Geride bıraktığım 30 yıla yakın sanat hayatımda icra ettiğim şarkılara baktığımda pek çoğunun gerçek bir öyküye dayandığını gördüm. Bu şarkılarımdan birçoğuna yazdığı sözlerle hayat veren sevgili Yusuf Hayaloğlu da, sanat hayatımın gerçek bir kahramanıydı.
Sesimle halkıma ulaştırdığım onlarca şarkımın altında sevgili Yusuf Hayaloğlu'nun imzası vardı.
Sevgili Yusuf, Ahmet Kaya ile başladığı sanat yolculuğuna 1987 de beni de dâhil etmiş ve bu yolculuk yeni sözler, besteler ve ortak paylaşımlarla renkli ve bir o kadarda heyecanlı bir anlam kazanmıştı.
20 yıl boyunca ortaklaştığımız en temel konuların başında hiç şüphesiz Dersim ve Dersim duyarlılığı geliyordu.
1985 yılıydı...
Tam bir yıl önce 3 Mart 2009 yılında, dünyanın birçok ülkesinde "Müzik Özgürlüğü günü" nedeniyle etkinliklerin yapıldığı bir günde yitirdik sevgili Yusuf'u. Bu can dostumun ölüm haberini aldığımda, İsveç'in Stockholm kentinde "Müzik Özgürlüğü Günü" konulu bir panelde konuşmacıydım.
O an orada bulunan insanlara sevgili Ahmet Kaya'dan sonra Yusuf'u yitirmenin benim için ne anlama geldiğini anlattım. Onun sözlerini yazdığı şarkılarımdan birini paylaştım. İşte o ölümsüz şarkılarımdan biri olan "Vuruldu" isimli şarkımın nasıl ortaya çıktığını sizlerle paylaşmak istiyorum bu yazıda.
Hiç unutmuyorum, 1985 yılıydı. Almanya'dan ülkeye döndüğümde doğruca Dersim'e gitmiş, orada epey bir zaman geçirmiştim. Zamanımın tamamı ilçelerde, köylerde hatta dağlarda geçmişti. Bir süre sonra İstanbul'a döndüm.
Burada yapmak istediğim, Almanya ve Dersim'de biriktirmiş olduğum şarkıları bir kasete dönüştürmekti. Nitekim uzun ve zorlu bir mücadelenin ardından "Vurgunum Hasretine" adlı kasetim çıktı ve kısa sürede sevgili Ahmet Kaya'dan sonra bilinen ve dinlenen devrimci sanatçılardan biri olmuştum..
Bu kasetin ertesinde tanıştığım kişilerden biri sevgili Yusuf Hayaloğluydu. Yusuf'la ilk karşılaştığımız andan itibaren görüşmeye başladık ve hem hemşeri oluşumuz hem de aynı siyasal gelenekten geliyor olmamız bizi birbirimize yakınlaştırmış ve çok kısa zamanda dost olmuştuk. Bu tanışıklık giderek birlikte çalışmayı da beraberinde getirmişti.
Yusuf'un İstinye'nin arka mahallelerinden birinde iki odalı bir evi vardı. Zamanımızın büyük bir bölümünü burada geçiriyor, Yusuf söz yazıyor, ben besteliyordum. Kitap ve yerli-yabancı kasetlerle dolu olan bu ev ben, Yusuf ve Ahmet Kaya için "şarkı üretim merkezi" gibiydi adeta. Çok çalışıyor, çok yoruluyorduk ama akşamları İstinye sahilindeki balıkçılarda ekmek arası balık yemek bize çok keyif veriyor ve dinlendiriyordu.
Öyle anlar olurdu ki
Bu evde sabahlara kadar sohbet ettiğimiz geceleri hatırlıyorum. Uzun ve derin sohbetlerimizin konusu genelde geçmiş siyasi konular ve olaylar olurdu. Her birimizin yaşamış olduğu yüzlerce anı orda dile getirilir ve anılar Yusuf'un kaleminde söze dönüşür, benle Ahmet'in bağlamasında dile gelirdi.
Öyle anlar olurdu ki Ahmet'le kıran kırana bir yarış yaşardık. Bu türü durumlarda sevgili Yusuf araya girer ve hangimizin bestesi çok daha uyumluysa onda karar kılardı.
Müthiş bir heyecandı bu. Ve ben bu heyecanı her hatırladığımda tekrar tekrar yaşıyorum. Ancak bazı şarkıların ortaya çıkışı heyecandan çok derin acılara boğuyordu bizi. Mesela "Vuruldu" da bunlardan biriydi.
Yanılmıyorsam 1987'iydi. Bölgede savaş giderek yoğunlaşıyor ve her gün ölü ve yaralı haberleri geliyordu. Bu haberlerin yarattığı üzüntü arasında biz çalışmaya devam ediyorduk. O gün sevgili Yusuf'la birlikte aynı evdeydik. Zaten o evin dışında zaman harcadığımız çok fazla başka bir ortamımız yok gibiydi.
Günün ilerleyen saatlerinde sevgili Can'ın eve getirdiği gazetelere bakıyorduk. Gazetenin birinin ön sayfasında Dersim-Ovacık'ta yaşanan bir çatışmanın haberi vardı. Haberde on gerillanın öldüğü iddia ediliyordu ve yanında bir fotoğraf duruyordu.
Vurulan o kadın, iki gözümün nuruydu...
Haberi üzülerek okuduktan sonra gözlerim bir süre öylece boşluğa bakakaldı. Neden sonra kendime geldiğimde aslında fotoğrafa bakmakta olduğumu ancak fotoğrafta ne olduğuna bakmadığımı fark ettim. Bir süre sonra fotoğrafta ne olduğunu görmek için baktığımda ise, gözlerime inanamadım:
Genç bir kadın vurulmuş, kanlar içinde karın üzerinde, boylu boyunca yatıyordu. Ve silahı başucunda duran bu genç kadın, benim yakından tanıdığım, bildiğim, iki gözümün nuru "o kadın"dan başkası değildi. Onunla birlikte vurulanların çoğu da yine Dersim ve Avrupa'dan tanıdıklarım, arkadaşlarımdı...
O gün, o fotoğrafa baktıkça ağlıyor, haberi okudukça öfkeleniyordum. Yusuf'la birbirimizi teselli etmeye çalışıyorduk. Çünkü Fotoğrafın benim için ne anlama geldiğini Yusuf'a anlatıyordum. Yusuf bu "hikâyemi" dinledikçe o da gözyaşlarını tutamıyordu.
Bunun hüznü ve etkisiyle...
Bu durum saatlerce sürüp gitti... Gün akşama döndüğünde, Yusuf önüme bir kâğıt koydu. Kâğıttaki sözler, bir kaç saat önce gördüğüm ve bir daha bakamadığım o resmi tüm "sıcaklığı"yla bana tekrar yaşattı.
Ve ben bunun hüznü ve etkisiyle Yusuf'un sözlerini besteledim, şarkıyı okudukça evin içinde yankılanan ezgi Yusuf'un sevgili eşi Mine ve çocukları dâhil olmak üzere herkesi gözyaşlarına boğdu.
Ve o günün akşamı Ümraniye'de bir düğün salonunda konserim vardı. Ben o halimle konsere gidip gitmeme arasında kararsızlık yaşarken, bir anda kendimi, Ümraniye'de bir salonda, bir kaç saat önce bestelediğim o şarkıyı okurken buldum: "Vuruldu ciğer parem, kanlar içinde..."
Sonra, o günlerde tüm çalışmalarını tamamlayıp dinleyiciye sunmaya hazır hale getirdiğimiz kaseti durdurarak bu şarkıya da yer verdik ve şarkının adı kasetin de adı olmuştu: "Vuruldu".
3 Mart Dünya Özgür Müzik Gününde Yusuf'un ölüm haberini aldığımda o günleri düşündüm. Bize bıraktığı onlarca eserin her biri yaşanmış gerçek hayatların öyküsüydü. Ahmet Kaya ve benim sesimde hayat bulan şarkıların, kendisinin bizzat seslendirdiği bunca şiirin başarısı, sevgili Yusuf'un halkımızın yüreğinde ölümsüzleştiğinin ispatıdır. (FT/EÖ)