Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, daha önce Anayasa Mahkemesi’ne amicus curiae sıfatıyla sunduğu hukuki görüşü “Zorla Kaybetmeler Hakkında Amicus Curiae Raporu” adıyla yayımladı. Sunulan rapor, Anayasa Mahkemesi’nin halihazırda değerlendirmekte olduğu 1992 yılında zorla kaybedilen Hasan Gülünay dosyası hakkında.
1 Kasım 2014 tarihinde, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Anayasal Haklar ve İnsan Hakları için Avrupa Merkezi (European Center for Constitutional and Human Rights) ve İnsan Hakları Ortak Platformu bileşenlerinden İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, İnsan Hakları Araştırmaları Derneği ve Helsinki Yurttaşlar Derneği ortak imzaladıkları bir metin ile, Hasan Gülünay’ın 1992 yılında zorla kaybedilmesi ile ilgili Mahkeme’nin yapması gereken değerlendirmeye dair hukuki görüşlerini iletmiş, Mahkeme de metni değerlendirmek üzere kabul etmişti.
8 Nisan 2013 tarihinde yapılan bireysel başvuru hakkında karar henüz açıklanmadı.
Latince bir hukuk terimi olan amicus curiae, bir davanın tarafı olmadan mahkemeye karara dayanak teşkil edecek bilgiler sunan kişi veya kuruluş anlamına gelir.
Amicus curiae, verilecek kararın yaratacağı geniş hukuki ve sosyal etkileri mahkemeye iletir, endişeleri dile getirir; karardan etkilenebilecek olan kişilerin sesini duyurabileceği bir müdahale aracı işlevi görür.
Mahkemeyi daha geniş, daha kapsamlı ve daha doğru bir yasal çerçevede karar vermeye teşvik eder. Alternatif hukuki argümanlar sunarak içtihat geliştirmeyi amaçlar.
Bu rapor, dünyada çatışma, politik şiddet veya otoriter rejimlerin hüküm sürdüğü hemen hemen tüm bölgelerde, genellikle siyasi muhalefeti bastırmaya yönelik uygulanan bir yöntem olan zorla kaybetme suçuna dair Mahkeme’ye bilgi verir.
Zorla kaybetmelere karşı yükseltilen hakikat ve adalet mücadelesi sonucu oluşan ve gelişmeye devam eden doktrin ve içtihatı Mahkeme’ye aktarmakta ve bunların Türkiye hukukuna taşınması için Mahkeme’yi teşvik eder.
Bu çerçevede raporda belirtilen hususlar şöyle:
* Zorla kaybetme suçu, 12 Eylül 1980 askeri darbesi sonrası dönemde Türkiye’de insanlığa karşı suç oluşturacak biçimde, yaygın veya sistematik bir saldırının bir parçası olarak devlet politikası dâhilinde işlendi,
* Zorla kaybetmeler hakkında yürütülen hukuki süreçler birbirine benzer bir seyir izledi ve Hasan Gülünay’ın zorla kaybedilmesine dair yürütülen soruşturma bunun bir örneğini oluşturdu,
* Savcılık makamları yapılan şikayetler karşısında uzun süre hareketsiz kalarak soruşturmaları sürüncemede bıraktı, kaybedilenlerin akıbetini ortaya çıkaracak ve sorumluları tespit ederek cezalandırılmalarını sağlayacak nitelikte etkili bir soruşturma yürütmedi,
* Uluslararası hukuk uyarınca zamanaşımı uygulanmaması gerekmesine rağmen, Ceza Kanunu’nda zorla kaybetme suçu tanımlanmamış olduğundan dolayı öldürme suçuna başvurularak, 20 yıllık zamanaşımı süresi işletildi,
* Suç tarihinden bu yana geçen zaman göz önüne alındığında, soruşturmaların büyük bir kısmı zamanaşımına uğradı veya uğrama riskiyle karşı karşıya,
* Yargı makamlarının bu tutumunun, devletin ulusal ve uluslararası hukuk normlarından kaynaklanan yükümlülüklerine aykırılık teşkil etmekte,
* İç hukuktaki durumun aksine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, zorla kaybetmelerle ilgili yapılan birçok başvuruda Türkiye’nin özellikle etkili bir soruşturma yürütmeyerek yaşam hakkını ve kaybedilen kişinin akıbeti hakkında kayıp yakınlarına bilgi vermeyerek işkence yasağını ihlal ettiğine karar verdi,
* Hem kayıp yakınlarının hem de tüm toplumun zorla kaybedilenlerin akıbetinin, zorla kaybetmeye yol açan koşulların ve olguların ve faillerin kimliklerinin ortaya çıkarılmasını içeren hakikat hakkına sahiptir; bu hak özellikle Latin Amerika mahkemeleri olmak üzere ulusal ve uluslararası birçok hukuk sisteminde tanınmıştır,
* Soğuk Savaş sonrası dönemde sivil ve askeri diktatörlüklerin yoğun bir şekilde zorla kaybetme suçu işlediği Latin Amerika’da ilk ve ikinci derece mahkemeler ile Amerikalılar Arası İnsan Hakları Mahkemesi’nin konuya ilişkin oluşturduğu içtihat, Türkiye’deki yargılamalar için bir rehber niteliği taşımaktadır,
* Latin Amerika mahkemelerinin, özellikle, zorla kaybetme suçunun insanlığa karşı suç tanımı içerisinde kabul edilmese dahi tüm ülkelerin iç hukuklarında bulunan kaçırma ve alıkoyma suçlarının kesintisiz, yani devam eden hali olduğu ve kesinti gerçekleşmeden de zamanaşımının işlemeyeceği yorumunun iç hukuk sistemimizde uygulama alanı bulabilecektir. (AS)