“Avrupa’nın üzerinde bir hayalet dolaşıyor” diye başlamak abartılı olur elbet. Ama hani bir miktar mübalağa payıyla da olsa bu ifadenin belli bir güncelliği olduğunu da teslim etmek gerek.
Öyle olmasa Sarkozy başkanlık sarayında neden Yunanistan’daki eylemlerin Fransa’ya sirayet etmesinden korksun ki.
Liberation gazetesi de “Fransa Yunanistan olur mu” sorusunu manşetine taşımıştı.
Geçtiğimiz günlerde birçok Batılı basın yayın organı, Yunanistan’daki olayların, hele hele buhran devrinde, Avrupa’nın sair memleketlerine yayılma ihtimalinin olup olmadığını masaya yatırdı.
Independent mesela Yunanistan’daki hadiseleri iktisadi krizin yarattığı toplumsal tepkilerin ilk örneği olarak değerlendirdi.
İsyan ruh hali dolaşıyor
Fransa ya da Avrupa’da başka bir memleket “Yunanistan” olur mu olmaz mı bilinmez ama bugün kıtanın üzerinde hadi bir “hayalet” ya da bir heyula demeyelim ama bir isyan ya da direniş halet-i ruhiyesinin, ruhun kendisi değilse de bir ruh halinin dolaştığı ayan beyan ortada.
Aslında bu ruh halinin örneklerine ya da emarelerine yakın zamanlarda şahit olmuştuk. Fransa’daki banliyö ayaklanmalarıyla İlk İş Sözleşmesi’ne karşı gerçekleşen eylemlerden İtalya’daki öğrenci radikalizmine kadar yakın tarihli bir dizi örnek geliyor insanın hemen aklına.
Genç bir kuşağın can havliyle ileriye atılıp ülkenin siyasal ve sosyal gündemini tarumar ettiği “patlama” örnekleri bunlar.
Bu anlamda Yunanistan’daki “olaylar” daha genel bir fenomenin bir görünümü sayılmalı.
Söz konusu ortak halet-i ruhiyenin ardında ciddi bir hayal kırıklığı var.
II. Dünya Savaşı sonrasında, hiç değilse Avrupa’da, genç nesillerin anne ve babalarından daha müreffeh ve daha demokratik bir toplumda yaşayacakları genel bir varsayımdı.
Sokağa dökülen gençler
Genç kuşakların büyüklerinden daha “iyi” bir hayat sürecekleri, daha rahat koşullarda yaşayacakları sorgulanmaya gerek duyulmayan ortak bir kabuldü.
Bu durumun gerçekte gerçekten böyle olup olmadığı tartışması burada önemli değil.
Önemli olan, geçmişte büyük ölçüde verili addedilen bu kabulün son on yılda onulmaz derecede yara almış olması.
Onbinlerce insanın gündelik deneyimi hemen her gün bu “sürekli ilerleme” anlatısının altını oyuyor.
Genç insanlar, hem de mektep mezunu genç insanlar, işsizlik tehlikesini, toplumsal dışlanma tehdidini geçmişten çok daha yakıcı bir biçimde hissediyorlar.
İş bulsalar dahi emek piyasasındaki konumları geçmiştekinden çok daha sallantılı oluyor. Esnek, güvencesiz, yarı zamanlı, sigortasız, sendikasız işler bunlar.
Böylece yeni nesiller emek piyasasındaki rekabetin basıncını çok daha erken yaşlardan ve çok daha şiddetli bir biçimde tecrübe ediyor.
Kimi zaman “prekariat” olarak da adlandırılan çoğu genç bu geniş toplumsal kesime Yunanistan’da “700 Euro” kuşağı deniyor.
Haklarında ehil ellerce çok şey yazılıp çizilmiş bu hususlarda sözü uzatmanın yeri burası değil elbette.
Ancak vurgulanması gereken, kapitalizmin iktisadi ve siyasal kazanımlarına dair savaş sonrasında Batı’da oluşmuş ilerleme mitinin artık hiçbir inandırıcılığının kalmamış oluşunun siyasal ve sosyal sonuçlarını ilk idrak eden ve “kötümserliği örgütlemeye” neredeyse insiyaki olarak girişenlerin bu durumdan en çok etkilenen genç nesiller oluşu.
Velhasıl karşımızda bir toplumsal hareket olduğu, üstelik bu hareketin köklerinin geçmişte değil de gelecekte olduğu ayan beyan ortada.
Bu hareketi oluşturanların şu ya da bu örgüte, şu ya da bu akıma mensup olup olmadıklarını tartışmanın çok anlamı yok.
Gerçekten anlamlı olan tartışma, bu hareketin ayırt edici vasıflarını, ana karakteristiklerini ortaya koyabilmek.
Birçok yorumcu hareketi oluşturan insanları alt gruplara ayırmaya çalışıyor. Barışçılar ve şiddet taraftarları, anarşistler, solcular ve bilmem kimler vs. vs.
Elbette son bir haftada harekete geçen muazzam enerjinin bileşenlerini tartışmak anlamlı. Ancak akılda tutulması gereken şey, son bir hafta içerisinde Yunanistan sokaklarına düşenleri açık seçik kategorilere ayırarak tasnif etmenin bir hayli güç olduğu.
Aslında böylesi bir sınıflandırmadan çok ihtiyaç duyduğumuz şey, hareketin gerek “evrensel” gerek tikel vasıfları hususunda bir netliğe kavuşabilmek.
Neyin “yeni” neyin “eski” olduğunu tasnif edebilmek. Zarf ile mazrufu birbirinden ayırabilmek. Aksi bizi belki menkıbe anlatılıcılığına götürür ama siyasal bir analize değil.
Son bir hafta içerisinde sokağa çıkan ahali, solun ya da anarşist yapı, örgütlülük ve grupların “normalde” seferber edebildiklerinin çok ötesine geçiyor.
İyi ki de geçiyor. Elbette hiçbir zaman “sıfırdan” başlanmaz. Yunanistan radikal solun, yani komünizan solun, mesela Türkiye ile karşılaştırıldığında çok daha güçlü ve etkili olduğu bir ülke.
Radikal solun oldukça geniş bir toplumsal ardalanı var.
Keza değişik akım ve eğilimleriyle anarşistler de oldukça etkililer.
Bugün hepimiz biraz anarşist değil miyiz?
Bilhassa anarşistler ve keza radikal solun çok farklı kesimleri bu son bir hafta boyunca sürekli sokaklardaydılar elbette.
Anarşistler özellikle Politeknik ve Eksarhia semtindeki çatışmalarda en ön saftaydılar. Yine Atina ve Selanik’teki gösterilerde değişik anarşist gruplar Yunanistan standartları için bile oldukça kalabalık ve etkiliydiler.
Pazartesi akşamki büyük gösteride anarşist grupların kalabalıklığı karşısında şaşkınlığa düşüp meclis dışı soldan bir arkadaşa “anarşistler kaç kişi” diye sorunca “bugün hepimiz biraz anarşist değil miyiz?” cevabını almam durumu açıklıyor herhalde.
Anarşist demişken bir parantez açalım.
Yunanistan’da kendine “anarşist” ya da “anti-otoriter” ismini veren politik akımlar kümesinin geçmişi esas olarak diktatörlük sonrası dönemdedir.
Aslında ta 19. yüzyılın ikinci yarısından beri mesela Patra ya da Volos gibi merkezlerde anarşist gruplar var olmuşsa da sosyalist ve komünist solun gelişimi zamanla anarşist eğilimi marjinalize eder.
Anarşizm özellikle 1980’li yıllarda gençlik kesimleri içerisinde çok ciddi bir akım oluşturur. Atina ve özellikle Selanik gibi merkezlerde bu gelenek içerisinde şekillenmiş çok farklı siyasal referansları (anarkokomünizm, Bookchin, Kastoriadis vs.) olan birçok öbek vardır.
Bu anarşist kümelenmelerin eylem biçimleri de çok çeşitlidir.
İşgal evlerinden antifaşist çatışmalara, süper market basıp yoksul ahaliye “kamulaştırılan” ihtiyaç maddelerini dağıtmaktan sendikacılığa (mesela anarşistlerin etkisindeki “delivery-courier” sendikası hayli güçlüdür) ya da ekolojist inisiyatiflere kadar uzanır.
Radikal sol da eylemlerde en başından itibaren yerini aldı. Radikal sol derken kastedilenin ne olduğunu kabaca da olsa açıklamak gerek belki.
Önce Yunanistan’da kökü Komünist Parti’nin 1968’de bölünmesine kadar geriye götürülebilecek iki ana partiden bahsetmek gerekir.
Biri KP adını taşımaya devam eden ve Stalinist itikada imanda Avrupa çapında ancak Portekiz Komünist Partisi ile rekabet edebilecek siyasal oluşum.
Diğeri ise Avrokomünist geleneğin etkisinde olan Sinaspismos. Sinaspismos 2000’li yıllarda sola doğru ilginç bir evrim yaşadı.
Önceleri sol sosyal demokrat diye tarif edilebilecek bir çizgideyken alternatif küreselleşme hareketi içerisinde sola kaydı ve meclis dışı solun Maoist ya da Troçkist değişik kökenlerden çeşitli gruplarıyla Radikal Sol Koalisyonu (Syriza) oluşturdu.
Bu iki oluşum mecliste temsil edilen radikal solu oluşturuyor. Bunların haricinde meclis dışı olan ve kendisine çoğu zaman “antikapitalist sol” adı verilen ve çok sayıda örgütten (NAR, Spartakos, KKE-ML vs.) oluşan bir kesim var.
Komünist Parti (bu adlı partilerin geleneğine maalesef uygun olarak) harekete şüpheyle yaklaştı.
Baştan itibaren kendi eylemlerini düzenleyip ortak gösterilere katılmadı. Ortak gösterilerdeki “şiddet” eylemlerini kınayıp bunları provokatörlere yükledi.
Daha da ileri giderek rakibi Syriza’yı provokatörlere kol kanat germekle suçladı. Böylece sola aynı eleştiriyi yapan hükümet ve hatta aşırı sağla aynı zeminde buluşmuş oldu.
Ortak eylemlere hem de oldukça büyük bir kitleyle katılan Syriza ise medya ve hükümet kanadından çok ciddi basınç altında. “Şiddeti” ve “terörizmi” kınaması için sağlı ve maalesef “sollu” bu basınç altında (mesela bir bildirisinde hareketin ortak sloganı haline gelen “polisler, domuzlar, katiller” sloganının kullanılması medyada skandal sayıldı) zaman zaman yalpalıyor.
Örneğin genel grev günü sadece gösteriye katılıp yürüyüş kısmını es geçmesi bu basıncın etkisiyle açıklanabilir.
Ancak gene de Syriza’nın toplamda büyük bir “faulünün” olmadığını ve bütün basınca rağmen hareketin içerisinde yer alıp onu müdafaa ettiğini belirtmek gerekiyor.
Meclis dışı “antikapitalist sol” ise hareketin en etkin kesimlerinden.
Hemen bütün gösteri ve yürüyüşlerde ön saflarda yer aldı. Anarşist gruplara Syriza’ya göre daha yakın sayılabilecek bu kesim hareketin daha da yaygınlaşarak siyasallaşması için inisiyatif almaya çalışıyor.
Meclis dışı solun değişik unsurları özellikle üniversitelerdeki öğrenci hareketinde çok etkin. Ancak çok parçalı yapısı bu grupların şimdilik daha etkin olmasını önlüyor.
Fazla uzatmadan başa dönelim. Kısaca ve kabaca andığımız bu birikimin (anarşistiyle solcusuyla) Grigoropulos’un öldürülmesinden sonra açığa çıkan tepkinin kendini dışa vuruşunda etkisi küçümsenemez.
Ancak söz konusu tepkiyi ayırt edici kılan ve neredeyse bir “kalkışma” vasfı kazandıran, bu birikimi çok aşan bir toplamın sokağa inmesiydi.
Ortaokul öğrencilerinden genç işsizlere, üniversite öğrencilerinden “prekariat”lara bu toplam, hareketi kıtanın üzerinde dolaşan (hadi yine “hayalet” demeyelim) huzursuz bir ruh haline dönüştüren temel etkendi.
Hareketi geçmişin bir kalıntısı değil de ortak geleceğimizin bir işaret fişeğine dönüştüren de tam da bu yeni unsurdur.
Kızıltuğ ve Ahıska'ya:
Bu arada bitirirken bir kısa not:
Kızıltuğ ve Ahıska, Doğan Çetinkaya ile birlikte yazdığımız bir yazda yer alan bir (rakamla “1”) cümleden hareketle eylemlerde anarşistlerin etkisini küçümsediğimiz sonucunu çıkarmışlar.
Cümlemiz şu idi: “Bu gençlerin örgütlü solla, anarşistlerle bağları oldukça esnek”.
Buradaki meramımız, eylemlerin içinde yer alan geniş bir gençlik kesiminin (özellikle lise ve ortaokul gençleri) doğrudan örgütsel bir politik bağının olmadığı gerçeğini vurgulamaktı.
Esasında Yunanistan’da son bir hafta gerçekleşenlerde “yeni” ve dikkate değer olan, yukarıda yine ve yeniden tekrar edildiği üzere, anarşist ve solcuların ak günde kara günde zaten seferber ettiği elde mevcut kitlenin, yani “sen ben bizim oğlanın” eylemleri değil, bu “yeni” toplumsal aktörün devreye girmesiydi.
Zaten bir toplumsal sarsıntıyı mümkün kılan ancak elde mevcut olanı bir anda nitel ve nicel olarak çoğaltan yeni bir faktörün o tarihsel momente intikalidir.
Bu anlamda söz konusu “esneklik” hepimizi hem sevindiren hem de üzerinde düşündürten bir etken olmalı.
Gerisi, “sizinkiler mi bizimkiler mi yaptı” gibi lüzumsuz bir tartışmaya girmek olur ki bunun hepimiz için vakit kaybından başka hiçbir anlamı yok. (FB/EZÖ)
* Âti: Gelecek.
** Prekariat: Güvencede olmayan, rizikolu ve tehdit altında olanlar.