Mehmet Yeşiltepe "Sevginin topsullaşmasının, belirsiz bir geleceğin değil bugünün işi olduğu" düşüncesiyle kalemini eline alıp yazdığı makalelerini "Yabancılaş(ma)" başlığı altında bir kitapta topladı. "Devrimcilik anın sosyalizmi"dir şiarıyla yazdığı kitabını anlatırken "genelde sınıflı toplum ilişkilerini özelde kapitalizmi tüm kötülüklerin kaynağı olarak değerlendiriyorum" diyor. böyle diyor ve böyle yaşamak için mücadele ediyor.
Mehmet Yeşiltepe ile içinde "devrim", sevgi", "aşk", "biz" ve "Gezi" geçen bir söyleşi gerçekleştirdik.
Kitabınıza "Yabancılaş(ma)" başlığını koymuşsunuz. Kelimenin bir kısmının parantez içine alındığı durumlarda yorum yaparken hataya düştüğümü hissederim. Başlığın tam olarak meramı nedir? "Ma" eki neden parantez içinde?
Kelimenin bir kısmının parantez içine alınması, klasik yazım kurallarına uymadığı için tartışılabilir. Ama bu artık yaygın bir uygulama halini de almış durumda. Genellikle bu tür kelimeler parantezli ve parantezsiz olarak okunur; yani iki anlamı bir arada taşır. Parantezsiz hali kitabın da yoğunlukla işlediği “yabancılaşma”dır. Parantez içindeki “ma” eki ise kelimeyi bir çeşit çağrıya dönüştürüyor; “Yabancılaşmayın” diyor.
Başlığın her iki durumda meramı, bugünün koşullarında etkilerini çok daha güçlü ve ağır biçimde hissettiğimiz kapitalizmin bozucu, dağıtıcı etkilerine dikkat çekmektir.
Kaynağını ve sebeplerini doğru okumak açısından yabancılaşmayı, sınıflı toplumla, kapitalizmin bozucu-dağıtıcı etkisiyle ilinti içinde düşünmekte yarar vardır. Aynı zamanda “hafızasızlık” demek olan yabancılaşmayla beraber bugüne kadar insanlığı ileriye taşıyan birikim yok sayılır, devamlılıkla bağ kopar, anı kurtaran palyatif çözümler öne çıkar. Bir şeyin aslı, yerini sahtesine bırakır; parça bütünün, birey toplumun, biçim özün önüne geçer. Bireysel fayda ortak, toplumsal faydayı baskılar. Toplum-birey ilişkisi bir sermaye-pazar ilişkisine döner. Kişi, toplumsallığı, dağarcığında neyi varsa onu pazarlayacağı bir pazar gibi görür. Kolektif davranışın, komünal yaşamın yerini meta-mülkiyet ilişkileri alır.
Yabancılaşmayı ne kadar doğru tanımlar, görünür ve anlaşılır kılarsak, mücadele etmede ve alternatif oluşturmada o denli başarılı olabiliriz diye düşünüyorum.
bianet'te yayınladığımız "devrim ve aşk" temalı yazıları kitaba almışsınız. Aşk teması yabancılaşma bağlamında sizin için neden önemli?
Aşkı, kadın-erkek arasındaki “ikili” ilişkide yaşanan paylaşımla sınırlı görenler, toplumsallaşmış tanımları zorlama, abartılı olarak değerlendirebilir veya tersine, aşkı salt toplumsallıkla ilişkilendirenler “ikili” ilişkiyi hafife alır, küçümser. Halbuki aşk, bir devrimcilik niteliğidir. Bu konuda özel ile genel, yani bireysel olanla toplumsal olan birbirini yadsıyacak şekilde değil tamamlayacak şekilde ilişkilendirilmelidir.
Mehmet Yeşiltepe kimdir?1960 yılında Antakya'da dünyaya geldi. Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi mezunu. Bir süre elektrik mühendisi olarak çalıştı. 2009'da Devrimci Karargah davası kapsamında tutuklu yargılandı ve 2014'te beraat etti. Halen çeşitli gazete ve dergilerde yazıyor. Kadın Sevgi Özgürlük (2015), Direniş ve Umut Odağı Haziran (2015) adlı kitapları yayınlandı. |
Benim sevdiğim, önemsediğim bir tanımla “aşk, kişinin kendi dışına taşmasıdır.” Birey-toplum, özel-genel diyalektiği kurulabildiğinde ben, sevgilinin toplum, toplumun sevgili anlamına gelebileceğini, örneğin sevgilinin kazanacağı toplumsal anlamlar itibariyle “bedenleşmiş Küba”ya dönüşebileceğini, Küba’nın ise “toplumsal sevgili” olarak tanımlanabileceğini düşünüyorum.
1968 isyanında öne çıkan sloganlardan biri de “Birini ve herkesi sevin” biçimindeydi. Marx’ın tanımladığı gibi aşk bir tutumdur bir kişilik yapısıdır ve hatta bence bir yaşam biçimidir. Marx’ın uyardığı gibi “Kişi sadece bir kişiyi seviyor ve başka her şeye kayıtsız kalıyorsa sevgisi sevgi değil, genişletilmiş bencilliktir.”
Eğer yabancılaşma, insana dair kazanımların, değerlerin erozyona uğraması ise bunun panzehiri sevgidir, aşktır, bireysel duvarların toplumsallaşma yönünde aşılmasıdır.
Ben, genelde sınıflı toplum ilişkilerini özelde kapitalizmi tüm kötülüklerin kaynağı olarak değerlendiriyorum. Ve bunun sebep olduğu toplumsal bozulmanın sevgisizlik olarak özetlenebileceğini düşünüyorum. Tam da buna bağlı olarak alternatifin sevgiyle ifade edilmesinin ve sosyalizmin “sevginin toplumsallaşması” olarak tanımlanmasının doğru ve gerekli olduğuna inanıyorum.
Goethe, “insanoğlunun içinde yaşayabileceği tek iklim” diye tanımlar sevgiyi. Bu bağlamda bugün ekonomi eksenli tanımlamalarla yetinmeyip daha güncel, insanların yüreğine seslenen sosyalizm/alternatif tanımlamaları yapmak, anlaşılmayı ve toplumsal desteği artıracaktır.
Kısacası, “ben”in “biz”i baskıladığı, dayanışmanın yerini bencilliğin aldığı kişinin kabuğunu kalınlaştırdığı ve bu kabuğun içinde hapsolduğu koşullarda, insanın kendi dışına taşması demek olan sevgi, itiraz için en uygun/gerçekçi zemindir.
"Çok siyaset yaptık biraz da düş kuralım"
Konu “biz”e gelmişken... Kitapta son yıllarda kitlesel olarak kendimizi “biz” olarak hissettiğimiz Gezi Direnişine atıflar dikkat çekiyor. Gezi'nin bir alternatif arayışı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Eğer öyleyse Gezi'nin önerdiği alternatif neydi sizce?
Lenin “Umutsuzluk, kötülüğün nedenlerini kavrayamayan, bir çıkış yolu bulamayan ve mücadele etmede aciz kalan kimselerin karakteristiğidir” der. Bu bağlamda bir çıkış yolu bulmak anlamında alternatif oluşturmak büyük önem taşıyor.
Evet, ben Gezi’nin bir yanıyla da alternatif arayışı olduğunu düşünüyorum. Sürekliliği sağlanamamış, kalıcılaştırılamamış da olsa komünle ifadesini bulan sonra da forumlarla ve meclislerle somutlanan alternatif arayışı, bize insanlığın binlerce yıllık alternatif arayışının boşuna gitmediğini göstermiş, alternatif uzun bir aradan sonra soyuttan somuta taşınmıştır.
Ernst Bloch ütopyayı “umudun politikleşme biçimi” olarak tanımlar. Dünden bugüne insanlığın geleceğe dair tasarımları, kurduğu düşler alternatif arayışında da bir birikim yaratmıştır. Bu birikimde Spartaküs’ün Güneş Ülkesi’nin de Paris Komünü’nün de rolü vardır.
Lenin, “Çok siyaset yaptık biraz da düş kuralım” der; gerçekte bu, alternatife işaret eden bir vurgudur. Bunun için deneyimlerle yetinmemek, halka gitmek, itirazda da alternatifte de halkın bizzat katılımını sağlamak, gelecek tasarımında nerede ve nasıl iz sürmek gerektiğine dair yöntemsel anlamda bir ipucudur.
Gezi’nin önerdiği alternatifte, birleşik mücadele üzerine oturan ve “başka bir dünya mümkün” diyen bir gelecek tasavvuru var. Muhalefetin parçalı olduğu ve hiçbir dinamiğin tek başına demokratikleşme sorunlarını çözemeyeceği gerçekliği, bir dönemin siyaset tarzına fiilen yapılmış bu müdahaleyi özellikle anlamlı kılıyor.
"Bu daha başlangıç"
Baskın seçim kararı alındı ve yine bir seçim sürecindeyiz. Kitabı seçim kararı alındıktan sonra yayınlıyor olsaydınız değiştireceğiniz bir yeri ya da ekleyeceğiniz bir başlık olur muydu?
Ben bu soruyu da alternatifle ilişkilendiriyorum. Bugün artık burjuva siyaset tarzının bir döneminin sonuna gelindiği, artık egemen sınıfların devletin görece özerkliğine, biçimsel boyutta da olsa kuvvetler ayrılığına veya halkın taleplerinin parlamentoya sınırlı boyutta da olsa yansımasına tahammülünün kalmadığını görüyoruz. Dünya ölçeğinde devam eden hegemonya ve paylaşım savaşımının geldiği aşamada başkanlık, tekelleşmenin ve siyasal gericiliğin ülke özelindeki izdüşümüdür. “Tüm iktidar tekellere” anlayışıyla hareket edildiği bu koşullarda “tüm iktidar halka” veya “üretenler yönetecek” başlıklarının içeriği ile beraber öne çıkarılmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
Saray rejimine “dur/tamam” denilmesi bağlamında ülkede muhalif kesimler önemli bir sınavdan geçiyor. Ancak 24 Haziran’da sonuç ne olursa olsun mücadelenin 25 Haziran’a veya 9 Temmuz’a uzanan boyutları olacak, Gezi diliyle söylersek “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” denilmesi gerekecektir. (HK)
Künye:
Yabancılaş(ma) - Mehmet Yeşilte, Adalı Yayınları, Nisan 2018, 182 s.