Karlı, tipili bir günde İstanbul’da bir kıtadan öbürüne geçmeyi göze alarak Türkiye Yayıncılar Birliği’nin “Yayınlama Özgürlüğü Yolunda” konulu toplantısına giderken dönüş yolunda çok kar ve tipi yaparsa ne yaparım diye düşünüyordum.
İyi ki göze almışım yola çıkarken düşündüğüm riskleri. Öncelikle sıcacık bir toplantıda eski dostlarla merhabalaşmak güzel bir duyguydu. Türkiye’nin kültür ve düşünce dünyasında yer alan sözcükleri, çizimleri, görselleri yayınlama konusunda geldiğimiz durumu öğrenmek içler acısı ama neler yapabileceğimiz konusunu tartışmak da zihin açıcıydı. Bu projeyi hayata geçiren Metin Celal Zeynioğlu ve Türkiye Yayıncılar Birliği ekibinin çabalarını kutlamak gerekiyor. Sadece yayıncılar değil yayın dünyasının çki alanlarında yer alan yaygın bir katılımcılar grubu davetliydi. Tiyatro yazarları ve çevirmenleri, kütüphaneciler, kitap çevirmenleri, meslek örgütü temsilcileri, akademisyenler, hukukçular, yayıncılar, gazeteciler, medya mensupları, radyocular, Basın Konseyi.
Herkesin derdi ortak. Sözcüklere vurulan pranga. Sözcüklerin mahkemelerde süründürülmesi. Bu sözcükleri yazanların hatta yazarı yabancı ülkede ise Türkçeye çevirenlerin mesailerinin büyük bölümünü adliyelerde, savcılık ve mahkemelerde geçirmekte oluşu.
Toplantının konuşmacılarından 40 yıllık arkadaşım PEN Türkiye Başkanı gazeteci yazar Zeynep Oral Türkiye’deki yayın ve sözcüklerin prangaya vuruluşu ile ilgili kendi kişisel gözlemlerini, duygularını anlattı:
“45 yıldır gazetecilik yapıyorum. Bir gazeteci olarak, ifade özgürlüğünün bunca kısıtlandığına hiç ama hiç tanıklık etmedim.... Ne 12 Eylül'de, Ne 28 Şubatta, Ne de 12 Martta! Hiç bu kadar belirsizlik içinde kalmadım, hiç bu kadar haince bir ayırımcılık yaşamadım! Kendimi sadece bir gazeteci olarak değil, ayni zamanda bir kadın olarak da tehdit altında hissediyorum. Hele gazeteci bir kadın, hatta Cumhuriyet gazetesinde çalışan bir kadın gazeteci olarak daha daha daha da çok ...”
Açık Radyo’yu kuran ve 20 yıldır büyük bir başarı ile yaşatan yine 40 yıllık arkadaşım Ömer Madra, demokrasinin tarihten günümüze geliş öyküsünü anlattı. 800 yıl önce Magna Carta ile İngiltere’de kralın yetkilerine getirilen sınırları belirleyen sözleşmeden bu yana, dünyanın demokrasi yolundaki macerasını özetledi. Demokrasinin en önemli unsurunun ifade özgürlüğü, beğenmediğini söyleme ve protesto hakkı olduğunu vurguladı. Sonra çok önemli bir öneri getirdi. Bir “demokrasi cephesi” oluşturmak.
Avukat Filiz Kerestecioğlu ise Türkiye’deki mahkemelerde süren davalar, insan hakları ihlalleri ve yaşadığımız bunca sorunun temelinde yer alan “demokrasi kültürü”nün yerleşememesine işaret etti. Yasak kelimesinin yaşamımızın her noktasında karşılaştığımız bir kelime olduğunu vurgularken, metro duraklarındaki ‘sarı çizgiyi geçmek tehlikeli ve yasaktır” uyarısına dikkat çekti. Avrupa ülkelerinde sarı çizgiyi geçmenin tehlikeli olduğunun belirtilmekle yetinildiğini ama bizim kültürümüzde illa her yere yasak levhalarının konulmasının alışkanlık haline getirildiğini bu örnek üzerinden vurguladı. Hakimlerin savcıların siyasetçilerin yani yayıncılara hayatı zindan edenlerin eksik olan demokrasi kültürünü geliştirmek gerektiğinin altını çizdi. Cezalar getiren yasaların sadece adlarını sıraladı ama o sıralama bile durumun vahametini ortaya koyuyordu. Neredeyse beynimizin kıvrımlarına pranga vurmaya çalışan yasalar…
Daha sonra söz alan katılımcıların anlatımları, gerçekten basın yayın dünyamızın ne ölçüde kısıtlandığının örnekleri ile doluydu. Yayıncılara vurulan prangalar, çevirmenlere açılan davalar, tiyatro oyunlarının sansüre ve otosansüre uğraması, insanların ceza almasalar bile mahkemelerde süründürülerek terbiye edilmeye çalışılması, kütüphanelerde kitaplara getirilen yasaklara kadar yüzlerce, binlerce olay..
Bunca olaya nasıl çözümler getirilmeli tartışmaları da yapıldı. Ben de kendi fikrimi şöyle söyledim:
‘Ömer Madra’nın “demokrasi cephesi” önerisi çok önemli. Demokrasi ve ifade özgürlüğü için çabalayan pek çok kişi kurum ve örgüt var. Aramızdaki bağları daha sıkılaştırıp yoğun bir ağ kurmamız gerekiyor. Bu cephenin karşısındaki insanlara da empati ile yaklaşıp demokrasi kültürü eksiklerini gidermenin, onları da eğitmenin yollarını bulmalıyız. Elbette iktidar hırsı ile bilinçle demokrasiyi yok etmeye çalışınlar var. Demokrasi kültürü yeterli olmadığı için bu tür siyasilerin hırslarına hizmet edenler, eğer bu kültürel açıkları giderilirse demokrasi cephesine doğru geleceklerdir. Bu nedenle karşı cepheyi de eğitip kendi yanımıza çekmenin yollarını bulmamız gerekiyor.”
Yayınlama Özgürlüğü Yolunda Projesi, Avrupa Birliği’nin desteklediği, İsveç yayıncılar Birliği’nin de ortak olduğu, Uluslararası Yayıncılar Birliği, Bianet, Edebiyat Haber ve TÜYAP’ın iştirakçi olduğu bir proje. Çeşitli bölge toplantıları ile tam da bu sözünü ettiğimiz demokrasi kültürünü geliştirmeye çalışıyor. Ben kendi hesabına çok verimli üç saat geçirdim. Ayrıca çıkışta yoğun tipi altında Galatasaray Üniversitesinden genç mesai arkadaşım Doç. Dr. Ceren Sözeri de neredeyse evime kadar koluma girerek bana eşlik etti ve içim daha bir ısındı.
Demokrasi Cephesi’nde dostluk ve dayanışma var. Siz de bu cepheye buyurun. (FÖ/HK)
***
Zeynep Oral'dan bir kaç anımsatma |
Zepnep Oral konuşmasında içinde bulunduğumuz durumu özetleyen bazı anımsatmalar yaptı. İşte kendi anlatımı ile bu örnekler: * 17 Aralık soruşturmasına yayın yasağının getirilmesi... Başta Cumhuriyet olmak üzere bir sürü yayın organının yasağa meydan okuması... * Can Dündar'ın "Fezlekeleri Okumak Hakkımız " başlıklı yazısı için 4.5 yıl hapis cezası istemiyle dava açılması... (Duruşma 26 Şubat'ta) * Sedef Kabaş'ın Twitter'da 17 Aralık soruşturmasına takipsizlik kararı veren savcıya ilişkin bu adamı unutmayın demesi üzerine 5 yıl hapis istenmesi... O kadarı yetmez ama denilerek polsii kapıda bekletti diye bir ikinci dava açılması... * Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin açıklaması var: 17-25 Aralık süreciyle ilgili haber yapan 70 kadar gazeteci halen 120 davayla yargılanıyor. * Psikiyatr Dr. Ahmet Koyuncu’ya, Facebook 'daki "Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin ortalamasıdır.” başlıklı yazısı nedeniyle, Cumhurbaşkanı’na hakaretten 2 yıl hapis istemiyle dava açılması.... * Avukat Eren Keskin 2005 yılında katıldığı bir panelde, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz'ın polis kurşunuyla öldürülmesini eleştirmişti. 10 yıl sonra, o sözleri nedeniyle, '301. madde'den mahkûm edildi. Panelde, “Devlet 12 yaşında bir çocuğu katledecek kadar vahşi bir anlayışa sahip. Türkiye hesap vermek zorunda.." dediği için “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni alenen aşağılamak” suçlamasıyla 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Keskin'in cezası Yargıtay’da onandığı takdirde cezaevine girecek. Bu örnekleri yüzlerle çoğaltabilirim: Ancak genellemelere geçmeden önce vurgulamam gereken şu: * Söz konusu bir kadın yazar olduğunda, inanın tepkiler mutlak ve mutlak kadınlığına yönelik olacaktır. Günümüze uygun zihniyet bu. Kadın yazarsanız aldığınız küfür ve tehditlerin çoğu belden aşağısını hedeflemektedir! * Meclis'te uyurken fotoğrafı çekilen AKP'li milletvekili kadın gazetecilere dönüp “Ben sizin bacak aranızı çekip gazeteye bastırsam " demişti. .. Zihniyet bu zihniyet ... "Kadınların sokakta Kahkaha atmasını" ... "Hamile hamile sokakta dolaşmasını" uygun bulmayan zihniyet... * Bu zihniyet, Jinekolog kesilen ülke yöneticilerin kadınların kaç çocuk doğuracağını; doğurması gerektiğini; kürtaj olup olmamasını, çalışmaktansa evinde oturmasını ve kadın olmayı sadece anne olmakla özdeşleştiren zihniyet... "Çalışan kadın fuhuşa ortam yaratır" sözüyle belleğimizde yer edenlerin zihniyeti. "kadın spiker izlemenin caiz olmadığını" açıklayan zihniyet! ... Bunların hepsi bir bütün... Gazetecilere dönüyorum: * Amberin Zaman bir eleştiride bulundu diye dönemin başbakanı meydanlarda yuhalattı onu. Tıpkı Berkin Elvan'ın annesini yuhalattığı gibi... Amberin Zaman'ı hedef gösterdi;"gazeteci kılıklı bir militan çıkmış, edepsiz bir kadın" kullandığı tanımlar arasında... Aldığı saldırılar arasında " Yahudi kahpe”den, “Git IŞİD’in cariyesi ol” gibi tümceler var... * BBC muhabiri Selin Girit, Melih Gökçek’ in "İngiliz ajanı vatan haini kadın" kışkırtmasıyla; The New York Times muhabiri; Ceylan Yeğinsu, yine dönemin başbakanı ve dışişleri bakanının kışkırtmasıyla; akıl almaz hakaretlere uğrayacaklardı. * Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün hazırladığı Basın Özgürlüğü Endeksi’nde, 180 ülke arasında 154. sıradayız...” * Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2014 yılı raporuna göre, ifade özgürlüğü ihlalinden en çok mahkûm edilen ülke bizimki! Mahkeme’nin verdiği cezalarının yarısından çoğu Türkiye’ye geldi. * DİSK'e göre 2014’de ilk 6 ayda 1000 gazeteci işten çıkarıldı. * PEN ‘Gölge altındaki İfade Özgürlüğü’ raporu, * 2012-13’de 80’e yakın gazeteci ve yazar cezaevindeyken, devam eden 50 dava bulunmaktaydı. 2014’te tutuklu sayı düştü ancak yargılamaların devam etmesi nedeniyle dava sayısı değişmedi. * PEN’in görüşmelerinde katılımcılar Türkiye’de düşüncelerinden ötürü fiziksel şiddete maruz kalmak ve cezalandırılma korkusu yaşadıklarını belirtiyordu. Birçok katılımcı ise ailevi sorunlar ve vergi denetimlerine uğramaktan korkarken bazı katılımcılar ise baskıların meydan okumaları da beraberinde getirdiğine inanıyor. * bianet'e göre: 2015 Yılına girerken, 22 gazeteci, 10 dağıtımcı hapisteydi. . Tümü Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ve Türk Ceza Kanunu (TCK) kapsamında “örgüt” bağlantılı. 22 gazeteciden 14’ü ve dağıtımcıların tümü Kürt medyasını temsil ediyor. * Bir yandan Twitter'ı yasaklarken, bir yandan da "En Özgür basın bizde" diyen, diyebilen bir zihniyetle karşı karşıyayız... Bu arada RTÜK konusuna; oluşturulan havuz medyasına; patronlara gösterilen sopaya, patrona bindirilen maddi yüke vergi borçlarına değinmedim bile... * Bunlar da "Ya bendensin ya da düşmansın"... "Bitaraf olan Bertaraf Olur" zihniyetinin bir parçası. Bu zihniyen, her fırsatta ayırımcılığı körükleyen, nefret dilini savunan bir zihniyet! Ve korkarım ki, şimdi getirilmek istenen Güvenlik Paketiyle durum daha da vahimleşecek... |