“Proleter devrimleri, sürekli özeleştiri yapar, koşarken hep ara verir, halledilmiş görünene geri dönüp yeniden başlar. (…) Geri dönüşü imkansız kılan durum yaratılana ve bizzat koşullar ‘işte gül haydi danset’ diye seslenene dek.” (Louis Bonaparte’ın On sekiz Brumaire’i, Marks)
Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Parti Manifestosu’nu 21 Şubat 1848 günü yayınladı. Yani komünizmin ilk bildirgesi olan Manifesto’nun 169. yılı… 169 yıl sonra Manifesto’yu yeniden gündeme taşımak, Marksizm’in devamlılığına ve yöntemsel tutarlılığına işaret etmek açısından büyük önem taşıyor. Doğruluğu kanıtlanmış temel önemdeki önermeler dahil, fikri alandaki birikimin devamlılık zincirinde en temel halkaların koparıldığı ve dün bugün arasındaki diyalektiğin yerini yöntemsizliğin aldığı günümüz koşullarında Manifesto’nun önemini güncellemek, aynı zamanda mücadelede doğru bir hat izlemenin de gereğidir.
Bütünlüklü ilk komünist program olarak bilinen Manifesto, aynı zamanda diyalektik ve tarihsel materyalizmin işçi sınıfının politik mücadelesine uyarlanmasıdır. Marks ve Engels, Manifesto öncesinde yaklaşık 4 yıl beraber çalışarak kendi sistemlerini ifade eden ürünler ortaya koydu yani düşünsel bir sistematik oluşturdu. Ve sonuçta Manifesto o sistematik oluşumun üzerine bina edildi.
169 yıl önce, 1848 Şubat Devrimi’nin öngününde iki devrimci, birikimlerini, yetenek ve öngörülerini birleştirerek, sınıfsız topluma giden yolda bir meşale niteliğindeki Manifesto’yu üretti. Aynı zamanda bir önsöz niteliğindeki bu eserle, proletaryanın devrimci dönüşümdeki rolüne dikkat çekildi, sınıf mücadelesi tarihin orta yerine oturtuldu. O artık yaşayan bir metindi. İlk andan itibaren ya yanılgılı ya da konjonktürel olduğunu iddia edenler oldu. Bu bağlamda, Marksizm’i “geçersiz” ilan etme çabalarının Marksizm’in tarihi kadar eski olduğunu söylemek mümkün.
İşçi sınıfının ve sınıflar mücadelesinin sonunu ilan eden kesimlerin “sol”da da yaygınlaştığı günümüzde, neyin ne ifade ettiğinin güncellenmesi önemli bir ihtiyaç haline gelmiş durumda. “Proletaryanın artık kaybedecek şeyleri var” içerikli tartışmalar; ezilen kesimlerin kapsamının giderek arttığı ve insanların emeğini satamadığı, barınamadığı, kentin varoşlarından dahi kovulduğu koşullarda yapılıyor. Sınıf mücadelesine dair birikimin reddi, bu alanın kazandırdığı muhakeme ve bilinçteki derinliğin yitirilmesini de beraberinde getiriyor ve deyim yerindeyse, sistemin üçüncü sınıf ideolojik iddialarına meydan boş bırakılmış oluyor.
Tüm zamanların el kitabı
Manifesto’nun öngördüğü sermayenin merkezileşmesi, yoğunlaşması ve giderek kârı maksimize edebilmek için sömürünün yaygınlaştırılması, bugünkü sistemin de niteliğidir. Yaşanmakta olanlar, krizler dahil, Manifesto’nun bu öngörüleriyle örtüşmektedir. Bu bağlamda, genelde sistemi özelde yaşanmakta olan krizi anlamak için Manifesto, bugünün de rehber kitaplarındandır.
Ezilenler adına kimlik ve amaç tanımını, en özlü biçimde yapan Manifesto, sistemi tanıma konusunda, temel öneme sahip tezleriyle, devrimciler (komünistler) için giderek çap büyüten yanılgı ağına takılmayı önleyen bir rehber olma özelliğini koruyor.
Marx ve Engels, Komünistler Birliği’nin isteği üzerine, çalışma masasında soyut olarak üretilen fikirlerle yetinmez, yaşam içerisinde üretilen ve tanımlanması bir ihtiyaç haline gelen verileri, programatik bir disipline kavuşturur.
Komünist Birliği’nin önceli olan Adiller Birliği’nin Merkez Komitesi tarafından Şubat 1847’de yayınlanan genelgede yer alan “İnsanlık dev adımlarla ilerliyor, bilinç ve onunla birlikte özgürlük isteği yaygınlaşıyor. Bu isteme yanıt vermeli ve insanların, ruhlarının sesine aykırı yasalara boyun eğmemeleri için teşvik etmeliyiz” (s:11, Önsöz yerine Raul Marco) biçimindeki değerlendirme; bugünün toplumlarında, dayatılan esaret ve kanatılan özgürlük özlemleri sebebiyle, çok daha anlamlı ve günceldir.
Aynı genelgede “Toprakların bütün insanların ortak malı olduğu, herkesin çalışmak, yeteneklerine göre üretmek ve gücüne uygun olarak da zevk almak ve ‘tüketmek’ imkanına sahip olduğu bir sistemdir” (a.g.e. s:11) biçiminde özetlenen komünizm; bugünün toplumlarının yaşadığı ruhsal doyumsuzluk ve mutsuzluğun nedenini de çözümü de içeren bir tanımdır.
Bu nedenle komünizm ve ona basamak oluşturabilecek tüm toplumsal projeler, o gün olduğu gibi bugün de “saldırı” niteliği taşıyan pek çok yakıştırma ile muhatap ediliyor. Bu tür saldırıların, doğru tanımlamalarla ve somutlanmış yaşam örnekleriyle aşılması her zaman mümkündür. Devrimcilerin, gelecek toplumun nüvelerini bugünün koşullarında oluşturmak anlamına gelen ve projelerinin uygulanabilirliğine dair inandırıcılığı arttıran faaliyetleri, bu bağlamda önemli bir işleve sahiptir.
Komünistlerin birliğine ve parti içerisinde birleşme gerekliliğine işaret eden Manifesto’nun, Avrupa’da açığa çıkan devrimci dalganın 1848’deki kabarışı ile taşıdığı zamandaşlık, kuşkusuz ki rastlantıdan ibaret değildir. Devrimlerin habercisi olan günlerde böyle bir hazırlığın yapılması, özellikle verili koşulları doğru tanımlamak ve gelişmelerin niteliğini öngörmek açısından, bilimsel sosyalizmin öncülerinin sahip olduğu nitelikleri gösteriyor; ortaya konan eser ise, komünistler için olmazsa olmaz nitelik taşıyan teori ile pratiğin bütünlüğüne ve programatik bir duruşa işaret ediyordu.
Manifesto’nun güncelliği
Manifesto’da tanımlanan ve dünyanın dört bir yanına, sınıf mücadelesinin rehber nitelikleri olarak taşınan idealler, bugün artık, “Komünizm öldü” ayinlerinin düzenleyicileri ile özgürleşme mücadelelerinin ısrarlı taşıyıcıları arasında, daha yaygın ve çeşitli biçimler alan bir kavganın konusu durumundadır. Bu ideallerin gerçekleşme imkânsızlığına işaret eden kanıtlı(!) değerlendirmelere ve koparılan gürültülere rağmen, pek çok coğrafyada somutlanmış ön biçimlerle ve devrimcilerin kendi yaşamlarında hayat bulan örneklerle, söz konusu hedeflerin bugün bile ütopya olmaktan çıkarıldığını söylemek mümkün.
Manifesto, bakış açısındaki bulanıklığın yerini sınıfsal bir bakış açısının alması açısından da önemli bir adımdır. Örneğin “bütün insanlar kardeştir” sloganının yerini “bütün ülkelerin proleterleri bileşin!” sloganı alır.
Komünist Manifesto’nun farklı tarihsel evrelerdeki geçerlilik oranını saptarken izlenecek yol, nerede durulduğu ve bakılan yerde ne görülmek istendiği ile ilişkisiz değildir. Hele ki bugün, değişen koşulların, Manifesto’yu geçersiz kıldığı iddiasında bulunanların durdukları yere özellikle bakılmalıdır.
Kapitalizmin ömrünü uzatacak en güçlü etmenlerden birinin de “yıkılmazlık fikri”ni yaygınlaştırmak olduğunu bilen kapitalist dünya egemenleri için, komünist fikirlerde sürekliliği sakatlamak son derece önemlidir. Bunun için doğrudan saldırıların yanında, tahribatlar yaratmak ve rota bozucu etkilerde bulunmak da burjuvazinin amaçları arasındadır.
Tarihlerinin hiçbir evresinde değişim olgusunu yadsımayan Marksistler için, bugün de değişen pek çok şey vardır. Ancak bunların saptanması, özellikle sınıflar mücadelesinin sürekliliğini zaafa uğratmadan yapılmalıdır.
Mülksüzlerle mülk sahipleri arasındaki orandan teknolojide ve emek üretkenliğinde sağlanan gelişmelere, gerçekleşen sosyalizm ve devrim deneylerinden kaybedilen mevzilere, arada geçen dünya savaşlarından savaşların bugün aldığı biçimlere kadar pek çok gelişme/değişim yaşanmıştır. Hatta sınıfsal uzlaşma ve devrimsiz özgürlük denebilecek eğilim ve duruşlarda da önemli bir artış kaydedildi. Ne var ki burada asıl sorun, değişimin neleri neden geçersiz kılmadığını anlayabilmektir.
Yazarlarının kendisinin “‘Manifesto’, üstünden değişiklik yapmaya artık kendimizde hak görmediğimiz bir tarihsel belgedir” dediği böyle bir eserin; eskimiş, kadük bir hal almış olduğu iddialarının üstünü örtmeye ve görünmez kılmaya çalıştığı şey, gerçekte asıl görünmesi gereken şeydir. Kapitalizm, sınıfları ve sınıflar arasındaki savaşı kaçınılmaz kılan gerçeklerin hiçbirini ortadan kaldırmamış; açlık, yoksulluk, sefalet, savaş ve yıkım kapitalizmin kaçınılmaz özellikleri/sonuçları olarak insanlığı tehdit etmeye devam etmektedir.
Burjuvazinin kendi mezar kazıcılarını ürettiği ve onun yıkılması gibi proletaryanın zaferinin de kaçınılmaz olduğu, Manifesto’nun üzerinde oturduğu ana eksenlerden biridir. Aynı şekilde “Manifesto, Marks ve Engels’le birlikte teorik gelişimi içerisinde olağanüstü nitel bir sıçrama gerçekleştiren düşünce tarihinin ilerleyişinin ürünüdür. Manifesto, sosyalizmi belirsiz bir ölçüde bulanık bir fikirden, bir bilim düzeyine yükselterek, ona kayda değer bir adım attırmıştır.” (Önsöz yerine, Sf:22, Raul Marco, abç) Güncellik, bir yanıyla da bu alternatifin soyuttan somuta taşınabilmesidir. (MY/YY)