Haberin İngilizcesi için tıklayın
“İrademin iyimserliği ile hareket etmeye çalışıyorum” diyor.
“Tehlikeli konularda yazma” diyenlere de “Hayatımın şiirinden vazgeçmem” diye yanıt veriyor.
Sosyolog akademisyen Pınar Selek…
Her bir kelimesi heyecanla çıkıyor ağzından. Dinlerken, ülkesinden ayrılmak zorunda bırakılmış bir kadından daha çok, yeryüzünün tüm dertlerini kendisine mücadele alanı olarak seçmiş bir kadını dinler gibi oluyorum.
O anlattıkça, suçsuzluğunu kanıtlayan dört beraat kararı bozulduğu için yeniden yargılanacak bir kadını değil de “yargılayacak” bir kadını dinliyorum sanki.
Üstelik bu adaletsiz “yargılanmanın” yargılaması sadece onunla özdeş değil. Pınar’ın arkadaşları, “masumluğuna tanığız” diyen Fransa’dan meslektaşları ve hak savunucuları da 31 Mart'ta Cuma günü Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi’nde olacak.
Şimdilerde Fransa'da yaşayan Selek, duruşma öncesinde bianet’e konuştu: "Benim iki ülkem var şimdi. Bir gün, Türkiye'ye döneceğim, belki ama burayla da bağım kalacak. Bir köprüyüm. Kendi davamı, adalet için mücadele edenlerin tarihi mekanında, Paris'te İnsan Hakları Derneği'nde izleyeceğim..."
“İrademin iyimserliği ile hareket etmeye çalışıyorum”
Ülkeyi terk etmek zorunda kaldınız. Sevdiklerinizden ailenizden ayrıldınız, ne hissediyorsunuz?
Ne olmuştu?Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 1998'de Mısır Çarşısı'nda 7 kişinin öldüğü, 127 kişinin de yaralandığı patlamaya ilişkin davada, sanıklar sosyolog Pınar Selek ve Abdülmecit Öztürk hakkında verilen beraat kararlarını Haziran 2022'de bozdu. Hakkında verilen beraat kararı bozulan Pınar Selek BBC Türkçe'ye yazılı bir açıklama yolladı ve "Bu kararın hukukla hiçbir ilgisi yoktur. Bu haksızlığa karşı sonuna kadar mücadele edeceğim, edeceğiz" dedi. 1998'den beri süren davanın detayları, kronolojisi, bilirkişi raporları ve beraat kararlarıyla ilgili detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. |
Son günlerde ne hissettiğimi fazla düşünmemeye çalışıyorum. Bunun nedeni de şu ve hep tekrarladığım bir şey. Siyaset bilimci Antonio Gramsci, diyor ya “Aklımın karamsarlığıyla, irademin iyimserliğini birleştirmek lazım” diye. Son bir iki haftadır, aklımı durdurdum. Sadece irademin iyimserliği ile hareket etmeye çalışıyorum. Elbette bu da kolay değil.
Yırtılma oluyor, kopuş ama aynı zamanda akıl sadece karamsarlık da vermiyor. Akıl aynı zamanda, kendi durumumu, toplumsal bir perspektifte analiz etmemi sağlıyor.
“Cezaevinde beni saran insanlar vardı”
Nasıl yani, bu durumu biraz daha açar mısınız?
Mesela, cezaevine ilk atıldığım zaman, koğuş sistemi olduğu için yani şimdiki gibi hücre sistemi olmadığı için çok şanslıydım. Ayrıca, ağır işkenceden çıkmıştım. Hiçbir tarafımı kıpırdatamıyordum. Birdenbire böyle atılınca cezaevine, çevremde beni saran bir sürü insanla karşılaştım.
Her birinin başka işkence hikayesi vardı. Bir müddet sonra, sen kendinle değil başkalarının acılarıyla ilgileniyor oluyorsun.
Kendinin aslında kocaman bir tablo içinde küçücük bir nokta olduğunu görüyorsun. Ve bu çok kolaylaştırıyor maalesef. Başkasının acısı, senin acını kolaylaştırmıyor tabii ki ama kendi acının analizini yapabiliyorsun.
“Çok kanadı içim…”
Sadece sizin hak ihlaline uğramadığınızı anlıyorsunuz…
Yurt dışına gitmek zorunda kaldığımda, sevdiklerimden "yırtıldığım" zaman diyeyim… Bu, “yırtılmak” sözü lafı önemli çünkü, yani bir parça da orada kalıyor.
Ve mekanla kurduğun ilişkide de öyle. Sen mekanla da ürettikçe, mekanda yaşadıkça, yaşam demek üretmek demek zaten, yaşadıkça mekan da biraz sen oluyor. Sen de biraz mekan oluyorsun.
Çok sevdiğin bir insan öldüğü zaman da öyle onun bir parçası sende kalıyor. İster istemez, sen biraz o oluyorsun, o sen oluyor. Yani hayvanlarla ilişkide de öyle, insanlarla da öyle, mekanla da öyle. Dolayısıyla da ilk gidişimde, o ilk yırtılmada çok kanadı içim.
“Sınırların benim için bir anlamı yok”
Ne hissettiğiniz ilk gittiğinizde?
İstanbul, sevdiklerim benimle birlikte yolculuk etti. Bir de şöyle bir şey var.
Ben anti - militaristim. Anti-militarist olmanın getirdiği bir şey de var. Anti milliyetçisin. Antimilitarism doğrudan doğruya anti milliyetçiliğe bağlı. O ulusal sınırların, hangi ortamda çizildiği noktasında, benim için hiçbir kutsal bir anlamı yok. Sınırların hangi tarafında olduğunun önemi yok.
“İnadına Türkiye'den kopmadım”
Nasıl yani?
Sadece bazı mekanlara alışık olma durumu var. Türkiye'de nasıl yaşayacağım bilgisine sahiptim. Kodları biliyordum. Nasıl hareket edeceğimi biliyordum.
Dolayısıyla böyle bir sıkıntı yaşadım, her anlamda bir aktivist olmak ya da mücadeleci olmak bana bazı bedeller ödetti.
Fakat aynı zamanda onun kazanımları da oldu. Çünkü ben yurt dışına çıkar çıkmaz, Türkiye’deki tüm arkadaşlarım feminist, LGBT, antimilitarist, anarşist, Kürt, Ermeni, herkes dışarıdakilere, “Pınar'ı yalnız bırakmayın” diye çağrı yaptı. Ben birdenbire bir dünya insanın dayanışmasının içine düştüm.
Benim zaten şöyle bir bakış açım vardı. Türkiye'de yeni gelişen toplumsal hareketlerin içinde şekillendiğim için onun bana katkısı bu oldu.
Çünkü ben 1980 sonrası, feminist hareketin öncü olduğu, daha sonra LGBTİ, anarşist otonom bir sürü hareketin içinde olduğu yeni bir toplumsal dalganın içinde şekillendim.
Ve bu toplumsal dalganın öğretilerinden biri benim açımdan, iktidar ilişkileri arasında ya da sorunlar arasında hiyerarşi yapmamak.
Ben de tamam Türkiye'deki sorunları çok daha fazla biliyordum. Fakat biraz daha uzaklaşınca sınır bile demiyorum, başka bir mekana gidince aman benim sorunum öbüründen daha önemli falan gibi bir şeye girmedim.
“Buradaki mücadelem de radikal”
Tabii bu işin şiddet boyutunu azaltmıyor. Uğradığın şiddet, yırtılma var. Orada inadına Türkiye'den kopmamak için elimden geleni yaptım. Arkadaşlarla ilişki kurdum, yazılar, kitaplar hep devam etti.
Bir de buradaki önemli gazetelere sürekli Türkiye'deki olup bitenleri, cezaevinde olanları yazdım. Ama onu da kolaylaştıran benim buradaki mücadelelerde aktif olmamdı.
Bir şekilde buradaki egemen buradaki sistem, sana şunu söylüyor. Şu mesajı veriyor. “Sen burada kaldığında Sadece Türkiye'yle ilgili sorunlara dair konuşursan kabul ederiz seni. Buranın sorularına sahip çıkarsan, sorunlar başlar.”
Gerçekten çok ciddi sıkıntılar da yaşadım burada. Çünkü buradaki mücadelem oldukça radikal. Feminist hareket dışında bir de Türkiye’deki sorunları burada gündeme getirmek dışında başka mücadelelerim de var.
“Hakiki ilişkiler iktidardan çok daha güçlü”
Evet bize biraz oradaki Fransa'daki yaşantınızdan söz eder misiniz?
Birincisi Avrupa sınır ve göç meselesi ve bu çok önemli.
İkincisi de neoliberalizmin bütün müdahaleleri, özellikle yaşam alanlarına yönelik müdahaleleri. Mücadelelerin karşısında korkunç bir polis şiddeti var. Bu hareketlerin içindeyim. “Cümbüşçü Karıncalar” kitabımda anlattığım konular bunlar.
Bu arada, şu mesajları çok alıyorum: “Pınar dikkatli ol.” O zamanki editörüm beni aradı, “Ne yazıyorsun” dedi. “Hayır, bunlar çok tehlikeli şeyler” dedi. “Senin Türkiye'yle ilgili bir kitap yazman lazım” dedi. “Bu sizin ne haddinize” dedim. O an çok öfkelendim. Benim mücadele alanlarım bunlar.
Hayatımın şiiri kaybolmasın istedim. “Direnişimin şiiri kaybolmasın bunları yazacağım, ne olursa olsun” dedim. Bir yanımla, ben bir şiir militanıyım.
Ayrıca bir de şiir aktivistiyim. Bu şu demek, seçtiğim yolda, yaptığım yerde yazdığım yazıda, şiir kaybolursa hiçbir şey yani taktikler başlarsa olmaz. Kaybolursunuz.
Hakikaten bir şeye girmek yani hakikaten inanarak yapmak çok hakiki ilişkiler geliştiriyor. Çok hakiki ilişkiler geliştiriyor ve o hakiki ilişkiler, iktidardan çok çok daha güçlü oluyor.
İktidar hakiki ilişkilerle başa çıkamıyor. Yani siyasi partileri kapatabiliyor. Bir sürü şeyleri yapabiliyor ama hakiki bağları denetleyemiyor. Onun alanına giremiyor. Sen başka bir alan yaratıyorsun.
Mesela şu anda Türkiye'de yeni kuşağın bana gönderdiği yüzlerce, binlerce mesaj okuyorum, hepsi bana güç veriyor. Oradayken de kurduğum bağ çok güçlüydü, çok derindi. Çok hakikiydi. Halen daha hakiki.
“Dayanışma çok hızlı gelişti”
Peki beraatin bozulması kararı size nasıl etkiledi?
Burada da bu mücadelelerin içine girmem dava tarihi belli olunca, doğalında dayanışma komiteleri kurulmasını sağladı. Farklı kentlerde, ülkelerde insanlar benim etrafımda birleşiyor. Herkes çok memnun bu bağlardan. Ve Türkiye'ye birden bire yüz civarında insan bilet aldı. Hani ben bunları düşünmedim. Ama o kadar hızlı oldu ki.
Belki çok klasik bir soru ama yıllardır ülkeye gelmeyen bir insana sormak da istiyorum. Buraya gelseniz ilk nereye giderdiniz?
Kadıköy'e. Kadıköy'de bir simit alırdım ve çay içerdim. Kadıköy rıhtımda olurdum…
“Mücadelelerin izini sürerek buraya geldim”
Peki oradaki hayatınız, günleriniz nasıl geçiyor?
Burası çok enteresan bir yer 1860’ta Fransız oluyor, öncesinde İtalyan. Ve çok ciddi toplumsal bir tarihi olan bir yer. Bir sürü açıdan ve daha sonra işgal ediliyor tabii zenginler tarafından.
İş nedeniyle yaşamaya başladım ve en sonunda artık belli bir zamanda çalıştığım için “tamam burada kalayım” dedim. Toplumsal mücadeleleri olduğu için burada çok ciddi bir toplumsal alan içine girdim.
O sırada üniversitede bir iş alanı açıldı. Başvurdum, kabul edildim. Ben buraya iş için gelmedim. İşçilerin, mücadelelerin izini sürerek geldim diyeyim.
Burası sınır bölgesi ve sadece İtalya ve Fransa arasında değil aynı zamanda Avrupa'ya göç eden yani bütün o göç sorununun merkezi. Büyük göçlerin giriş mekanı. Ve çok çok çok fazla kadın var. Onlar çok görünmezler. Her gün inanılmaz bir şey ve çok ölü var, çok çok fazla şiddet var.
Avrupa politikaları gittikçe artıyor. Burası onun laboratuvarı. Ve üniversitede sosyoloji bölümündeyim ve gerçekten acayip bir ekibimiz var. Herkes sosyolojinin eleştirel sosyoloji tarafında.
Sadece tabii araştırmıyorum aynı zamanda bu mücadelenin içindeyim, 2021’de bu konuda büyük eylemler düzenledik. Mülteci kadınlar hikayelerini değil, taleplerini anlattı.
Devlet Pınar Selek’in ne yapmak istediğini anlamadı diye düşünüyorum…
Ben öyle düşünmüyorum. Bence çok bilinçli bir tutum çok normal aslında. Şaşırtıcı bir şey de değil.
Çünkü benim içinde bulunduğum çoklu mücadeleler ve bu mücadele arasında, 20 yılda gelişen yakınlaşmalar, karşılıklı alışverişler ve bunun yarattığı dönüştürücü etkilerin ben bir parçasıyım ve sadece ben değilim mağduru.
Yani cezaevindeki arkadaşlarımızı düşünün. Çiğdem Mater’den tuttun Mücella'ya Osman Kavala'ya kadar. Ondan sonra Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel… Cezaevinde çok çok fazla insan, çok fazla Kürt kadın var.
Ben hedeflerden sadece biriyim. Ama bu mahkemenin bu kadar sürmesinin tek nedeni ben değilim. Yani ben önemli bir nedeniyim.
31 Mart Cuma günü, Çağlayan’daki davanızı nasıl takip edeceksiniz?
Dava günü, Paris'te İnsan Hakları Derneği'nin merkezinde olacağım. Muhtemelen anlık takip edeceğim.
İnsan Hakları Derneği Fransa'da çok önemli bir yeri var. Dreyfus davasının, karşı mücadelenin öncüsü bir insan hakları derneği. Bugünkü cumhuriyeti kuran öğe olarak tanımlanıyor.
Burada mesela Cumhurbaşkanı seçilir seçilmez onlarla görüşmek zorunda. Bir nevi cumhuriyetin bekçileri gibi demokrasinin, hukuk devletinin bekçileri gibi görünüyorlar.
Girdiğin anda İnsan Hakları Derneği'ne Fransa’yı Fransa yapan Emile Zola’nın ve Dreyfus’un fotoğrafları var. Fransa'nın da çok eksikleri var elbette hukuk devleti açısından.
Şimdi ben orada olacağım. Ve orada olmanın da önemi şurada. Bütün dayanışmacılar oraya gelecek. Oradan Türkiye’yele bağlantı yapacağım ve iki mücadeleyi de birleştirmiş olacağım.
Çünkü benim iki ülkem var şimdi. Evet bir gün, Türkiye'ye döneceğim. Belki ama burayla da bağım kalacak. Dolayısıyla ben bir köprüyüm. Kendi davamı adalet için mücadele edenlerin tarihi mekanında izleyeceğim.
Aynı zamanda büyük bir dayanışma örneği olacak orada. Müthiş bir ortaklık ve dayanışma örneği olacak. Her ne olursa olsun, geride gülümsememiz kalacak her şeye rağmen.
TIKLAYIN - Pınar Selek Kimdir?
(EMK)