Yerleşimci sömürgecilik, bir ulusu veya bir bölgedeki yerli halkı yerinden etmeyi ve yerine yeni bir yerleşimci nüfusu yerleştirmeyi amaçlayan, soykırım ve sömürgeciliğe dayalı bir baskı sistemi olarak tanımlanabilir. Yerleşimci sömürgecilik, klasik sömürgecilikte hedeflenenlere ve yapılanlara ek olarak yerli halkın ve kültürlerinin yok edilmesiyle onların yerini yerleşimcilerin ve kültürlerinin almasıyla farklılaşır. Yerleşimciler el koydukları topraklarda kaldığı sürece yerleşimci sömürgecilik devam eder. Tarihteki bilinen klasik örnekleri arasında Amerika kıtası, Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika sayılabilir. Dolayısıyla adı geçen örnekler aynı zamanda yerleşimci sömürgeciliğin varlığının sürmekte olduğu coğrafyalardır.
İsrail’in durumu
Bu örneklere İsrail’i eklemek de mümkün elbette. Ancak yeterli değil. Çünkü İsrail, 1967 yılından bu yana işgal ettiği Filistin topraklarını büyütmeye, halkları zorla yerinden etmeye ve yeni yerleşim yerleri inşa etmeye devam ediyor. Bu nedenle, İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarındaki (Gazze ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs dahil olmak üzere) 1967'den bu yana devam eden politikaları ve uygulamalarını, yerleşimci sömürgeciliğin aktif bir örneği olarak ifade etmek doğru olacaktır. Çünkü, İsrail, aktif yerleşimci sömürgeci bir devlet olma özelliği taşımaktadır. Örneğin, 1 Ocak 2009'dan 31 Aralık 2023'e kadar 13 bin 500'den fazla (7000’i çocuk) Filistinli Batı Şeria'da İsrail tarafından yerinden edildi.
BM’ye rağmen
BM Genel Kurulu, 10 Mayıs 2024 tarihli toplantısında, işgalci güç olarak İsrail'in, işgal altındaki Filistin topraklarının tamamı üzerinde bağımsız ve egemen bir Devlet hakkı da dahil olmak üzere, Filistin halkının kendi kaderini tayin haklarını kullanmasını engellediğine karar verdi. BM Genel Kurulu, Devletlere ve uluslararası kuruluşlara, Uluslararası Adalet Divanı'nın yasal olarak kesin görüşünü uygulamaya çağıran ve İsrail'in işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasa dışı varlığına gecikmeden son vermesini ve bunu 12 ay içinde yapmasını talep eden bir kararı kabul etti. Genel Kurul ayrıca İsrail yasalarının ve uygulamalarının, ırk ayrımcılığını ve apartheidi kınayan ve Batı Şeria'daki yerleşimlere son veren ve İsrail hükümetiyle silah ticaretini durduran “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin (ICERD) 3. maddesini ihlal ettiğini de karar altına aldı.
Uluslararası Adalet Divanı’na rağmen
BM Genel Kurulu’nun bu kararından yaklaşık üç ay sonra, Uluslararası Adalet Divanı, Temmuz 2024 tarihli Danışma Görüşünde; İsrail'in Filistin topraklarını (Gazze, Doğu Kudüs ve Batı Şeria) işgal etmesinin hukuka aykırı olduğunu, mümkün olan en kısa sürede sona erdirilmesini ve yasa dışı yerleşimcilerin geldikleri yerlere dönmesi gerektiğini açıkladı. Aynı metinde, İsrail'in politika ve uygulamalarının zorla yerinden edilmelere, kapsamlı ev yıkımlarına, ikamet ve hareket kısıtlamalarına neden olduğuna da yer verildi. İsrail’in yerleşim politikasının İsrailli yerleşimciler tarafından Filistinlilere yönelik yoğun şiddet uygulanmasına neden olduğu ve İsrail ordusunun aşırı şiddet uygulamasına yol açtığı paylaşıldı. Buna karşın, İsrail yetkililerinin bu uygulamaların engellenmesine yönelik herhangi bir girişimde bulunmadığı gibi, bu tür yasa dışı eylemleri yapanların İsrail yönetimi tarafından cezalandırılmadığına yer verdi. Uluslararası Adalet Divanı, aynı metninde, İsrail'in 1967'den beri, Filistinlilere verdiği zararlar için tazminat ödemesi ve hiçbir üçüncü devletin işgal altındaki topraklarda İsrail'in yasa dışı varlığına yardım veya destek vermemesi gerektiğini de açıkladı.
Günümüzde Ortadoğu
Bu gelişmelerin tamamı 7 Ekim 2024 tarihinden önce gerçekleşti. Bu tarihte ise HAMAS, İsrail’e sivilleri hedef alan kapsamlı bir saldırıda bulundu. Yüzlerce insan yaşamını kaybetti, yararlandı, esir edildi. Saldırısı sonrasında ABD, İngiltere ve Fransa’nın aktif desteğiyle İsrail’in Filistin topraklarını işgali; soykırıma varan katliamları ve uluslararası savaş hukuku ihlalleriyle birlikte hızlanarak, günümüzde de devam ediyor. ABD başkanı “Gazze’yi önce insansızlaştırıp, ardından da tatil beldesi olarak yeniden inşa etmek istediğini” açıklayarak İsrail’in işgalciliğine ve aktif yerleşimci sömürgeciliğine yeni bir boyut kazandırmış oldu.
Yaşamın krizi
70'li yıllarda başlayan kapitalizmin yapısal krizini aşabilmesi için ABD’nin hegemonyasında uygulamaya konan neoliberal politikalar ve ülkeler arası “iş bölümü”nün “yaşamın krizi”ne yol açtığı, COVID-19 pandemisiyle birlikte görünür olmuştu. Bazı kişilere göre çoklu kriz olarak da tanımlanan bu durum günümüzde neoliberal kapitalist politikaların, neoliberal küreselleşmenin bir süredir işlevini yerine getiremediğinin de somut göstergesi. Adı konmaktan imtina ediliyor olsa da kapitalizmin yeni bir krizin içinde olduğu ve bunu aşmak adına “her şeyin göze alındığını” görebiliyoruz. Ortadoğu’da bir yılı aşan süredir özellikle İsrail’in öncülüğünde hayata geçirilen uygulamaları ve bunların sonucunda yaşananları kapitalizmin krizinin aşılabilmesi için atılan adımlardan bazıları olarak değerlendirmek mümkün. İnsanlık tarihi boyunca var edilen evrensel değerlerin tümünü yok sayarak, sermayenin selameti için her ne gerekiyorsa onun yapılması. İşlemediğinde “pardon” dahi denmeden yeni bir vahşetin kapısının aralanıyor olması.
Daha da kaybetmemek için
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 15 yılı aşan bir süredir dünya genelinde askıya alınmasından sonra uluslararası hukukun, savaş hukukunun sistemli bir biçimde yok sayılmasına hep birlikte “sessiz” bir biçimde tanık oluyoruz. Orta vadede böylesi bir tanıklık için kaybedecek herhangi bir şeyin kalmamasına doğru maalesef ciddi bir gidiş söz konusu.
Kriz derinleştikçe süreç boyunca yaşanacaklar, kapitalizmin “insana karşıt oluşunun” ve “akıl dışılığının” birçok örneğinin yeniden sahneye konmasına neden olacak. O nedenle, postmodernizmle birlikte “esir alınmış zihinlerin” bile algılayıp karşı duracağı günler çok çok uzak değil. Türkiye’de bu sorunların büyük bölümü, benzer birçok ülkeden daha önce yaşanmaya başlanmıştı. Biraz zorlayarak da olsa, 19 Mart İsyanı’nı halkların, sınıfın yaşananlara karşı çıkışı olarak değerlendirmek mümkün. Eğer bu saptamaya katılanlar olursa bu isyanın sol, sosyalist öncülerine gereksinimi olduğu saptamasına da katılanlar olacaktır.
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu'nun bianet'te yayımlanan tüm yazılarını görmek için tıklayın. (OH/TY)