Geçen hafta Pazar günü Radikal'de Ömer Şahin'in "Atatürk'ün 'Şeker' Macar Kızı" başlıklı yazısını okuyunca yeni-Osmanlı yazıcılığı bu olsa gerek diye düşündüm. Baştan belirteyim, Ömer Şahin'le kişi olarak tabii ki hiç bir derdim yok, hatta kendisine uzun zamandır yazmaya niyetlenip de bir türlü teşebbüs etmediğim bu yazıyı yazmama vesile olduğu için teşekkür bile borçluyum.
İş zihniyet durumuna gelince, bu yazı sayesinde ülkede dinmeyen "şavaş-çatışma sever" aklı biraz daha iyi anladığımı sanıyorum. Çünkü bu muhteremler atalarının ellerde çiçek, o kale senin, bu tepe benim, eğlence ve neşe içinde, ay ışığında serenat yapan, arada sevgi dolu türküler söyleyen, şiiri de hiç mi hiç ihmal etmeyen gönlü yüce kişiler olduğunu düşünüyorlar sanırım.
Bu hülyanın o çağda yaşayan Macarlar ya da başka halklar için pek de onaylanabilir bir durum olduğunu hiç sanmıyorum. Çünkü Osmanlı da dönemin birçok imparatorluğu gibi, talan ve yağmanın yanı sıra birçok katliama imza attı. Macar tarihinin o dönemi tecavüzlerle ve çocuk kaçırma olaylarıyla doludur.(1) Bir de buna önüne gelen yeri haraca bağlamayı eklerseniz insanın böyle bir geçmişten övgüyle bahsetmesi sanırım biraz zor olmalı. Ama Ömer Şahin’in yazısına bakarsanız, bırakın utanmayı oralara taşınan "Bektaşi hoşgörüsü"nden falan bahsediliyor.
Yine de Osmanlının hakkını yemeyelim, Macaristan'daki 150 yıllık hakimiyeti boyunca kendisi de pek rahat yüzü görmemiş. Bu dönem sürekli savaşlarla geçmiş. Macarların dilini değiştirmeye uğraşmamışlar. Ayrıca Macar toprakları sık sık başka devletler tarafından da işgale uğramış. Sanırım Osmanlı işgalinin üzerinden epey zaman geçmesi ve sonraki işgalcilerin gaddarlığı, Osmanlı'nın zulmünü Macarların zihninde gölgede bırakmış.
Yazının şahika kısmı ise alıntılayalım:
"Anadolu’nun farklı coğrafyalarından gelmiş ‘Ahmet oğlu Mehmet’, ‘Hasan oğlu Ömer’ler var. Şaşırtıcı olan Galiçya cephesinde savaşan Ermeni, Rum, Yahudi ‘Mehmetçik’ler. ‘Mastis Oğlu Silvester’, ‘Cociç oğlu Yusuf’, ‘Haim Oğlu Yakob’ birlikte savaştığı Ahmet, Mehmet’le mezarlıkta yan yana yatıyor."
Bu insanlar neyin uğruna can vermiş? Doğup büyüdükleri topraklardan binlerce kilometre uzakta düşmeseler, başkalarını öldürmeseler olmaz mıymış? Gerçekten de serenat yapmaya oralara gitseler fena mı olurmuş? Tabii bu sorular safiyane, çünkü bugün de bu ülkede aynı kanlı emellerin peşinden gidenler var. Gezi direnişinde alınan yedi can, Suriye ve Batı Kürdistan'da desteklenen çetelerin katliamları bunun yeni örneği. Bunlar bana sorarsanız seri katil ve toplu katliamcının kombinasyonu gibi... Her ikisinin de takıntısı olan koleksiyonculuk mesela onların ayrılmaz parçası. Sanırım yıllar sonra bir "yumuşak güç" ün açılışı vesilesiyle cinayet yeri olan Macaristan'a döndükleri gibi Rojava ve Suriye'de (artık geriye bir şey kalırsa) uğrayacaklar ve şöyle diyecekler : "Bak buralarda bizim için savaşan dünyanın dört bir tarafından gelen binlerce Mehmetçik yatıyor."
Yazıda ayrıca dile gelen Atatürk süslemeli milliyetçi vurgu ise bana bir zamanların Tan gazetesini anımsattı. O yüzden pek diyecek laf bulamadım. Ama onlar arada Budapeşte'de bir parkta bulunan Atatürk büstü niye tahrip edilmiş (en son geçen ay gördüğümde sağlamdı gerçi) falan gibi sorularda sorabilirlerdi.
Ya da icraatlarında bir seri katil "inceliği" ile pekala bir toplu katliamcının umursamazlığını birleştiren bir rejimin başı ile Macaristan'ı bir hapishaneye dönüştürerek kendi taraftarları haricindekileri şimdilik politika ve sözleriyle kahırdan öldürmeyi hedefleyen "nur danesi" arasında bağlantı kurup benzerlikleri üzerine övünebilirlerdi.
"Övülecek" benzerlikler
Benzerliklere biraz göz atalım. Bazı okuyucularımız haliyle biliyordur fakat yine de Macaristan'daki politik durum üzerine kısa bir kaç hatırlatma yapayım. Burada iktidarda bulunan Fidesz, AKP'ye benzer bir biçimde seçimlerde yüzde 50 üzerinde oy aldı. Ve yine benzer bir toplumsal tabana sahip milliyetçi ve Katolik. 2010 da yapılan seçim sonrası Fidesz hızla, daha önceki devlet bürokrasisini tasfiye ederek devletleşti. Yahudi ve Romanlara yönelik ayrımcı politikalarıyla tanınıyor. Muhalefet namına pek bir şey yok, sosyal demokrat kesim iki parça. Ve ayrıca sağda, örgütlü olan ve ülkede şu an ikinci parti konumunda diyebileceğimiz Jobbik var. Bu parti açıktan ırkçılığı ve azınlıklara saldırganlığı teşvik ediyor.
Batı basınında son zamanlarda Erdoğan, Macar Başbakanı Orban ve Putin'in adları sık sık yan yana geçmeye başladı. Diktatörlükle anılıyorlar. Bu kadronun sabık üyelerinden Berlusconi ise ligden düştü.
Macar hükümeti ilköğretime el atarak eğitimi yerel yönetimlerin denetiminden çıkarıp merkezileştirdi. Arkasından din dersini ve jimnastik dersini zorunlu hale getirerek "inançlı ve dinç" nesiller yetiştirme hedefini belgeledi.
Fidesz'te kalıcı olmak ve rantı taraftarlarına dağıtabilmek elinden geleni esirgemiyor. Geçtiğimiz aylarda sigara satışını devlet tekeline alıp, kendi taraftarlarına bunların satılabileceği bayiler açtılar. Arkasından da hemen sigaraya zam yapıldı. Önlerinde uzun kuyruklar oluştu.
AB yardım fonlarını askıya aldı çünkü gördüler ki yardım diye giden paralar yine yandaşlara peşkeş çekiliyordu." İnşaat ya Viktor Orban" diyenlerden burada da var tabi. Yol inşaatı vb ufak tefek nemalanma işleriyle uğraşıyorlar şimdilik. Tabii bunlar bizim memleketteki rant dağıtımının yanında devede kulak kalır. Nede olsa "büyük" olmak başka bir şey. Halkın büyük çoğunluğu ise yoksullaşmanın esiri umudunu lotoya totoya bağlamış desek yeri.
Ama Orban'da illa büyük olacak ya bunun yollarını aramaya devam ediyor. Mesela Avrupa'nın tamamına elektrik satacak büyüklükte nükleer santral projesi bunlardan biri. En iddialı maçın bile bir-iki bin seyirciye oynandığı ülkeye 100 bin kişilik statlar yaptırmak. (2) En çok alay konusu olansa Orban'ın doğduğu köye kendi evi önüne yaptıracağı stat. Ülke halkı Orban'ın maçları tuvaletinin penceresinden izlemek isteyebileceğini söylüyor.
İcraatlarının büyüklüğünü saymakla bitmez vesselam. Bunlara bir de turizm gelirlerini engelliyor diye hava raporlarında "düzeltme" yapıldığını düşünün daha ne isteyebilirsiniz. Tabii hava raporlarında "düzeltme" yapan bir hükümetin basını da "nizami" olur. Burada karşımıza Türkiye ile önemli bir farklılık çıkıyor. "Disiplinli" bir basına sahipseniz gazetecileri hapse atmanız gerekmiyor nitekim.
Neticede zalimin zulmü bizim çenemizi yorar diyelim. İlla Macarlar, Türkler ve başka halklar ile ilgili ortaklıklar üzerinden gurur duymak istiyorsanız yaşamıyla ve kitaplarıyla bu konuda eşsiz bir örnek teşkil eden Gün Benderli Togay'ın kitabı "Sofralar ve Anılar" kitabına başvurulabilir.
(1) Macar popüler tarih kültürünün de iyi bilinen, romanı da bulunan Egri Csillagok adlı filmde Osmanlı pek iyi anlatılmaz. Osmanlıyı temsil eden "Yumurcak" (her ne kadar kötü kişiyi temsilen yanlış bir isim seçilmiş olsa da) karakteri Karaoğlan ve Tarkan'daki Camoka, Tek Gözlü Hortis'in bir benzeridir.
(2) Macar futbolu altın çağı diye nitelenebilecek 50’li ve 60’lı yılları çok uzun zaman önce geride bıraktı. Bu çöküşün elbette birçok nedeni var, bunlardan biri genel anlamda futbolun artık bir endüstri olduğu gerçeği. Macaristan bir diğer neden olarak gösterilen şeyse artık çocukların futbol oynayabileceği boş arsaların olmaması deniliyor. Bu bana çocukluğumuzun filmleri, çizgi romanı da yapılan Pal Sokağı Çocukları kitabını aklıma getirdi. Pal Sokağı Budapeşte'de yerinde duruyor, fakat boş arsanın yerinde yeller esiyor. En kötüsü ise boş arsa için savaşacak kimse kalmaması.