Yakın bir arkadaşımla telefonda konuşuyorduk. "Kozmik oda", "Balyoz darbe planı" derken arkadaşım şöyle dedi: "Ferhat, her koşulda asıl hedef biziz, sensin; bunu unutma ve tedbirini al".
Gerçekten de, 2003 yılında pişirilen ve şimdi ortaya çıkan "Balyoz darbe planı"nın ayrıntılarını öğrendikçe nasıl bir ülkede, nasıl bir kör döngünün içinde yaşadığımızı bir kez daha anlamış olduk.
Giderek bir cunta ordusu haline gelen Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "iç tehdit" olarak gördüğü bizlere, halka karşı nasıl düşmanca bir yaklaşım içinde olduğuna bir kez daha tanık olduk.
Planlar, Dersim katliamını hatırlattı
Evet, arkadaşımın söylediği gibi olası bir darbenin hedef alacağı kesimlerin başında hiç şüphesiz biz geliyoruz. Yani Kürtler, Kürt Aleviler, devrimciler, sosyalistler, muhalif aydın ve sanatçılar...
Türkiye'nin darbeci ve katliamcı tarihi bizim yabancısı olduğumuz bir tarih değil. Bu tarih bizim inkârımız ve katlimiz üzerine inşa edilmiş kanlı bir tarihtir. Bu tarihin tekerrür etmesi adına 2003'te hazırlanan darbe planında, özellikle son 30 yıldır Kürt coğrafyasında süren savaşın topyekûn bir katliama dönüştürülerek devam etmesi öngörülmüştür.
Bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkan bu planlarda Alevilerin ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerler işaretlenmiş, buralarda İsrail'in Filistinlilere yaptığı gibi kanlı ve sert bir müdahalenin gerekli olduğuna vurgu yapılmış.
Taraf gazetesinde yer alan bu korkunç plan ve ifadeler bana 12 Eylül sürecinden çok Dersim'i, Dersim katliamına giden süreci hatırlattı. 1935-36 yıllarında Dersim'le ilgili hazırlanan rapor ve planlarda benzer yaklaşım ve ifadelerin olması son derece manidardır.
Biz göremeyebiliriz ancak...
Zira bu devlet inkâr ve ret zihniyetini terk etmek yerine bu zihniyetini darbe ve katliamlarla pekiştirmeye çalışan bir gelenek yaratmıştır. Bu geleneğin dayandığı zihniyet aynıdır ve bu zihniyetin kullandığı dil hiç biz zaman değişmedi, değişmiyor.
Bu durumun bizim açımızdan şaşırtıcı olmadığı bir gerçek. Asıl bizi şaşırtacak olan, devletin sahip olduğu ırkçı, faşist geleneği terk ederek özgürlükçü, demokratik bir devlet olduğunu göstermesi olacaktır.
Bunu biz göremeyebiliriz ancak bizden sonra gelecek olan kuşaklar, mutlaka böyle bir devlet gerçeğinde yaşamayı hak ediyor. Çünkü ırkçılığa dayalı hiçbir devlet geleneğinin sonsuza kadar yaşamadığını, yaşamayacağını tarih bize göstermiştir.
Dileğimiz odur ki...
Dileğimiz odur ki Türk devlet yapısının da bu tarihsel gerçekleri görmesi ve kendi yurttaşlarını düşman görmekten vazgeçmesidir. Ayrıca onların etnik, kültürel ve inançsal boyutuyla farklılıklarını kabul ederek sahiplenmelerini sağlayacak, eşit ve özgürlükçü bir yaklaşımın artık kaçınılmaz olduğunu görmesi gerekir.
"Balyoz darbe planı"yla ilgili medyada yoğun bir tartışma da sürüyor. Fakat heyhat! Bazı televizyon kanallarına çıkarılan darbeci generallere objektif soru sormayı bırakın, adeta aklanmaya çalışılıyor. Ve ben bundan hicap duyuyorum.
Öte yandan bu sözde "büyük kurtarıcı" rolüne soyunmuş darbeci generaller utanmadan ve sıkılmadan gözlerimizin içine baka baka "balyoz darbe planı"nın bir "harp oyunu" olduğunu söylüyorlar. Gerçekten iyi oynuyorlar! Ve kim bilir bu sanat ve insanlık fukaraları o "kozmik odalarda daha ne karanlık senaryolar yazıp oynamayı planlıyorlar...
Geleceğe dair umudumuz kırık kalmasın
Evet, nasıl bir ülkede yaşadığımızın farkında olmalıyız ve ancak bu farkındalıkla üniformalı, üniformasız tüm katillerin deşifre edilmesi, yargılanıp cezalandırılması mümkündür.
Zira bu ülke artık, darbeci generallerin "ressam yapıldığı, katillerin kahraman ilan edildiği bir "Ergenekon cenneti" olmaktan çıkmalı. Bunun için en temel adım, halk katili Kenan Evren ve arkadaşlarının yargılanıp cezalandırılmasıdır. Bu yapılmadıkça geleceğe dair umudumuz hep kırık olacak!
Yaklaşık bir hafta önce Dersim'den annem aradı. Annem beni her aradığında mutlaka nerede ve nasıl olduğumu sorar. "Evdeyim" dediğimde derin bir oh çeker ve dualarını sıralamaya başlar. Bu sefer beni aramasının başka bir nedeni vardı. Dersim'de annem ve babamın yaşadığı eve giden ve polis olduğunu söyleyen iki kişi beni sormuşlardı. Bu durum, özellikle annemin endişelenmesi ve üzülmesi için yeterli bir nedendi. Annemi rahatlatmak için konuyu araştırdığımda Tunceli Cumhuriyet Savcılığı'nın benimle ilgili yeni bir soruşturma başlattığını öğrendim.
Evet, savcılık, 9. Munzur Kültür ve Doğa Festivali'nde verdiğim konserde yaptığım konuşmayı beğenmemiş olacak ki soruşturmaya tabi tutmuş. Peki, nedir soruşturmaya tabi tutulan sözlerim? Şöyle demişim: "Üniformalı katillerin cehenneme dönüştürdüğü bu coğrafyada yaşamak istemiyoruz".
Soruşturmayı başlatan savcı kastettiğim "üniformalı katillerin kimler olduğunu bilmiyor olabilir ama bunu ifademe başvurulduğu zaman açıklayacağım. Demokratik Türkiye halklarının, aydınların, sanatçıların bildiğini savcı bey bilmiyorsa ona da söyleyeceğim.
Bu olan biten gelişmeler hiç şüphesiz Türkiye'yi kaçınılmaz bir "demokrasi tartışması"nın odağı haline getirmiştir. Demokrasiyi sadece konuşan ve sözde açılımlarla zaman kaybeden bir Türkiye klasiği önümüzde duruyor. Nasıl bir ülkede yaşadığımızın farkında olmak aynı zamanda bu süreci doğru algılamak ve oradan geleceğe bakmamızı zorunlu kılıyor. Sahte açılım söylemleri ve giderek magazinleşen açılım toplantıları, ülkemizin bu can alıcı sorunlarını çözmekten çok bu sorunları çözümsüzlüğe götüren bir anlam taşımaya başladı.
Bakın açılım kime teslim...
Nitekim Alevisiz Alevi açılımını Arif Sağ açılımına dönüştüren hükümet, Kürtsüz Kürt açılımını da "beyaz Kürtler" olarak bilinen ve Ahmet Kaya'nın linçine katkı sunmuş şarkıcı takımına havale etmiş görünüyor.
Ve yine görülüyor ki hükümetin "özgür, demokratik, yasaksız ve sansürsüz bir Türkiye" sloganı sadece yalandan ibaret. Bunun böyle olduğunun canlı bir tanığıyım ben. Çünkü bu ülkede yasaklanan, hakkında açılan yeni davalarla teslim alınmaya çalışılan ve yasaksız olduğu söylenen TRT'de şarkıları çalınmayan ve kapısından içeri bile alınmayan bir sanatçıyım.
Böyle olmasının tek nedeni benim Türkiye'nin ezilen halklarının sanatçısı olmaya çalışmamdır. Bu yüzden baskı ve tehditlere maruz kalıyor ve bizzat devletin kurumları tarafından "terörist" olarak damgalanıyorum.
Ama şu bilinmelidir ki, onların yalan ve sahte açılımlarının bir unsuru olacağıma, "halkımın teröristi" olmayı ve öyle kalmayı tercih ederim. (FT/EÖ)