarak biz oradaydık. Benim olaydan haberdar olmam bir öğrencimizin dersime gelip ‘Hocam bir mesele var bir bakabilir misiniz?’ demesiyle oldu. Bu kanalları açık tutarak, yüz yüze konuşabildiğimiz sürece her şeyin grileştiği bu ortamda birbirimize sahip çıkmak da mümkün olacaktır diye düşünüyorum.” (BK)
* Damla Büyükonat'ın Plaza Eylem Platformu'nda yayınlanan Türkçe çevirisine buradan ulaşabilirsiniz.