Suriye'de 20 ay önce patlak veren ve Arap devrimci sürecinin bir parçası olan ayaklanma, en baştan itibaren bölgesel ve uluslararası düzlemde cereyan eden bir dizi ihtilaf ve çatışmanın basıncıyla karşı karşıya kaldı. İran ile Suudi Krallığı ve KİK arasındaki bölgesel çekişme, Lübnan'daki iç gerilim, Türkiye'nin bölgede "oyun kurucu" bir aktör haline gelme hevesi, İsrail'in Filistin üzerindeki işgal ve kolonizasyon politikaları, ABD işgali sonrası Irak'taki kırılgan denge (yahut dengesizlik) Suriye'nin özgün konumu itibariyle ayaklanma üzerinde ister istemez şu ya da bu biçimde etkide bulundu.
Bütün bu gerilimlerin yükü halk hareketinin sırtına bindi. Bu parametrelere ABD ile Rusya arasındaki (2008'deki Gürcistan savaşıyla kızışan) bölgesel ve mini "soğuk savaşı" ve hatta ABD ile Çin arasındaki potansiyel küresel rekabeti eklediğimiz takdirde durumun karmaşıklığını anlamak değilse de sezmek kolaylaşır. Suriye'deki ayaklanmanın trajedisi bu uluslararası ihtilafların bir gerçekleşme, kuvveden fiile çıkma alanı hale gelmesi oldu. Yani bu bölgesel ve uluslararası çatışma ve gerilimlerin aktörleri kendi jeostratejik çıkarlarını maksimize etmeye dönük müdahale ve manipülasyonlarıyla Suriye ayaklanmasını zaman içerisinde mecrasından çıkarttılar yahut bu yolda bir hayli mesafe katettiler.
Ayaklanmanın hızlı bir biçimde militarize olmasında, rövanşist ve mezhepçi şiddetin yaygınlaşmasında, ülkenin emperyal ve bölgesel aktörlerin bir kapışma sahası haline gelmesinde Beşar Esad rejimi kadar ayaklanmaya müdahale eden güçlerin de sorumluluğu var. Başından itibaren "dış" muhalefete kendi suretinde biçim vermeye koyulan, sonra silahlı muhalefete (elbette kendine yakın bulduklarına) lojistik destek sunan Türkiye, bu yozlaşmanın baş müsebbiplerinden. Türkiye'nin Suriye'ye dair aktif angajmanının ardında onun ABD'ye kul köle olmasının değil de bizzat kendi alt emperyal heveslerinin, bölgesel bir güç olma hedefinin olduğu tekrar tekrar vurgulandı. Bu angajmanın bir başka ve eş derecede kritik sebebi de Kürtlerin Suriye'de kendi kendilerini yönetme girişimlerine set çekmek, bir başka Güney Kürdistan travmasının oluşmasına mani olmaktı elbette.
Suriye'nin Kürt bölgesinde son günlerde PYD'ye bağlı güçlerle Özgür Suriye Ordusu etiketini kullanan (hatta bazısı kullanmayan) Arap ve kimi Kürt silahlı muhalifleri arasında gerçekleşen çatışmalar ve gerginlik, Türkiye'nin Kürt halkının demokratik talepleri karşısındaki kararlılığının ne dereceye varabileceğinin bir göstergesi. Anlaşıldığı ve gelen haberlerin gösterdiği kadarıyla Türkiye, PYD'nin etkisini kırmak, Kürtlerin kendi kendilerini yönetmeye ilişkin "antrenmanlarını" engellemek için her türden provokasyon girişiminden kaçınmıyor.
Bu yolda Kürt gruplarını birbirine karşı kışkırtıyor, hatta vekili kıldığı silahlı güçleri Kürt muhalefetine saldırtmaktan da çekinmiyor. Katar ve Suudi Arabistan İran'ın bölgedeki etkisini kırmak adına Suriye'de mezhepçi siyasal dili (Selefi versiyonunda Müslümanların bir "Safevi" diktasına karşı savaşmakta olduğu "tezini") yaygınlaştırması Suriye halkına nasıl zarar veriyorsa, Türkiye'nin Arap-Kürt çatışmasını kışkırtması da geleceğe dönük benzer nefret tohumlarını ekiyor. Şu hususta tereddüde yer olmamalı: Suudi ve Katar monarşileri gibi Türkiye de Suriye halkının "dostu" falan değil; halk ayaklanması ve oluşan istikrarsızlık onların kendi amaçları için kullanmak istedikleri bir kozdan ibaret. Bu kozu masaya sürerken üç ülke de yarattıkları toplumsal tahribatı asla önemsemiyor, hatta iştahla bundan istifade edecekleri hesabını yapıyor.
Bundan aylar önce, Suriye'deki ayaklanmada bir dönem önemli rol oynamış, birçok akraba ve arkadaşını rejimin katlettiği bir aktivistle sohbetimde o dönemde lafı dolaşmaya başlayan "dış destek" konusunu sormuştum. Türkiye, Katar vb. ülkelerin "yardımlarının" ayaklanma için bir dert olduğunu, bu güçlerin bu "destekle" halk hareketini kendi ellerinde bir araca dönüştürmeye çalışacakları yorumunu da eklemiştim.
Aktivist arkadaş, (yorumumda işaret ettiğim tehlikeye kısmen katılmakla birlikte) büyük bir özgüvenle bunun ciddi bir sorun olmayacağını, böylesi "desteklerin" onları kontrol etme girişimleriyle sonuçlanamayacağını, kimseden koşullu destek almayacaklarını vurgulamıştı. Keşke bu özgüveni haklı çıksaydı. Görünen, şeytanla birlikte yola çıkanın cennete varamayacağını öngören deyişin bir kez daha haklı çıkmış olduğu. İşte Türkiye, "parayı veren düdüğü çalar" hesabıyla kendisine yakın silahlı grupların PYD karşıtı eylemlerinin önünü açmakta beis görmüyor. (Kısa ama zaruri bir not: Suriye halkının önemli bir bölümünün "yılana" ya da "yılanlara" sarılmasında "bizim" eylemsizliğimizin de payı olduğunun farkında değiliz. Mesela rejimin bombaladığı halka hiç değilse ameliyat iğnesi ya da kan torbası temin etmek için parmağımızı kımıldatmazken örneğin Katar'ın desteğini eleştirmek doğru ama büyük de bir kolaycılık maalesef. Siyaset, hele böyle büyük alt üst oluş devirlerinde, küçük de olsa hiçbir boşluğu affetmiyor.)
Suriye'de Kürtlerin siyasal ve sosyal özlemlerinin tatmin edilmediği bir gelecek, Esad rejiminin bir başka biçimde devamından başka bir anlama gelemez. Kürtler böyle bir geleceği haklı olarak kabul etmeyecektir. Kibirli bir Arap milliyetçiliğinde ısrar eden, Türkiye'nin müdahaleleriyle kendi kendini idare etmek isteyen bir halka provokasyon girişimlerinde bulunan (ya da bu provokasyonlara karşı duramayan) bir "muhalefet", mevcut rejim karşısında ahlaki yahut siyasi bir üstünlük iddiasında bulunamaz. Askeri hangi "gerekçesi" olursa olsun Kürt halkıyla, onun önemli bir bölümünü temsil eden yapılarla çatışır olmak ancak vahim sonuçlar yaratacaktır. Bize düşen, Türkiye'nin Suriye Kürtlerine yönelik vekâleten, bazen de doğrudan müdahalelerine karşı durmaktan başka bir şey olamaz. AKP hükümetinin Suriye halkının "dostu" pozlarıyla kendi geleneksel kirli savaş yöntemlerini ihraç etmesi girişimlerini teşhir etmekten kaçınmamalıyız.
Türkiye'nin Suriye Kürtlerine yönelik doğrudan ya da dolaylı darbeleri, Türkiye'deki Kürtleri de Suriye halkının özgür bir gelecek özlemini de hedefliyor. Türkiye'nin emperyal şişinmelerine okkalı bir "Osmanlı tokadı" indirmek bütün savaş karşıtlarının, hepimizin boynunun borcu olmalı. (FB/EKN)