Adı Bahtiyar'mış, işi "saz çalmak" olanından değil ama! Kamyonet şoförü olan bir garip Bahtiyar! Adı Serap olan biri ile evlilik arifesindeyken trafik kazasında ölür Bahtiyar. Ve onun, yani "ötekinin ötekisi"nin hikâyesini yazmayı eksik bıraktığını fark eden bir yazıcının, eksik parçalar için darbeli coğrafyaya dönüp çocukluk arkadaşları ile buluşması ve romanının taslağını ellerine tutuşturması ile başlıyor ilk 60 sayfadan sonraki "Hayat Hep Yarımdır" üzerinden roman.
Kudret, Serap, Kemalettin, Süphan, Netice, Sema, Bedirhan, Linda, Celal, Mutlu, Mazlum, Deniz, Sakine Ana ve Bahtiyar ile arada görünüp rolünü oynayan sonra çekilen romanın tüm kahramanları.
Romanı, örgüsü üzerinden çok anlatacak değilim. Büyüsü bozulmasın. Ama şunu ifade etmeliyim. Sevgili Tanıl Bora'nın bu tür romanlara vurgusu ile hayli "oyuncaklı" bir roman "Leylan." Yoğun bir edebi işçilik ve sağlam bir kurgusu var "Leylan"ın.
Kitabın sonundaki teşekkür faslında Demirtaş "sanki edebi hayatımın son kitabı bu gibime geliyor" (aman öyle olmasın!) dese de gelecekte başka yazacakları ile oluşacak külliyatında "Leylan" çok farklı bir yere oturacak. Şimdiden bunun altını çizmek gerekiyor.
"Gereksiz şeyleri görmezsiniz âşıkken. Ve gereksizler ayıklanınca sadece hakikat kalır gözlerinizin önünde. Ancak bir âşık arayabilir hakikati ve hayatın anlamını." diyor ilk kez aşkı Serap'ın mendilini çalarak hırsızlık yapan Kudret.
İlk altmış sayfasında şehrin sicilinden geçmiş, ama sicilden düşmeyip sicile çakılı kalmış şahsiyetlerle hemhal insanlar ve mekânlar üzerinden adeta şarkının sözlerindeki gibi "ben seni gizli sevdim, bilmedim âlem duyar" misali bir Serap hikâyesi! Sonrasında sahiden filmografik başka hikâyeler üzerinden şekilleniyor roman. Tabi bir de ucu İsviçre'de çıkan karşılıklı beyin etkileşimleri üzerinden "çoklu bilinç ortamı" var.
"Leylan"ı her okuyan ve dahi üzerine bir şeyler yazma ihtiyacı duyan; çok farklı noktalardan bakacak. Çünkü roman böyle bir oku(n)maya ihtiyaç duyuyor.
Bu baptan hareketle iki noktadan vurgu yapmam gerekiyor. Sonuçta önceki iki kitabı "Seher" ve "Devran" ile birlikte "Leylan"ın yazarı bir siyasetçi ve mahpus.
Selahattin Demirtaş son iki yıldır geçmişteki güçlü siyasetçiliği üzerinden değil, bundan kaynaklı mahpusluğu ve tutuklu siyasetçiliği üzerinden de değil! Yazarlığı üzerinden gündeme oturuyor. Ha, belki kısmen siyasetteki "popülaritesi" ve "karizmatikliği" üzerinden kitaplarına ilgi gösterildiği gerçekliği de var. Ama bu durum kitaplarının okunmasından hemen sonra hızla değişiyor. Yerini edebi hakkaniyet teslimine bırakıyor okur nezdinde. Nitekim bana göre Türkiye'nin çok az olan edebiyat eleştirmenlerinden çok iyi ikisinin; Semih Gümüş ve Ömer Türkeş'in "Leylan"ın ön okumasından geçmiş olması bunun bir başka kanıtı oluyor.
İki noktadan vurgu yapmam gerekiyor demiştim ya! İlkinden başlayayım.
Selahattin Demirtaş, kendisini hapse atıp ısrarla mahpus damında tutan muktedir güce şunu demeye getiriyor ısrarla. Bakın ben sizin bütün dar siyasi manevralarınıza karşı edebiyatın, iyi edebiyatın kudretiyle mevzuyu başka bir "dönülmez akşamın ufku"na taşıdım.
Burada bir ciddi çıta yükseltme meselesi var. Bunun altı mutlaka çizilmeli. Standardı hayli düşük, bırakınız siyasetçi-yazar kimlikli olmayı! İyi birer okur olmayı bile çok, çok az becerebilen bir siyasetçi profili olan ülkede Demirtaş içeriden bir hamle yapmış oluyor, içeriyi edebi bir mektebe dönüştürerek. Bu çok önemli.
Bir diğeri ise şu: yine kitabın ilk altmış sayfalık bölümüne gönderme yaparsak! Dil(ler) işçiliği meselesi...
Malum bu tuhaf ülkede upuzun yıllar boyunca Kürtçe diye bir dilin olmadığı, uydurma oradan buradan apartılmış kelimelerden yaratılmaya çalışılan bir dil olduğu ifade edildi. Buna karşılık da bir savunma çabasıyla Kürtçe'nin kendine ait bir dil olduğu yazıldı, konuşuldu, anlatıldı, paylaşıldı.
"Leylan"da yine edebiyatın olanca sınırları içinde pek de zorlamadan iki dilin (Türkçe ile Kürtçe) birbiriyle dansının tuhaf ilişkisi vurgulanıyor. Üstelik, biri diğerini ötelemeden, ötekileştirmeden!
Egemen dil (Türkçe), diğerini (Kürtçe) alabildiğine hırpalar, adeta yok sayarken! Yok sayılan, küçümsenen dilin hiç de boynunu bükmeden; "bak ben senden daha zenginim" filan moduna da girme ihtiyacı duymadan sadece "ben senden farklıyım, çünkü ayrı bir dil'im" diyerek eşitlerarası bir ilişkilenme örneklemini sunuyor okura, hem de çok başarılı bir edebi hâl ile.
Üstelik bunu iki yakaya anlatmaya çalışan bir ustalıkla. Kürtçe yaz(a)madığı için her ortamda "niye Kürtçe yazmıyorsunuz?" diye eleştirilerini yöneltenlere! Öte taraftan Kürtçe uyduruk, zayıf, yazı dili olmayan bir dildir diyenlere...
Özetle Selahattin Demirtaş, "Leylan" ile ilk iki kitabının edebi çıtasını hayli yükseltmiş olarak 2020'nin edebiyat tartışma ortamına mührünü vuracak gibi... (ŞD/AÖ)